Evrensel Gazetesi’nin 23. kuruluş yıldönümü nedeniyle Denizli Teras Park AVM’de bir film gösterimi yapıldı. Genç Karl Marx filminde Marx’ın 1843-1848 yılları arasındaki yaşamından bir bölüm sunulmaktadır. Dünyanın en büyük düşünce ve eylem adamlarından Marx’ın gençliği eksen alınarak Avrupa’da yaşananlar beyaz perdeye yansıtılıyor. Almanya, Fransa ve Belçika’da Almanca, Fransızca ve İngilizce olarak üç dilde gösterimi yapılmış. 67. Berlin Film Festivali’ne katıldıktan sonra, 2 Mart’tan itibaren Almanya’da izleyicilerle buluşuyor.

             Filmde Karl Marx’ı August Diehl, Friedrich Engels’i Stefan Konarske, Jenny von Vestfalya’yı Vicky Krieps canlandırıyor. Yönetmenliğini Haiti doğumlu Raoul Peck’in yaptığı filmin senaryosu Fransız Pascal Bonitzer ve Raoul Peck’e ait.

            ABD ve Fransa dışında Berlin Film Akademisi’nde sinemacılık eğitimi alan Raoul Peck, sinemacılık kariyerine Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk siyah başbakanı Patrice E. Lumumba’nın ABD destekli cunta tarafından 1961’de öldürülmesini konu edinen, 1992 yapımı “ Lumumba- Peygamberlerin ölümü “ belgesel filmiyle adım attı. Genç Karl Marx filmi 5-6 Nisan tarihleri arasında 36.sı gerçekleşen İstanbul Film Festivali’nde gösterime girdi. Biz filmi altyazılı olarak izledik. “Türkçe seslendirmesi olsaydı belki daha güzel olurdu ve daha geniş kitlelere ulaşabilirdi” diye düşünüyorum. Her şeye rağmen izleme olanağı bulabildik; izleyebilenleri şanslı saymak lazım.

             Film, ormanda odun toplayan yoksullara atlı polislerin saldırısıyla başlıyor. Atlı polislerin saldırısını beyaz perdeden izlerken insanın içi acıyor, yüreği ağzına geliyor. Yoksullara getirilen ormandan odun toplama yasağı Marx’ı endişelendiriyor. Bunun üzerine çalıştığı gazetede ( Yeni Ren ) yazılar yazıyor,  yoksullara yapılan baskı ve şiddeti yeriyor. Marx’ın yazdığı yazılar egemen çevreleri rahatsız ediyor.  O’nu bulunduğu yerde rahat bırakmıyorlar, ülkesinde yaşayamaz hale getiriyorlar. Marx daha gençlik yıllarında haksızlıklara, adaletsizliklere, yoksullara uygulanana şiddete karşı çıkıyor. Yazdığı gazetede köşesini, emeğiyle geçinenlerin, haksızlığa uğrayanların kürsüsü haline getiriyor. Daha gelişmesinin ilk yıllarında dünya görüşü yavaş yavaş belirginleşiyor, sınıfsal yaklaşıma doğru ilerliyor.

             Almanya’dan Fransa’nın başkenti Paris’e yerleşiyor; orada düşünen, tartışan, aklını kullanan, bulunduğu durumdan memnun olmayan, daha güzelin arayışında olan insanlarla karşılaşıyor. İçine girdiği çevre onun daha da gelişmesine olanak sağlıyor. Dönemin önemli düşünürleri arasında Proudhon, Bakunin, Bruno Kardeşler ve Weitling de vardır. Aralarında yaşadıkları ülke dünya ve insanlığa dair çok hararetli tartışmalar olur. Bu entelektüel tartışmalara Engels de katılacaktır. Marx, Engels’le Paris’te tanışmalarından sonra arkadaşlıkları sürecek, ömrünün sonuna kadar devam edecektir.

             Marx’ın Paris’teki felsefi çalışmaları yazdığı yazılar, burjuvazinin dikkatinden kaçmaz. Marx sürekli tedirgindi, evi basılır, hiç rahat bırakılmaz. Oradan da sürgün edilir, İsviçre’ye gitmek zorunda kalır. Yaşamı yoksulluk ve çile içinde geçer; ev kirasını bile ödeyemeyecek duruma gelir. Karısı Jenny ile tam bir çaresizliği yaşarlar. Bereket Marx’la Jenny aynı şekilde düşünmektedir, bilinçli emekçilerin mücadelesinin başarıya ulaşacağına inançları tamdır. Bu onların hayatlarını biraz daha çekilir hale getirir. Toplumsal mücadelede eşlerin desteğinin, ne kadar önemli olduğunu onların yaşamından öğrenebiliyoruz. Hatta Jenny’nin bu mücadelede Marx’ı zaman zaman yüreklendirdiğini görüyoruz. Yürüdüğü dikenli yolda, en iyi yardımcısı Jenny’dir. Onca yoksulluğa rağmen sıkıntıları birlikte göğüsleyerek, yürüyüşlerine devam ederler.

