düşmek..

Dolar hızla düşüyor.

Siz en son ne zaman düştünüz?

İnsan düşen bir canlıdır; düşerken incinen. Hatta iddia odur ki yaralar biz düşmeden çok önce oraya konulmuştur. Biz oraya denk düşermişiz. Düşmek yukarı doğru gerçekleşir bu yüzden ve çoğu zaman. çünkü bir şeyin düşebilmesi için hatırı sayılır derecede yükselmesi gerekir. Ben yine de düşmeyi yükselmenin karşısına koymazdım mesela. Onun müsebbibi yer çekimidir.

En sık bebekler düşerler, arka iki ayaklarının üzerine doğrulmaya çalışırlarken. Düşmek o zaman sadece bir kez daha denemek için pratik bir aksaklıktır. Bir de insan olma çabasının hızlandırılmış kişisel gelişim kursu. Oysa iktidarlar düşerler. Hatta iktidarsızlık bir “kalkmama” sorunsalıdır. Çünkü onların bayrakları, heykelleri, sarayları, gökdelenleri hep dik ve yukarı doğru yükselir. Biz kavakları da severiz ama salkım söğüt de güzeldir. Yer çoğu şeyi kendine çeker, göğü bile. Ama toprağın, pardon yerin çekmediği şeyler de vardır. Bunu kabul etmek gerekir.

Peki doların düşmesinin tüm bunlarla ne ilgisi var?

Düşmeyi öğrenmek gerek. Nasıl düşülür onu da. Eğer taşıdığınız şeylerin altında kalmıyorsanız, boşluk bütün tasanızı sarmalar. Bir şeyin elinizden kayıp gitmesinin huzuru paha biçilmezdir. Çünkü düşen bütün ağırlığından kurtulur. Bunun için yere ulaşmaya dahi gerek yoktur. Daha ayağınız yerden kesildiği anda bu böyledir. Boşluğun kuralları başkadır.

Yükseklik korkusu mu vertigo mu?

Gurbet ne yana düşer, sıla ne yana..

"Vertigo tekrarlayan düşmelerin önemli bir nedenidir” diyor Prof. Dr. Ayşe Karan. Vertigo birçok nedene bağlı olarak düşme korkusunun tetiklenmesi sonucunda oluşuyor. Düşmeyi yalnızca hareketsiz kalarak önleyeceğini düşünen insan ise kör bir döngüye giriyor. Tıptan anladığım için alıntı yapmıyorum, anlamın yarattığı ironinin peşindeyim ben. Aynı makalede “yaş ile ortaya çıkan yalnızlık hissi” diye bir tanım var, düşmenin ana sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. Yükseklik korkusu ne peki? Onun yalnızlıkla bir ilgisi var mı? İnsan etrafında doldurulması mümkün olmayan bir boşluk ile doğar ve bununla yaşar. Düşmek bazen o boşluğun yer değiştirmesinden başka nedir ki? Boşluk insanı çağırmıştır. İnsan zihni, karmaşık bilinçaltını yorumlarken henüz iki ayağının üzerine doğrulamayan bir bebek gibi defalarca kez düşer. Karmaşaya maruz kaldığında kötü de olsa bir seçenek yaratıp bundan kurtulmak ister. Yükseklik korkusunu atlama hissi olarak tarif ediyor kimileri. Düşme isteğine teslim olmak da denebilirdi pekâlâ.

Hiç düşündünüz mü düşmek ne zaman trajik bir şey olmaktan çıkıp komik bir şeye dönüşüyor? O çizgi tam olarak nereye çekilidir?

Çaresizliğin getirdiği huzuru yaşadınız mı hiç? Yapacak hiçbir şeyinizin kalmadığını anladığınız o andan söz ediyorum.

Hüzün mesela düşen bir şeydir; mutluluk ise yükselen. Bir eve şin u şivan düşer, bir saça ak. Bir şehir düşer, biri o esnada gözden, bir başkası envanterden düşülür, aşka da düşülür, kara sevdaya da.

Kaldırın beni, şerefinize!

“Düşmüşem elden ayaktan

Kaldır beni kaldır beni”*

İster kendi içinize doğru, isterse kaysın ayağınız, tutunacak bir şey ararsınız. Doğrulmak için de nitekim.

Düşmek kelimesinin Aramice/Süryanice #mly מלי z "doldurma" kökünden türetildiği söyleniyor. Bir de bu kulakla bir kez daha dinleyelim mi bu güzel şarkıyı?

“Söyle güzeller şahına

Yüz süreydim dergahına

Söyle güzeller şahına

Yüz süreydim dergahına

Zehir olam kadehine

Doldur beni doldur beni

Beni beni beni doldur

Doldur beni kaldır beni

Beni dost”*

Doların bir yere düştüğü yok. Ya da düşmek öyle bir şey değil.

ARİN İNAN ARSLAN