Ekonomik sorunlarını çözemeyen, geleceğini göremeyen, toplumsal belirsizlikler içindeki insanlar çağımızın yaygın hastalığı depresyona girmekte ve sonunda çıldırma aşamasına gelmektedir. Çevremizdeki insanları biraz gözlersek, bunu kolayca anlayabiliriz.

İnsanların önemli bir kesiminde sevgi, saygı, hoşgörü, anlayış ve sağduyu gibi temel değerlerden uzaklaşıldığını görüyoruz. Kıran kırana, acımasız bir yaşam devam edip gidiyor. En ufak bir yanlış anlamada, neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Nitekim bu yanlış anlamalar sonucu ortaya çıkan kavgalara çok sık rastlanmakta. İnsanlar patlamaya hazır barut fıçısı gibi.

İnsanların dolmuşta, otobüste, sokakta, telefonla konuşurken ne kadar öfkeli olduklarını görüyorsunuz. Birbirlerine hınçla, öfkeyle bakıyorlar; anlayış sınırını çoktan aşmışlar. Bu gibi durumlarla karşılaşınca, ister istemez “ insanlar neden bu hale geldi?” diye kendinize sormadan edemiyorsunuz. Bu sorgulama yöntemi, size nedenleri de araştırmaya yöneltiyor.

İnsanların önemli bir kısmı, yaygın bir hale gelen depresyonla baş etmeye çalışıyor. Çeşitli biçimleri olan bu hastalığa psikiyatristler, duygu durum bozukluğu diyorlar. Bu hastalık insanlar arasında çok yaygın görülüyor. Gazetelerde yayınlanan Sağlık Bakanlığı verilerine göre, yılda 8,6 milyon kişi ruh ve sinir hastalıkları nedeniyle doktora başvuruyor. Son 5 yılda anti-depresan ilaç kullanımı, yüzde 25 artmış. Yine 2012 yılında 37 milyon 351 bin 187 kutu olan anti-depresan kullanımı, 2015'de 43 milyon 563 bin 596 kutuya ulaşmış. Bunlar tüyler ürpertici rakamları; nüfusa oranladığımız zaman insanların ne kadar kötü durumda olduğunu anlıyoruz. Bunu ancak yaşayanlar bilir.

Artık insanların çoğu sorunlarının üstesinden gelemiyor, büyük bir çözümsüzlük içinde. Bu insanların giderleri gelirlerinden çok; asıl sıkıntıda burada. Düşünün milyonlarca insan asgari ücretle yaşıyor; acaba yaşayabiliyor mu? Peki, yaşayamıyorsa içinde bulunduğu sorunları nasıl aşıyor? Bu insanların yaşamında ev kirası bile önemli bir miktar tutuyor. Sadece kira değil bunun yiyeceği, içeceği, giyeceği ve ulaşımı var. Matematik yalan söylemez, insan sıkıştırılmış durumda. Sıkıştırılmış insan sorunlarını çözemeyince strese giriyor, sonunda depresyona yakalanıyor. İşsizlik, işyerlerindeki performans değerlendirmeleri onları birbirleriyle yarışmaya sokuyor.

Bu hastalık sadece doktorla, ilaçla iyileştirilebilecek bir şey değil. Bu sorunlar insanın ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının da giderilmesiyle birlikte ele alınmalı. Aileler dağılıyorsa, insanlar birbirlerine yabancılaşmışlarsa, kimsenin kimseden haberi yoksa mutlaka bunun bir nedeni vardır. Toplum olarak bunlar üzerinde durup düşünmeli, çareler üretmeliyiz. Bu da insanın tek başına üstesinden gelebileceği bir şey değil.

Gelir dağılımında uçurumlar var; gelirlerdeki dengesizlikler bireysel sorunları daha da artırıyor. Sorunlarını çözemeyen insan bireysel çılgınlıklara girişiyor. Kendisine ve çevresine zarar verme sıradan olaylar haline geldi. Televizyondan bu tür haberleri izlerken şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Ölümün sınırına gelmiş insana “ atla, atla! “ diye tempo tutanlar, bu bireysel dramı hiç anlamayanlar oluyor. Çaresiz insanın yaşadığı dram, bir kısım insana eğlence gibi geliyor.

Çözümsüz kalmış insanın başına gelenler bizi düşündürmeli, çareler aramaya yöneltmelidir. İnsanlarda acıma duyguları kalmayınca, sorun büyük demektir. Bireysel gibi görünen bu sorunlar aslında toplumsal tıkanıklığın sonucudur. Sıkışan insanı, bireysel sorunlarını çözemeyen insanı anlamaya çalışmalıyız. Nitekim bu yaşananlara sadece seyirci kalıyoruz, maç izler gibi bakıyoruz. Buna benzer konularda insanların sorunlarına biraz daha anlayışlı yaklaşabiliriz.

Temel sorunlarını çözemeyen insanlar çıkışsız kalır, sağlıklı düşünemez. İnsan zaten yeme, içme, barınma, giyinme gibi sorunlarını çözebildiği zaman düşünme aşamasına geçiyor. Bu görüntülerin yaşanmasını istemiyorsak, insanın insanca yaşayacağı koşulları hazırlamalıyız.

Mehmet PEKDÜZ