Hafta sonuydu. Sonbaharın renkli güneşli sıcak günlerinden biriydi. Torunlarımla bağda, sonbaharın güzelliğinde kelebeklerle, yerlere sepilmiş renkleri ile buluşmak, onlarla birlikte vakit geçirmek istemiştim.

    Önce ROJFERİ aradım. “Büyük baba çok isterdim. Ama gelemeyeceğim. Çünkü çok ödevim var. Akşama kadar ancak onları yapabilirim” dedi.

    RONYA YI, aradım. O da  “Büyük baba çok ödevim var. Bağa, gelmeyi de çok istiyorum” dedi. İsyan etti. “Büyük Baba, hafta sonu bir gün bile dinlenmemize izin vermiyorlar. Annemizle, babamızla, birlikte vakit geçirmemize, pikniğe gitmemize izin vermiyorlar. Arkadaşlarımızla mahallede oyun oynamamıza izin vermiyorlar. Hikâye kitap okumamıza, izin vermiyorlar. Sayfalar dolusu ödev veriyorlar. Verilen ödevler yetmezmiş gibi bir de hafta sonuna kurslar konuluyor. İsteyenin katıldığı kurslara katılınmayınca öğretmenlerimizin bakış açısı değişiyor” dedi.

   RONYA’NIN isyanına, tepkisine, hem şaşırmış. Hem de gönülden katılmıştım. Hala ödev, üstelik sayfalar dolusu. Anlaşılan öğretmen kendisi öğretmek istemiyor. Verdiği ödevlerle, öğrencilerin kendilerinin öğrenmesini istiyor.

  Bu köşede yıllarca bu konuyu, ölçüsünden fazla ödev vermenin yanlışlığını dile getirdim. Devlet katında yöneticilerle, eğitimcilerle, bu konuyu paylaştık. Yanlışlığında hem fikir olduk. Buna rağmen hala bu yanlışlıkta ısrar ediliyor.

   Uygar ülkelerde, çocuğun, özel yaşamını çalan ödev yoktur. Okulun, eğitim kurumunun, bütün eğitim öğretim çalışmaları, sınıftadır. Almanya’da gidip gördüğüm sınıflar, aynı zamanda bir atölye, bir laboratuar, bir resim sergisi gibiydi. Öğretmen öğrenci iletişimi, diyalogu, bir arkadaş ortamı, bir sıcak yuva gibiydi.

   Hafta sonunu çocuktan alan, çalan, çocukluğunu, yaşamasına izin vermeyen çocuğu, çocukluğundan uzaklaştıran, ödev bir işkence türüdür.

   Lütfen, bu kolaylığa bu işkenceye son verilsin. Yetkililer, gerekli olan uyarıyı yapmalıdırlar.

    İsyan eden RONYA, ödeve rağmen bağa geldi. Güneşli sıcak havada mevsimin tadını çıkardık. Yakaladığı kelebekleri, avuçlarını açarak uçurduk. Karakargaların çağrılarını, konuşmalarını dinledik. Dökülen yaprakları, Sonbaharın diğer adı HAZAN MEVSİMİNİ, üstüne yazılmış şiirleri, şarkıları, konuştuk. RONYA, Et kokusunu alıp bağa gelen kedileri sevdi. Karınlarını doyurdu. Taşların üstüne resimler yaptı.

   Ödevleri de akşam yapacağını söyledi.