Şimdi ayazın çıldırırcasına doğayı kıskacına aldığı mevsimdir.  Eksilerde seyreder silikleşen anılar. Ve Şubat ayı mevsimin selamını çoktan söylemiştir palavra meydanına. Bütün itirazların seslendirildiği sanat sokağında rüzgarlar dört bir yana haber yollamak için sabırsızca esiyordur. Üşüyen bir kentin çığlıkları yenileniyor  ayazları delerek..

 

        Ne desem, nasıl anlatsam da; sanki mevsimin karları yüreğimde eriyor. Bütün ayazlar bir vurgun gibi susturuyor sitemlerimi. Düşünmek bile yalnızlaştırıyorken yorgun kalmış düşlerimi, sevgi sözcükleri vuruluyor Suriye sokaklarında. Kerbela yineleniyor karanlık insanların uçurumlarında.  Ve kutsal savaşların vahşeti tehditler savuruyor uzun yolculuklardan getirdiğimiz değerlerimize. Şimdi Dersim’de yankılanacak sıcaklık, ayazla beraber bir vahşeti de yakacaktır. Aşka, sevgiye kanat olacaktır haykırışlarınız.. Öyle ki; Munzur köpürecek seslerinizle.

 

        Deli rüzgarların estiği ve bütün suskunlukları alıp götürdüğü bu mevsimde, Dersim beyaz karlara hasret kaldı. Beyaz güzelliklerini özlediğimiz görüntüler yok gibi. Katıksız bir ayazın hükümdarlığında, güne başlamanın boşluğu bir yas gibi gelir insana. Munzur’un söylediği ağıtlar duyulmuyor. Dağları “of” çekecek kadar suskun ve bir o kadar beyaza hasret. Kim bilir, belki yaşanmış bütün mevsimlerin çaresizliğidir, kar taneciklerinin buralardan göçüp gitmesi. Belki de gam ve keder yüklü coğrafyanın kaderidir, tenimize dokunan ayazlar. Oysa dilini anlamakta zorlandığımız ihanetler, bir küfür gibi, ayazdan da beter olurken, beyinlerimiz bize ait olmayan hayallere yataklık ediyordur.

 

        Dersim, yazılmış fermanların küf bağlamış karanlıklarını yırtmak üzere. Göğsünde, yaşamış bütün Sürgünlerini geri çağıran bir hazine ve ağıtlarına tutuşturulan acılar bir kez olsun terketmedi. Koynunda Beslemedi ihaneti. Saymak olası değil, bu zemheri ayında gök üşürken yaşananları. Munzur’un akışındaki ses, bir çobanın kavalındaki ses kadar acıklıdır. Yıldızlar bile donarken bu mevsimde. Ağladı ağlayacak sokak kedisi. Çaresizlik dersen, gözlerde eriyen bir yalnızlık gibidir. Ayaza rağmen umutlar örülür, adı bilinmez şafaklarda. Takatı kesilmiş bekleyişlerde eriyorken zaman, keklik sesleri hasreti anlatır dağlarında. Anlatmak zordur seni, umutlarını bahara saklamışken. Bir kavga kadar zor ve acıyı bal eylemiş bir öykünün göz yaşları iken. Ve özlemin renksiz bir günah gibi yüreğimde hala..

 

        Şimdi mevsimin ayazı yutmuşken suskunlukları, karanlık öykülerden aydınlığa rehin düşer elbette günler.  Gözlerimde gömülü Munzur vadisi, dündül tepesi ve kulağımda esen rüzgarların sesleri içimdeki fırtınalarla sen düşüyorsun. Bütün efkarlar yüreğimde demlenmişken, özlemişliğimde boğuluyor içimdeki anılar. Seni unutmak demek yüreğime yıldırımları düşürmek kadar ihtimal dışıdır. Yeter ki içimi kemiren tedirginliğimi anla...

 

        Unutma! Mevsimin son öpüşüdür, bahar gözlerinden. Oysa beyaz gelinliklerden yoksundu mevsim. Munzur küskün, dağların efkarlıdır, susuzluk kül renginde bir acı olacak diye. Salkım söğütlerin isyanda, mor menekşelerin üzgün, yerler suskunluğunda kör karanlık. Mevsim küsmüş mü ne?

 

Hüseyin KAYA