Dersim’in ekonomik imkânlarını temel olarak üç ana başlıkta toplayabiliriz; hayvancılık, bahçeciliğe dönük tarım ve ekoturizmdir.

Dersim’de önü alınamaz bir yoğunlukta olan turizm, çoğunlukla günübirlik ve tüketime dayalı gelişme gösterirken, sektörleşme ve alt yapı yetersizliklerinden ötürü de ekosistemi tahrip etmeye devam ediyor.

Ekoturizm terimi, ilk kez 1978’de Kenton Miller tarafından kullanılmasına karşın, 1992 Rio Çevre Zirvesi'nde “Sürdürülebilir Bir Dünya ve Çevre İçin Kriterler” çerçevesinde gündeme gelmiş ve “çevreye zarar vermeden, ondan yararlanma yöntemlerinin geliştirilmesi ve tüm yerli halkların kültürlerini yok etmeden, onların turizm faaliyetlerinden yararlanmalarının sağlanması” şeklinde özetlenmiştir (Rahemtulla ve Wellstead, 2001 / Ekoturizm Derneği).

Daha sonra 2002 yılında Kanada’nın Quebec kentinde, 133 ülkeden gelen 1100 delegenin katılımıyla yapılan Dünya Ekoturizm Zirvesinde “yeryüzünün doğal kaynaklarının sürdürülebilirliğini güvence altına alan, bunun yanı sıra yerel halkların ekonomik kalkınmasına destek olurken, sosyal ve kültürel bütünlüklerini koruyup gözeten bir yaklaşım ya da tavır” olarak tanımlanmıştır (Ekoturizm Derneği Yayınları).

Ekoturizm veya doğa turizmi, doğayı değiştirmeden ve bozmadan kaynakların gelecek nesillere aktarılmasını ve bu sırada yerel halkın refahını ve bütünlüğünü geliştirmeyi hedefleyen, sosyal sorumluluk duygusu içerisinde ölçülü, çevreye duyarlı, yaşama saygılı ve akılcı bir turizm politikası olarak gelişmek zorundadır.

Ekoturizmin öncelikle kar amacı gütmesi değil, doğal yaşamın sürdürebilirliği üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir.

Dersim’de son yıllarda artan turizm faaliyetleri nedeniyle, doğal koşulları değiştiren yapılanmalar ve kullanımlar artmış ve bunun sonucu olarak olumsuz etkiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Ekonomik çıkar temeline göre planlanmış ve kısa dönemli ekonomik getiriye göre yönetilen turizm faaliyetleri, doğal ve kültürel kaynakları tehlikeye düşürmeye başlamıştır.

Sürdürülebilir turizm ancak sürdürülebilir yaşamla mümkündür. Yaşamın bittiği yerde turizm dahil her şey biter. İnsan uygarlığı, doğal çevrenin bir parçasıdır ve varoluşunun sürekliliği için doğayı korumak ve sürdürmek zorundadır. Amaç, doğal ve kültürel hayatın zaman içinde sürekliliğini sağlamak, zarar görmesini ve ortadan kalkmasını engellemektir.

Yapılması gereken turizm kaynaklarının kullanımına devam edilirken bir yandan da aynı kaynakların gelecek nesiller tarafından kullanılabilmesini güvenceye almak ve korumaktır. Çünkü dikkatsiz planlanan ve yönetilen turizm faaliyetleri; çevre, yerel halk ve kültürel değerler üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır ve bu sorun çözülmezse yapmaya devam edecektir.        

Dersim’de ekoturizme dönük faaliyetleri genel hatlarıyla iki gruba ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, grup sayıları on kişiden az olan ve ulaşım araçları kullanılmaksızın dağlık ve yayla bölgelerine geziler yapan, kar amacı gütmeyen, fiziki çevreye asgari düzeyde olumsuz etkisi olan gruplardır.  Bu gruplar, kaynağın mevcut durumunu muhafaza eden, çevreye karşı duyarlı, dikkatli ve çevreyi koruyan bir konumdadırlar. Bu grupları “turist” tanımından çok, “yerel gezi grupları” olarak tanımlayabiliriz. İlin tanıtımına katkı sunmakla birlikte, yerel topluluğa ekonomik katkı sunmayan gruplardır.

İkinci grup ise, daha etkin, 10 kişiden fazla gruplar halinde modern taşıma araçlarıyla doğal alanlara ulaşabilen; gidilen çevreyi etkileyen, ticari kaygılar taşıyan, genelde plansız, donanımsız ve eğitimsiz denebilecek gruplardır. Birkaç organizatör, bir veya iki de turizm acentesinden oluşmaktadır.

Bu turizm faaliyetleri, yeni ve düzenlenebilir konumdadır. İlimizde bu faaliyetleri denetleyebilecek herhangi bir mekanizma (yerel aydınlardan ve halktan gelen eleştiriler dışında) yoktur. Bu nedenle, öncelikle bu faaliyetleri organize eden veya düzenli katılım sağlayan kurum veya kişilerin uyması gereken tedbirleri sıralamak ve konunun ciddiyetini kavramalarını talep etmekle yetineceğim. Bunlar;

1.            Gezi gruplarının doğaya baskın bozucu etkisini önlemek için sayıların mutlaka alt seviyelerde tutulması ve aynı rota ve yerlere aynı gün veya hafta içinde gidilmesinin önlenmesi,

2.            Eğitilmiş uzman rehber ve ilk yardım personeli bulundurulması,

3.            Milli Park, doğal koruma alanı vb. ilan edilmiş bölgelerde kurallara uyulması,

4.            Girilmesi ya da kamp yapılması yasak ya da kısıtlamalı bölgelere gidilmemesi,

5.            Yayla yolu, patika veya her ikisinin olmadığı yerlerde dere yataklarını esas alan rotalar oluşturulması ve rotalar üzerine uyarı tabelaları koyulması,

6.            Ekosisteme zarar vererek, ateş yakmak, endemik türleri toplamak, hayvanların geçiş güzergâhlarında konaklamak gibi faaliyetlerden kaçınılması, 

7.            Çevreye hiçbir şekilde atık atılmaması ve doğada silinemeyecek izler bırakılmaması,

8.            Özellikle nesli tehlikede olan hayvanların bulunduğu bölgelerde gürültü vb. kirlilik yaratılmaması,

9.            Acentaların flora ve faunanın korunmasına özel önem verilen yerlerde gerek yıl içinde gerekse uzun vadede tur rotalarını koruma ilkelerini gözeterek sık sık değiştirmesi; yetkili resmi kurumlar tarafından doğa ve dağ rehberliği sertifikasyonu varsa, mutlaka sertifikalı rehberler kullanılması, eğer yoksa doğa turları konusunda uzman kurum ve kişilerden eğitim almış tecrübeli rehberler bulundurulması gibi tedbirlerdir.

Sonuç olarak ilimizde ekoturizmin, yeni olmasına karşın önemsenmesi gereken bir konu olduğu, güçlü bir potansiyelimizin olduğu, bunun gelişi güzel, plansız, programsız, önlemsiz, denetimsiz kullanılması halinde kaynakların sürdürebilir olmaktan çıkacağı, aşırı kullanım sonucu yaban hayatının, floranın zarar göreceği, atıkların artacağı, biyoçeşitliliğin bozulacağı gerçeğidir. Bu nedenle, turizmle uğraşan yerel halkın, kurumların, ulusal ve yerel toplum örgütlerinin, uzun dönemli düşünme ve karar vermeye yönelik işbirliği geliştirmesi; bu güçler arasında dengenin kurulması ve koordinasyonun sağlanması gerekmektedir.