Teksas Sokağı o kadar fantastik bir ortamdır ki girişindeki çeşmenin üzerinde Şey Wuşen heykelini gördüğünüzde anlarsınız.

“Sık sık dilenir misin?” diye sordu kadın.

Adam tereddüt etti cevap vermekte. Belki de böyle bir soruya hazır değildi.

“Dilenmeye alışıkmışsın gibi geldi bana. Hatta bu konuda çok başarılı görünüyorsun”*

Dilenmek bir kültürdür. Kovancılar'dan gelen dilencilerin kaç belediye dönemi zabıta devirdiklerini kendi gözlerimle gördüm. Bir zamanlar minibüslere doldurup şehrin dışına bırakmaya kadar gitti o iş ama onlar asla mücadelelerinden geri adım atmadılar. Başlarda Düzgün Baba’dan tutun Horîya Xıdır’a kadar dua edilecek her yeri ezber ettiler. Dilemek buraya kadardı, bundan sonrası direnmekti; öyle de yaptılar.

Kitabevine düzenli uğrayan bir teyze vardı. Kurmanci konuştuğu için iyi anlaşıyorduk. Birine para vermeyi hep aşağılamak olarak algıladığım için asla para vermiyordum. Bana her uğradığında ya kahvaltı yapıyor ya da lokantadan bir dürüm söyleyip karşılıklı sohbet ediyorduk.

Bunlar başlarda dua ile falan doğrudan para istiyorlardı. Sonra ellerinde el örmesi liftir, patiktir, tülbent gibi şeylerle gelmeye başladılar. Olay sadece dilencilikten çıkıp seyyar satıcılığa evrildi. Ama elbette olayın bir yeraltı boyutu var ama onu konuşmak bu yazının adabını aşar, onu belki başka bir mecrada anlatırım. Dilenmeye gelenlerin tamamı kadınlardan oluşuyor diyeyim, zaten gerisini kasabanın eril kültürü üzerinden tahmin etmek pek zor olmayacaktır. Neyse konumuz bu değil.

Neredeyse yirmi yıldır Teksas Sokağı’nda esnaflık yapıyorum. Şahit olmadığım şey kalmadı orada. İlk başladığımda konsomatris çalıştıran beş birahane, iki de pansiyon vardı bu sokakta; pansiyonlardan biri benim kitabevinin üzerindeydi. Konsomatrisler ve kitapları başka bir yazıda anlatırım, şimdilik dursun. Teksas Sokağı o kadar fantastik bir ortamdır ki girişindeki çeşmenin üzerinde Şey Wuşen heykelini gördüğünüzde anlarsınız. Burası bu haliyle Dersim’in mabedine giriyormuş hissini daha çeşmeyi geçerken verir insana. Ama gel gör ki o hava kırıldı, düzen geldi, dükkanlar el değiştirdi. Bir zamanlar pencerelerinden molotof kokteyli atılan ve haberlerde izlediğiniz mekanların çoğu bu sokaktadır. O birahanelere karşı ayağa kalkanların çoğu dağıldı gitti, başka çok şey oldu sonrasında.

Geçenlerde dilenci kadınlardan biri nereden geldiği belli olmayan erkek bir dilenciyle tam çeşmenin orada karşılaştı. Adamın nereden geldiği belli değil, çünkü kara düzen dilenmesinden hemen anlaşılıyor. Kadına yanaşıp para istedi. Kadının cevabı baş döndürücüydü: “Biz de hep başkalarından topluyoruz” dedi. Dilenerek edindiği şeyi başka dilenciye gönül rızasıyla vermek istemez kimse. Bu da burada dursun. Belki bir gün afişlere bunu da yazarız.

Dilenmeyi anladık, peki dilemek ne?