             Filmde Engels’i de görürüz. Engels bir fabrikatörün oğludur; babası onu İngiltere’ye işletmelerinin başına gönderir. Engels yönetim işleriyle uğraşırken, yaşamı ve toplumu gözlemlemeyi de ihmal etmez. Fabrika yaşamını tanır, işçilerin yaşadıkları, çalıştıkları ortamları görür. Orada gördükleri, insanların en temel ihtiyaçlardan yoksun kalmaları, uzun çalışma saatleri, dünyaya bakışını şekillendirir.

               Engels, fabrikalarında çalışan, ömrünün sonuna kadar hayatını birleştireceği Mary Burs’la tanışır. Mary ateş gibi bir kadındır; işçilerin saygı duyduğu bir karaktere sahiptir. Bu İrlandalı kız fabrikadaki insanlık dışı koşulların iyileştirilmesi mücadelesinin içinde yer almaktadır. Mary’nin Engels’in yazdığı eserlerin esin kaynağı olduğu da söylenir. Marx’la Engels’in özel arkadaşlığı, ailelerin yakınlaşmasıyla da devam eder. Mary’nin aile kurumuna karşı eleştirel yaklaşımını Jenny ile konuşması sırasında farkederiz. Bağımsız, özgür, kişilikli bir insandır Mary.

               İşçi sınıfının ve dünya emekçilerinin önderlerinin nasıl yaşadıklarını bu film sayesinde beyaz perdeden görme olanağı bulduk. Çok sıkıntılar çeken Marx, Engels’in ekonomik desteği ile ayakta kalabiliyor. Engels belli aralıklarla arkadaşına para gönderiyor. Bu büyük dehanın düşünsel çalışmalarını sürdürmesini, kitaplarını yazmasını ister. Marx’ın kişiliğini bulmasında, gelişmesinde karısı Jenny de çok etkilidir, hatta bazı kitaplarının adını bile Jenny koyar. Kutsal Aile, Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi... gibi.

                Marx’ın karısı Jenny Prusya’nın saygın ailelerinden birinden gelmektedir. Ağabeyi Prusya’da önemli bir bakanlığın başındadır. Bu aristokrat ailenin kızı ailesiyle tüm bağlarını koparmıştır. Artık Jenny, emekçilerin ve ezilenlerin soylu mücadelesine adanmış bir insanla hayatını birleştirmiştir. O’nunla insanlığın büyük yürüyüşünde karşılaşabileceği her zorluğa hazırdır.

                Filmde, 19. yy düşünürlerinin Enternasyonal’deki tartışmalarını da izleme fırsatı bulduk. Tartışmalarda, komünistlerle anarşistlerin görüş farklılıklarını da görme olanağı doğuyor. Günümüzde bile bu düşünce akımlarını birbirine karıştıranlar, değişik düşünce akımları olduğunu bilmeyenler çoktur. “ Bütün insanlar kardeştir “ sözü üzerinde tartışıyorlar. Kardeşlik konulu tartışma gözlerimizi açıyor, böylece soyut kardeşliğin önemi bizim açımızdan azalıyor. Bu tartışmalarda Engels insanların değil, işçilerin kardeş olduğunu, burjuvaziye karşı birleşmeleri gerektiğini söyleyerek sınıf vurgusu yapar. Marx ve Engels’in bu yaklaşımı işçi sınıfı aydınları tarafından hararetle kabul görür.

                 Bir de Marx ve Engels’in bulunduğu toplantılarda felsefi tartışmalara da girişildiği olur. Burada Marx şunu söyler : “ filozoflar şimdiye kadar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumladılar; oysa aslolan dünyayı değiştirmektir.” Der. Bu görüş tartışmaya katılanların içten desteğini alır.

                 Marx İngiltere’ye yerleştikten sonra Engels’le arkadaşlıkları daha da gelişir. Engels hem fabrikayı yönetmekte, hem de işçilerin yaşamıyla ilgili gözlemlerde bulunmaktadır. Buradaki çalışmaları ve gözlemlerinden “ İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adında bir kitap ortaya çıkar. Kapitalizmin işleyişini, sömürü ve soygunu bu kitapta net gözlemlerle verir. Marx da İngiltere’deki kütüphaneye sık sık uğrar ve çalışmalarını sürdürür. Marx, yaşamının en güzel eserini burada yazar. Kapital’in birinci cildini sağlığında yayınlayabilmiştir.

                 Film güzeldi, etkileyiciydi, her yanından gençlik rüzgarları esiyordu. Büyük emek isteyen bu güzel filmi izledikten sonra tatlı bir gülüşle salondan ayrıldık. Filmi izleyen gençlerin hoşnutluğu gülüşlerinden anlaşılıyordu.