Uzun zamandır Özgür Dersim’de yazamamanın yalnızlığını yaşıyordum. İnadımdan vazgeçerek, yeniden çaldım kapınızı. Yeniden merhabalar…

Meğer ne çok özlemişim, doğasını, çiçeğini, havasını ve suyunu. Munzur’un coşkunluğunu özledim de, öyle geldim. Sütten yeni kesilmiş çocuk gibiydim, eksikti bir yanım. Odamda kimsesizdim. İnadımdan vazgeçtim işte!

Zaman ne çabuk geçiyormuş meğer. Boşluğa düşer gibi, iz bırakılmayan yolcusuz bir yolda düşürdüm düşlerimi. Uzaklar, damla damla yaş olur, asılır kirpiklerime. Ağlarım, boşluklarda süzülen özlemlere. Şimdi hayallerimi toplamaya çalışıyorum ve gök mavisine boyadığım acıların nöbetindeyim.

Hasret işte, ömrümüzü peşkeş çeken gurbetin en derin yerindeyim. Mağdurum, acılarım var savrulmuşluklarda. Özlemlerim, bir dost sıcaklığında değil artık. Yabancısı sayılırım, göremediğim memleketimde. Dokunamıyorum, duygularım kördüğüm, ayrıldığım günden beri. Düşürdük mü, yoksa çaldırdık mı içimizdeki özlemişleri?

Ah ah! Hangi cümlelerle anlatsam kendimi, hasretimi. Nasıl anlatsam, zifiri karanlıklara boğdurduğumuz aydınlık günleri? Bilirim,  şimdi özlemlerimin döküldüğü coğrafyada, mevsim ayazdır. Günler ağırdır ve rengini mevsime çaldıran ağaçlar suskundur. Çoktan toplamış eteklerini sarmaşıklar. Kırlar hüzün tarlası gibidir…

Yeniden merhaba, ey siyaha boyadığım özlemlerim, anılarım. Susturduğum bir yanım, özlediğim dostlarım ve hasret kalmışlığım. Meğer hasretten önce, hasret kalmışım. Artan sevgisizliğe inat, sevgi ile özlemişim sokaklarını, havanı ve suyunu…