Doğup büyüdüğüm, ağladığım ve güldüğüm belki de beni ben eden sılam, toprağım Pertek. Beni hayata ve tarihin derinliklerine götüren bağlarım, geçmişim ve geleceğim, anılarımın kalbi Pertek. Bir annenin ağıdı kadar acıklıdır bende bıraktıkların. Ve maalesef ayrılık ikiyüzlü bir kılıç gibi ayırdı ve yaralı bir ceylan gibi düşürdü yollara.

 

            Sıvaları dökülmüş kerpiç evlerinde ne hayaller kurar ne hayaller öldürürdük. Dostlukların sıcağında eksiltirdik zamanı. Birimiz hepimiz, hepimiz birimizdik ve yaşamımızı sunardık arkadaşımıza bir çiçek niyetine. Yüreğimizdeki sevgi Düzgün baba gibi kutsaldı. Munzur’un suyu kadar berrak ve temizdi. Geçmiş ile gelecek arasında yedi renk gök kuşağıydık, köprüydük kalpten kalbe. Kaçak düşlerimizi seriyorduk Pertek’in yeşiline. Veya geleceği çoğaltmanın telaşındaydık, tarlada, köy evlerinde sohbetlerin koyuluğunda. Aşk niyetine, sevda gibi.

 

            Sözlerimiz sessizlikleri yırtarcasına gür çıkardı. Gözlerimiz kavuşmayı bekleyen bir isyandı adeta. Eteğimizde güneş, yakamızda yıldızlar vardı. Yüzlerce güzelliği yüreğimize sığdırmanın mutluluğu taşıyordu gözlerimizden. Parasız, pulsuz olmamıza rağmen yarının hoşluğu yüreklerimizden dışarı taşarcasına doluydu. Açtık, yoksulduk, yaşanmışların tanığı yaşanacakların kahramanlarıydık. Telaşlıydık, hırçındık ve kısaca sırtımızda taşıdığımız hayallerimizin gerçeğiydik.

 

            Bizler ki, yaşamı aşk niyetine içimize çekmiş, göksümüzde nice sevgiler büyütmüştük. Şimdi ise bütün değerlerimizi gecelerin koynunda bırakarak içimizdeki umutları kendimizle beraber sürgünlere yolladık. Yaşam, bütün dağlar üstümüze çökmüş gibi ağır geliyor bize. Hüzünleniyoruz. Öyle ki; bir kentin bize ağlamasını istiyoruz. Ya da, kaldırımlarda gezinen insanların bakışlarındaki acımayı, tenimizde hissetmek istercesine küçülüyoruz. Yani içimizde öldürüyoruz kendimizi. Ve bu yolculuk sonrası bükülürken boynumuz, her kaçış bilinmedik denizlerin bağrında son buluyor. Bu konuda yazdıklarımız ise, sadece beyaza sürülmüş bir leke olarak kalıyor hafızalarımızda. Anılarımızı yaşamın saksısında sökmek gibi.

 

            Elbette yüreklerimiz puslu surlardan geçerek bu güne gelmiştir. Yol ayrımlarında yorulup, belirsizliklerde kaybolanlarımız olmuş. Bütün olumsuzluklara rağmen yaşama sürmeli her insan kendini. Çılgınca, sevdalanırcasına. Yüreklerimizdeki baharları yaşamak için çok mevsimleri, yılları bir anlamda zamanı uğurlamalı ki mevsimler sahibine varmalı. Sanırım içimizdeki aşk ve sevda hala diridir. Sevgimiz ise diken tutkunu kuşların aldanışları hiç değil. Yollara düşmüş bir susuş, geçmişe doğru bir bakış bir gülüştür.

 

            Şimdi biten bir ezberden sonraki boşluktur evveli. Söylenmemiş bir söz, bir masal veya bir yalan gibi mıncıklıyor anılar ömrümüzü. Sanki gök mavi, Munzur berrak ve duru, Pertek yeşil değilmiş kadar, sanki hasretin ortasında değilmişiz, sanki gurbet yokmuş kadar yalan.

 

            Kaç yarındır bu ayrılık, bu sevda ve özlem. Kaç bahar, kaç kıştır bu hasret bilir misiniz?

 

 

Hüseyin KAYA