Söyleyeceklerimi ucuz siyaset ağzıyla eğilip bükülmeyeceğini dileyerek devam edeyim. Dersim son yirmi yıldır sol, sosyalist, yurtsever belediyeler tarafından yönetiliyor. Bunlar bazen başkan, başkan yardımcısı, bazen ise belediye meclis üyesi olacak şekilde yer değiştirdiler. Yani kasabanın ileri gelenleri orasında ya da burasından tutsalar da bir şekilde oluşan tablonun faili konumundalar. Peki yirmi yılda ortaya nasıl bir tablo çıktı dersiniz? Dersim’de orta halli bir ailenin ilkokul öğrencisine bir defter ve kalem verin, anne babalarının neler konuştuğuna dair bir paragraf yazmalarını söyleyin; yirmi yılda bu kasabada yapılanlar bu çocuğun aklında kalanların ilk iki cümlesi dahi etmez. Ne kadar acı değil mi?

Bütün partiler dileklerini yazar seçim afişlerine.

Munzur Festivali neden iptal oldu siz anladınız mı? Ben hâlâ nedeninden emin değilim. Ama bildiğim acı bir nedeninden söz edebilirim: Fiziki mekân bulunamadığı için. Nedir fiziki mekân? Yirmi yıldır şehri bisküvi kutuları dikmeleri için her karışını bir müteahhite ihale eden, imar eden, yasa geçiren belediyelerimiz, konu buralara geldiğinde imkanlardan söz ederler. İçerisinde beş yüz insanın oturabileceği bir tane binamız yoktur. Kapıdan gireriz, uzun bir koridor olur, sonrası hep iki artı bir. Konser yapmak için gider valilikten stadyum dileniriz. Valilik resmi yazışmalarla işi yokuşa sürdüğünde de direniş, mücadele, zafer, ağzımıza ne gelirse söyleriz. Ama kasabamızın okuması gelişmiş, pratiği saklambaç oynanan günlerde kalmış bu vizyon yoksulluğu, daha çeşmenin oradan geçerken gözünüze çarpar. Hangi çeşmenin oradan?

Dersim’de kaç tane bedava akan çeşme var hiç saydınız mı? İki nehrin birleştiği yere kurulan bu kasabada ikinci bedava akan çeşmenin emniyet tarafından yapılması, adının “Bir Dost Eli” olması ve kimse orada ellerini dahi yıkamıyor diye bir süre sonra yıkılıp kaldırılması size de acı gelmiyor mu? Yirmi yıllık pratiğimiz bize üç tane bedava akan çeşme kazandırmamıştır ama bizim en çok birbiriyle mücadele içinde olan partilerimiz yarın gelip Venedik Belediye Başkanlığı için oy isteyecekler. Çünkü kimse ne dilediğinin ayırdında değil; öyle mi demeliyiz?

Bu yazıyı yazmak neden icap etti?

Bugün Zülfü Livaneli’nin belediye tarafından düzenlenen bir söyleşisi vardı. Dışarda kıyamet yağmur var. Ben de son on dakika kala çıkıp gittim; nasılsa kimse bu havada gelmez diye. Belediye merdivenlerine vardım, kapının önü insan kaynıyor. Kesin saate yanlış baktım, kaçırdım diye düşündüm ama bir yandan da içeri girip devam ettim. Merdivenler de insan doluydu. Duyan herkes oradaydı demek ki. Belediyenin bisküvi kutusu mimarları tarafından çizilen ve her şeyden azar azar keserek müteahhitlerince inşa edilen içler acısı konferans salonunda, insanlar üst üste oturarak Zülfü Livaneli dinlediler. Yarısından çoğu da benim gibi dönüp evine gitti. Zülfü Livaneli bu yazı yayına girdiğinde çoktan evine varmış olacak. Ama bizim yan yatırılmış sigara kolisinden feyz alınarak yapılan belediye konferans salonu ile imtihanımız asla bitmeyecek.

*Yerdeniz Büyücüsü, Atuan Mezarları, Metis Yayınları