Ne güzel Saz'ın filmini yapmış Petra Nahmanova. Polonyalı anne ve Çek bir babanın çocuğu.

Kültürlere merak sarmış bir saz aşığı. Türkçe dahil 7-8 dil biliyor. Bazı insanlar öğrenmeye çok

yatkındır, Petra da onlardan biri. Petra Polonya'dan yola çıkarak Anadolu, Kafkasya,

Horasan taraflarını gezerek, onların saza ilişkin kültürlerini inceliyor. Gittiği yerlerin müzik ve kültür insanlarından da destek alıyor. Diyar diyar gezdiği yerleri filme alıyor.

Bu filmde Anadolu dahil, Kafkasya ve Horasan illerinin müzik kültürünün ve yaşam zenginliğinin önemini ortaya koymuş. Öğrenmeye, bilmeye, farklı kültürlere yönelik çalışması ilgiye değer. Filmini hazırlarken, Türkiye'deki değerli müzik sanatçılarından da olabildiğince yararlanmış. Saz ustaları Petra'nın öğrenme tutkusunu olağanüstü buluyor. En son müzik öğretmeni, saz sanatçısı Emre Dayıoğlu ile üç teli sazı öğrenmeye çalışırken görüyoruz.

Sivas'ta Âşık Veysel'in kültürel beslenme kaynaklarını bizzat oraya giderek öğrenme çabası içine giriyor. Âşık Veysel’in türkülerini kendine özgü sesiyle yeniden yorumluyor. Petra'nın güzel de bir sesi var. Belli ki, Âlevi deyişlerinden ve onların kendilerine özgü yöresel söyleyişlerinden etkilenmiş. Bunda herhalde Anadolu'dan Avrupa ülkelerine işçi göçünün etkisi var. Bizden oralara gidenler nasıl Avrupa kültüründen etkilenmişlerse, onların çocuklarından da Petra örneğinde olduğu gibi etkilenme devam ediyor.

Hem de Petra bu işi bilinçli bir şekilde, yerinde görerek yapıyor. Sivas yöresinin saz ve söz kültürünün özüne sadık kalarak yapıyor bu işi. Bu kültürü öğrenmek için onlar gibi yaşamaktan, düşünmekten geri kalmıyor. Şimdi yaptığı bir filmle Anadolu, Kafkasya ve Horasan halk kültürlerini dünyaya tanıtıyor.

Alman yazar da bir zamanlar öyle yapmıştı. Türkiye'den gelen işçilerin çalıştığı yerlerde çalışmış, onların nasıl zor koşullarda çalıştıklarını “ En Alttakiler “ adlı romanında anlatmıştı. Günter Walfraf’ın bu romanı bir zamanlar büyük yankı yapmıştı.

Avrupa kültürlerine pek yakın olmayan saz kültürünü, kendisi de çalıp söyleyerek katkısını yükseltiyor. Bazılarımız onlarca yıl Avrupa ülkelerinde kalıyor, tek bir sözcük öğrenmeden dönüyor Anadolu'ya. Bunları da gördüğümüz zaman Petra'nın başarısı çok yüksek. Bir şeylerin öğrenilmesi, yapılması, düzene sokulması insanın içinden gelen bir şey. Yalnız yetenek yetmiyor öğrenmeye ve öğretmeye; yoğun emek çabası da gerekiyor. Petra bu çabayı fazlasıyla gösteriyor, tüm gücünü ortaya koyuyor.

Her insan kızının altından kalkabileceği bir şey değil.  İşte bu ve benzer çabalarla halklar arası dostluk gelişir. Bireysel olarak Petra gibi kültürlü ve bilinçli insanlar bu çabayı sürdürüyor. Tıpkı bizde Livaneli gibi müzik sanatçılarının, Avrupa kültürlerinin aydınlık yanıyla tanışmamıza aracılık etmeleri gibi. Biz Paul Eluard, Aragon... gibi Fransa'nın değerli şairlerini Livaneli müziğinden tanımamız gibi. Biz Yunanlıların müziğini nasıl tanıdık? Livaneli, Maria Faranduri, Teodorakis... gibi müzik sanatçılarıyla ortak konserler verdiklerinde. Yunanlılar aynı coşkuyla Leylim Ley'i konserlerinde söylüyor.

Bağnazlıktan, gerilikten uzak kültür atılımıyla, halkların birbirini tanımasını sağlayabiliyoruz. Böyle düşünen Petra gibi gençlerin olması, müzikseverleri derecesiz mutlu ediyor. Petra güzel bir çabaya imza atmış; böyle çalışmalar, tüm halkların güzel ve olumlu yanlarını ortaya çıkarır. Petra, bu güzel çabanın olumlu bir örneği; bu çabaların çoğalması farklı kültürlerin tanınmasında, insanlar arasındaki sıcaklığın artmasında önemli bir etken.