Aleviliğin iktidarlaşan biçimleri İran Şialığı ve Mısır Fatımiliği örneklerinde görüldüğü gibi devlet düzeni kurmakla birlikte tutarlı İslam reformizmini gerçekleştirememiş dahası İslam`daki gericileşmeyi, özden kopmayı daha da geliştirmiştir.

Ben tarihçi değilim ama az çok bilirim. Bu konuyu ele alması gereken insanlar etnik, kültürel ve siyasal kaygılardan uzaklaşmış, etik kuralları çerçevesinde yazması gereken tarihçilerdir.  Alevilik, homojen bir yapıya sahip değildir; etnisiteye dayanmaz; çeşitli halkların kendilerini tanımladığı Alevilik inancı /dini, kendi içinde de çeşitli gruplara ayrılır. Dersim bölgesinde ise “Raê Haq” veya “Rae Hak” dediğimiz Alevilik içinde kendine yer edinen inanç tarzı ise daha farklı özgünlükler taşır. 

Alevilik Kavramının Kökenleri

İmam Hüseyin`in yürüyüşü on iki imamla ve daha birçok bâtınî hareketle sürdürülmek istenmiştir. İslam dininin başlangıcındaki devrimci özü Emevi Hanedanlığı tarafından ailesel çıkar ve emelleri için çok kötü bir şekilde kullanılmasından sonra, sunilik en tutucu, resmi, daha çok egemen sınıfın ve sistemin bir mezhebi olarak gelişirken; halkların kültürel değerleriyle bağlarını koparmayan, daha çok ezilenlerin, emekçilerin direnişçi geleneğini temsilen Alevilik gelişme gösterir.

Alevilik, kültürel ve yaşam tarzı olarak çok daha eskilere dayansa da kavram olarak İslâm siyasî tarihinde ilk defa hilâfetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmaya başlamıştır. Hz. Muhammed’in vefatından ortaya çıkan ve üçüncü halifenin öldürülmesinden sonra da şiddetlenen hilâfet münakaşalarında Ali tarafını tutanlara el-Aleviyye, Aleviyyûn veya şîatü Alî (Ali’ye bağlı olanlar, Ali taraftarları), bunların karşısındaki gruplara da el-Ömeriyye, el-Osmâniyye (Ömer ve Osman’a, dolayısıyla Ebû Bekir’e bağlı olanlar) denilmiştir. Bu anlamıyla Alevî terimi Hz. Ali taraftarlarından oluşan siyasî tasavvufî ve itikadî topluluğu ifade eder, hatta Basra’da ortaya çıkan (869 ) Zenc İhtiyali gibi Alevilikle ilgisi olmayan, sadece hareketlerine nüfuz ve yaygınlık kazandırmak amacıyla kendilerini Aleviliğe nisbet eden hareketler de vardır. Emevîler’in son dönemlerinden itibaren Hz. Ali’nin soyundan gelenler, özellikle Hasan ve Hüseyin’in neslinden olanlar için şerif, seyyid, emîr gibi lakaplar yanında Alevî nisbesi de kullanılmaya başlamış ve bu husus daha sonraki devirlerde devam etmiştir.

Devletleşen Alevilik

İlk devletleşmeyi 749`da Küfe`de Emevilerin beyaz bayraklarını indirip, siyah bayraklarını çeken ve Bağdat`ın merkezine konuşlanıp kendini; iktidara taşıyan Şiilerle tüm bağlarını koparan Abbasilerden almak gerçekçi olur.

Abbâsîler’in iktidarı boyunca merkezî idarenin zayıflaması sonucu İslâm dünyasının muhtelif yerlerinde ortaya çıkan ve mahallî idareyi ellerine geçiren veya müstakil devletler kurabilen sülâleler de kendilerinin Hz. Ali soyuna mensup olduklarını göstermek üzere Alevî nisbesini kullanmışlardır. Fas’ta İdrîsîler ve bizzat Alevî nisbesini (mezhep, kabile )  taşıyan sülâle, Mısır’da Fâtımîler, Yemen’de Süleymânîler ve Ressîler, Kuzey İran’da Zeydîler, Âmül’de Hasenîler ve İspanya’da Hammâdîler Alevî devletler olarak görülürse de (bk. Bosworth, s. 25, 59, 63) bunların çoğunun gerçekte Hz. Ali’nin soyu ile bağları bulunmadığı, Aleviliği siyasi bir çerçevede kullandıkları bugün bilinmektedir.

Abbasîler, Ehlibeyt ailesini koruyup gözetecekler ancak onların düşüncesini, felsefesini iktidarlardan uzak tutacaklardır. Bu hareket daha sonra Şiilik öncülüğünde iktidarlaşacaktır. Ancak biraz solda olmasına karşın özden kopuşu sürdürecek ve günümüzde İran`da görüldüğü gibi iktidarlaşan Alevilik veya Şiilik, Sunilikten çok farklı bir seyir izlemeyecektir.

