Bir yerlere kıstırılıp kalmanın ve susturulma hesaplarının yapıla geldiği bir sürecin yorgunluğundayız. Ve hayat buzdan bir bayram yeri gibi. Adım başı çoğalarak devam eder rüyalarımız. Yaşama dair yazılan bütün senaryolar bir yalvarış sahnesi, bir arena. Durmadan dönen bir çemberin içinde yüreğimizden kopan her aydınlığın rehin kalması ve sevgiyi çoğaltamamanın yorgunluğu. Ayaklarımız yorgun, ellerimizle de üstümüze sinen kirlilikleri silmeye çalışıyoruz.

 

Varlığımızı saran, rehin alan bu korku, aymazlık ve çürüme bize sunulan ya da dayatılan veya kulağımıza küpe olacak cinsten bir rastlantı mı? Veya boranların okşadığı bir mevsimden sonraki kaçınılmaz ruh hali mi? Evet erozyona uğrayan değerler sonrası, nedense çoğumuz tövbe ayinleri yaparcasına geçmişe takılıp yüreğimizdeki buz dağlarını eritmeye çalışıyoruz. Yani içimizde saklanıyoruz. Oysa nereye dönsek, dökülen, yok olan bir yanımız yüzümüze çarpıyor.

 

Çoğumuz düşler kurardık, her biri göğün maviliklerini öperdi. Gelecek bir güneş gibi içimizi ısıtıp, aydınlatıyordu. Şimdi ise insanların yüzlerindeki mutluluk, kuruyan bir yaprak gibi kaldırımlara düşüyor. Gelecek kaygısı bir ömrü ateşe vermek kadar hazin. Bu ses bizim mi, bu ruhla günlerimizi mutlu bir geleceğe iliştirebilir miyiz? Evet, biz ki kendimizi, gerçekliliğimizi en sevimsiz şeylerle örtüp, lal düşlerimizi yiye yiye hayatın içinden geçiyoruz. Nedense gözlerimiz yağmaya hazır bir bulut gibi ağlamaklı.

 

Bazen gurbet olur, içimizde hasret çekeriz. Bazen ayrılık olur, kendimize türküler söyler şiirler yazarız. Veya hayatımız bizden öyle uzak ki ve o kadar yalnızız ki, bütün aşkları yüreğimizde boğarız. Bütün renkleri çöl olan yüreğimizde soldururuz. Öyle zaman olur ki, sevgiler bile çaprazımıza düşer. Benlik ve bencilliklerimizle güzelliklere meydan okuruz. Kendimize saldırır, kendimize ihanet ettiğimizin resimlerini çizeriz erişebildiğimiz yerlere.

 

Acaba yüzyılların kozasında örülen insani yanlarımız can mı çekişiyor. Veya dirhem dirhem sökülüyor mu tekrar yüreklerde. Nereye dokunsak, neyi anlatsak, nereye dönsek batan bir diken gibi acıtıyor canımızı.

 

Ya bu olumsuzlukları bir kambur gibi sırtımızda taşıyacağız. Ya da yüreklerimize gün ışığı doldurup, sevgiyi gözlerimizden dışarı akıtıp, aşkı, sevgiyi ve güzellikleri fısıltı olmaktan çıkartıp yüksek sesle bağıracağız. Mevsimlik değil, yılları yaşamaya çalışacağız. Çağın olumsuzluklarını buruşturup çöpe atarak başlayabiliriz.

 

Hüseyin KAYA