1930 doğumlu 85 yaşındaki tanık, katliamın yaşandığı 1938 yılında, 8 yaşındadır.
  Uzun yıllardır, süren bir dostluğumuz vardı. Mazgirt ilçemizde, bizim gazete bayimizdi. Şimdilerde emekli bir memurdur. Ülkenin çeşitli illerine dağılmış çocuklarının yanından yeni gelmişti. “Acelen neydi biraz daha kalsaydın gezseydin. Nasılsa çocukların sana çok iyi bakıyorlardı” dedim. Güldü. “Doğru, sağ olsunlar, çocuklarım, bana çok iyi bakıyorlar. Şikâyetim yok. Buna rağmen, belli bir süre sonra DERSİM, memleketim, burnumda tütüyor. Çocuklarımın sevgisi, özlemi, olmasa inanın buradan hiçbir yere gitmem” dedi.
   Eşini kaybetmiş. Yalnız yaşıyordu. Sağlıklıydı. Konu yaştan açıldı. Yaşını sordum. Gülerek, “tahmin edin” dedi. Tahminimizde yanılınca, gülerek, “85 yaşındayım. 1938 yılında 8 yaşındaydım. O günleri hatırlarım” dedi.
   O günleri yaşadım. Demesi ilgimi çekmişti. “O zaman, hatırladıklarını bize de anlat” dedim. Kırmadı.
  “Hocam” diye anlatmaya başladığında sürekli gülümseyen yüzü soldu. Yaşadığı o ruh halini anlamamı, benim de hissetmemi, istercesine gözlerini, gözlerime dikerek, üzgün baktı.
  “Biz Mazgirt’in, MUHUNDU nahiyesinin, köylerinde BABA MANSURLU SEYİT Ailesindeniz. Babam, TERCANLI, sevdiği kadının, annemin, peşinden giderek TERCAN’DA, evlenmiş. Oraya yerleşmiş. Ben orada, Tercan’da, doğmuşum. Beş yaşına, geldiğimde, babam beni bir eşeğe bindirerek, annemi, hayvanlarımızı, köpeğimizi, alarak memleketimize, MUHUNDU’YA doğru yola çıktık. Beni eşeğe bindirmişlerdi. Günlerce, eşek sırtında yol aldık. Nazimiye’ye, geldiğimizde süvari jandarmalar, yolumuzu kesmişti. Sorgu sualden sonra bizi bıraktılar. 1935 yılı, ben henüz 5 yaşındaydım. O günleri hep hatırlarım. En çok unutamadığım, hatırladığım günlerdir.”
  Ismarladığım çaydan bir yudum alan o günlerin tanığı, anlatmaya devam etti. “Köye geldik. İçinde kalacak evimiz yoktu. Ev yapıncaya kadar amcamın evinde kaldık. Hayvanlarımız onun ahırında kaldılar.
  8 yaşına geldiğimde, beni köyümüze, yakın MUHUNDU Nahiyesindeki okula gönderdiler. Kalem tutmayı, bazı harfleri yazmayı bildiğimden beni ikinci sınıfa kaydettiler. 1938 yılıydı. Korktuğumuz haberler gelmeye başlamıştı. Gelen haberlere göre asker, kıra, kıra bizim köylere doğru geliyormuş. Temmuz, Ağustos aylarıydı. Korkumuzdan, köyü terk ederek ormanlık, dağlık, yerlere gittik. Günlerce orada saklandık. Askerin gelmediğini öğrenince tekrar köyümüze döndük. Sonra askerler, gelip bizim köyden, komşularımızdan 13 kişiyi alıp götürdüler. Komşularımız, bir daha geri gelmedi. Konuşuyorlardı. Askerler, alıp götürdüklerini, Mazgirt’te kuşuna dizip kırmış. Yakın köylerimizden de götürmüşlerdi. Onlarda geri dönmemişlerdi. Onları da kırdıkları söyleniyordu. Bizim aileden kimseyi götürmemişlerdi.”
    Kendisine sordum. “Götürdüklerini nasıl seçip götürüyorlarmış.” Dedim. “Köyün ileri gelenlerini, söylentilere göre ihbar edilenleri götürüyorlardı. Hâlbuki hepsi günahsız, hiç bir olaya karışmamış, Devlete karşı gelmemiş, insanlardı” derken yüzündeki üzgün ifade daha çok belirginleşiyordu.
   O, anlatınca, aklıma, babamın anlattıkları geldi. Rahmetli, Köyde olmadığım bir günde, askerler, gelmiş, DEMENAN aşiretinden olanları, benim de aynı aşiretten olan, çocuk yaşındaki, kız, erkek, yeğenlerimi, alıp götürmüşler. Muhtardım. Hemen Mazgirt’e gittim. Kaymakama, yüzbaşıya çıktım. “Benim yeğenlerim” dedim. Bir yazı vererek, “git al” dediler. Dedikleri yere gittim. Yüzlerce insanı çoluk, çocuk, kadın erkek, doldurmuşlardı içeri, yeğenlerimi alırken, çevre köylerden tanıyanlar, “bizi de çıkar Ahmet Ağa” diye yalvarıyorlardı. Sonradan örgendik ki hepsini götürüp kalenin önündeki göl bağında, ağır makine ile kırmışlar” diye anlatmıştı.
    1938 yılında, 9 yaşındaki, abim de, “Çayın ağzına gitmiştik. Suda küçük bir çocuğun cesedi yüzüyordu” diye anlatmıştı.
   O yıllarda, yapılan korkunç katliamda, çoluk, çocuk, kadın, erkek, suçlu, suçsuz, ayırımı yapılmamıştı. Yapılan, insanlık dışı, acımasız katliama, o günleri yaşayan, hemen herkes, tanık olmuştu.
   Bir an için, o yılları yaşayan biri olduğumu, yakınlarımın alıp götürüldüğünü, bir daha geri dönmediklerini, düşündüm. Gayri ihtiyari, irkildim. İrkildiğimi gören o günleri yaşayan tanık, “o kadar çok şey anlatıyorlardı ki, neler olmamıştı ki o yıl, Hocam, hiç sorma” dedi.
  Sürekli gülen yüzüne, hala gülümseme gelmemişti.