Tasavvufun XI. yüzyıldan itibaren tarikatlar şeklinde teşkilatlanmasından sonra bunlardan bazıları silsilelerini çeşitli maksatlarla Hz. Ali’ye dayandırdıkları için “Alevî tarikatlar” diye tanınmışlardır. Kādiriyye ve Rifâiyye bunlardandır. Bazıları da -Nakşibendiyye gibi- silsilesini Hz. Ebû Bekir’e dayandırdıklarından “Bekrî” diye anılmışlardır (Trimingham, s. 262-263).

Yenilgi ve güçsüzlük sonrası gelişen Bâtıni; biraz gizemi ve tasavvufu içinde barındıran hareketler resmileşen veya devletleşen dinlere karşı bir tepki biçiminde gelişmişlerdir; içe kapanma, iktidarı hedefleyip belli bir program dâhilinde çalışma yerine manevi iktidara, insanın iç dünyasına yönelme; ahirete, öte dünyalara umut bağlama gibi dar ve sınırlı bir seyir izlemişlerdir. Dolayısıyla iktidar perspektifinden yoksundurlar ve kaçınılmaz olarak mezhepleşmeye, tarikatlaşmaya yönelmişlerdir.

Alevi teriminin asıl anlamını kazandığı ve yaygın olarak kullanıldığı saha, Hz. Ali hakkında beslenen inançlara dairdir. Fakat çağımızda asıl Alevîler olarak tanınan iki itikadî mezhep vardır. Bunlardan biri, bugün genellikle Lübnan, Suriye, Hatay yörelerinde varlığını sürdüren Nusayrîlik, diğeri ise XIII. yüzyılda Anadolu’daki etnik ve sosyal-dinî kaynaşmaların bir sonucu olarak ortaya çıkan ve XVI. yüzyılda Safevîler’in propagandası ile gelişen Kızılbaşlık’tır. Bu mezhebe bağlı olanlar Osmanlı arşiv belgeleri ve vekāyi‘nâmelerinde kızılbaş veya Râfizîler diye geçmesine rağmen bu topluluklar kendilerine Alevî nisbesini vermişlerdir (Kaynak: İslam Ansiklopedisi ).

Özetlersek Aleviliğin iktidarlaşan biçimleri İran Şialığı ve Mısır Fatımiliği örneklerinde görüldüğü gibi devlet düzeni kurmakla birlikte tutarlı İslam reformizmini gerçekleştirememiş dahası İslam`daki gericileşmeyi, özden kopmayı daha da geliştirmiştir. Diğer yandan mezhepleşme ve tarikatlaşma biçiminde gelişen Bâtıni hareketlerin de beli bir direniş geleneğini günümüze taşırmalarına karşın başarılı olduklarını söylemek güçtür.  Tüm yetersizlikleriyle beraber Alevilik, modern toplum ölçülerine daha yatkındır. Sorgulamanın ve düzeltmenin bu noktada başlaması bir seçenektir.

Alevilik Tarihini Yeniden Yorumlamak

Gerek İslam`nın karşı tarihini ve yabancılaşmasını, gerekse İslam`ın özüne daha çok bağlı kalan Aleviliğin yetersizliklerinin anlaşılması için Kerbela olayını başlangıç ve sorgulama noktası olarak ele aldık ve bazı değerlendirmeler yapmaya çalıştık. Devrimle karşı devrimi ayrıştırmak, doğruları tüm sübjektif yargılardan uzak ortaya koymak, tutuculaşan halkların gelişimi ve demokratik değişim önünde gittikçe engel haline gelen; düz ve tek çizgide gelişen, içinde ihaneti ve karşı devrim tarihini gizleyen İslam tarihini yeniden sorgulamak halkların önünde önemli bir engel ve görev olarak duruyor.

Bu yalnız mezhepler arasındaki çelişki veya çatışmaları veya dinsel sorunları gidermek için değil, başta orta doğu olmak üzere tüm İslam ülkelerindeki halklar, bu halkların tarihleri ve gelecekleri için de önemlidir. Mevcut haliyle halkların sorunlarına çözüm üretmemekte, daha da önemlisi baskıları hegemonyayı derinleştirerek asimilasyona uğratmaktadır. Dolayısıyla böyle köklü bir sorgulama ve iç barış sağlanmadan İslam âleminin içinde bulunduğu tıkanıklık ve yabancılaşma durdurulamayacak ve giderilmeyecektir. Bu iki nedenle önemlidir; ilki uygarlığın tekrar ona topraklara çekilmesi ve geliştirilerek insanlığa kazandırılması; ikincisi ortadan kaybedilmek istenen birçok halk gerçekliğinin açığa çıkarılması ve özgürlüklerinin sağlanması; İslamiyet`in Kerbela olayından süre gelen lanetli tarihin durdurulması, özüne kavuşturulması demokratikleştirilip çağa uydurulması ve dolayısıyla Ortadoğu başta olmak üzere İslam âleminin makul gidişatının giderilmesi için önemlidir.