Xeriv xeriv keko,wez birinem

 

Xeriv xeriv Biro Wezbi birinem

 

Tevle ve pepuke daye W’ez dixwinim

 

Tevle ve pepuke ane dixwinim

 

Çadır bı çadır digerim

 

Çadıre biraye xwe wez nabinim

 

 

 

Uzaklarda bir yere dökülüyor bakışlarım. Dersim’e.Son günlerde tartışılan Dersim katliamı,

 

Bir yerde yanılgılarımız ile birlikte bizi büyüklerimizin anlattıklarına, o kanlı coğrafyaya tekrar

 

Bakışlarımızla beraber adeta sürüklemiş oldu. Belki de kendimize ulaştırdı.

 

         Başkası olmak ne kötü bir şeydir. Oysa kendimizden ne kadar uzaktaymışız. Boynumuzda boncuk boncuk dizilmiş acılardan mı kaçıyorduk. Neden en sarp yollara vurduk kendimizi. Hangi sevdaların karanlıklarından kaybolduk ki; yıllarca yüreğimizin derinliklerinde gün ışığına çıkartmamışız bu acısı dinmek bilmeyen yaşanmışlıkları. Hangi zamana saklamışız sürgün okları yerken. Neden onure etmişiz yakamızdaki rozetlerle rehine düşüşümüzü. Yoksa çaresizliğimizi, yüzümüzdeki son izleri silmek, tarihe kara leke olarak düşen o yılları unutmak adına mı ömrümüzün çöllerine sürüklenişimiz.

 

         Onlarca yıldır göğüslerinin en derin yerinde soluyordu Dersim’in bu yiğit halkı. Sessizliğin sesi olmuşlardı sanki oysa kimse bunları duymadı. Kimse sormadı dertlerini. Biliyorlar ki, kötü kokular yayılacak geçmişin molozları altında. Bir nevi bataklığı karıştırmamak gerekirdi ki bir yarısı bozulmuş, diğer yarısı felç olmuş saltanatları yürüsün.1938’li yıllarla, Dersim’e yönelik konuşulmasın, belgeler, arşivler, resimler, yazışmalar, yaşayan tanıklardan söz etmeyin diyen bir zihniyetin tedirginliği, rahatsızlığı ve olaylara şaşı gözle bakan aydınların istediği nedir? Kendisine yabancılaşmış, kültürel ve manevi değerlerinden uzaklaşmış bir topluluğun, kültürel benliğine, tarihi soyluluğuna dönememelerinden mi beylerin bu rahatsızlığı. Dersimlilerin hoşgörüsünü bile hor gören bir zihniyetin, ışıktan ve şeffaflıktan korkanların kafalarını derin karanlıklara ve kuma gömmeleri gerekmez mi? Halbuki Saydamlık öyle bilge sessizliklerdir ki, içleri ve ilişkileri en duru su gibi berraktır.

 

         Günlerdir düşünüyorum. Günlük gazetelerde yazılanları okudukça, TV, Tartışmalarını, sokaktaki insanların görüşlerini dinledikçe düşüncelerim adeta geriye doğru koşuyordu. Aslında duyduğum, okuduğum olmuştu, biliyordum olan-biteni. Ancak nedense çocukluğumda dinlediklerim bir yazılı tarih gibi, ay gibi gözlerime yaslandı. Ağıtlar geldi aklıma. Ağıtlardır, öykümüz, şiirimiz, acımız ve tarihimiz. Yazılmayan bu masumane tarihimizin tek kanıtı, vakitsiz ölümlerin, toplu kıyımların en son sesi bu ağıtlar. Munzur’un kızıllığına tanık olanların, süngülenen bebelerin çığlığını duyanların, sürgüne gönderilenlerin son bakışı, hasretidir bu ağıtlar.

 

         Dersim 38 insani duyguların dibe vurduğu bir tarihtir. Olayın ardında binlerce ölü beden ve yine binlerce insanın sürgünlere, asimilasyonlara yollandığı tarihin kara deliğidir. Yüzlerce çocuğun Geçmişini silmek adına medeniyetsizliğin medeniyetine göndermektir. Hala mı yüzleşmeyeceğiz. Kimseye düşmanlığımız yok, yüreğimizde dünyaya yetecek kadar sevgimiz vardır. Ancak yüzleşme adına, Dersim’in siyasette canlı tutulup “bağmancı dövmek” adına hareket edenlerin, siyasi şova dönüştürme çabalarının

 

Belli merkezlerce yapıldığını bilmeyenimiz yoktur.

 

         Ah bu iyiler. Bu iyiler var ya, gerçeği hiç söylemezler. Halbu ki bu iyilerin kötü dediği bütün şeyler bir araya gelsin ki, gerçek doğsun. Nedense gerçeği bir tüccar mantığıyla satın almaya kalkışan bu iyiler. Zaten dünyaya kötülerin verdiği zarar değil, iyilerin verdiği zarar en zararlıdır.”Yapmayın etmeyin, ayıptır, günahtır, zülumdur.”

 

Hüseyin KAYA