Bugün 14 Mayıs 2020. Coronavirüs salgını nedeniyle evde oturuyorum. Bu oturma esnasında sıkılan canımızın vakit geçirmesi için genelde kitap okuyoruz.

Ve dört beş makale de Özgür Dersim Gazetesi’nin Değerli Yazı İşleri Müdürü Ercan TOPAÇ vasıtasıyla gazetede yayımlandı. Kendisine teşekkür ediyorum.

Bugün Sayın Erdoğan YALGIN’ın “Dersim’in Gizemli Tarihi-2” kitabını okuyordum. Kitabın 108 ve 109. sayfalarında Hazreti Pirin Evladı birinin yaşadığı bir kısım olayları yazmış.

Okuyunca olayın bizzat canlı şahidi olarak bu konuyu adım adım gerçek oluşumuyla anlatmayı bir görev bildim. Olayın tam gelişmesi şöyledir: Tahminime 1955 yılında itibaren Pertek’in Kolonkaya (Kaveler) ki bu köy 6 mezradan oluşuyor. Şah Abbas isminde biri geliyor. “Ben, Hacı Bektaş evlatlarındanım” diyor. Bir iki ay oralarda kalıyor. Bu adam keramet gösteriyor. İp bağlıyor bilmem neler neler yaparak halkı kendine tam bağlıyor.

Hatta bizim köye de geldi. Halk kendisine hürmet, saygı gösterdi. Cem bağladı. Bir gece sonra geçip gitti yine Kaveye. Bu adam, bazı bölgelerde isim yaptı. İşte o zaman Sayın Erdoğan YALGIN’ın anlattığı olay oldu. Yani 1959 yılının kışında o tarihte ben askerden dönmüştüm. Babam köy muhtarı idi. Nahiye müdürümüz Nazımiye’ye bağlı Büyükyurt Köyü’nden Ali Sarıçiçek idi. O ara, Pertek’e yani kazaya gidip gelenlerden bir havadis yayıldı.

O Kaveler’e gelen şah Abbas meğer yalan söylemiş. O, Hacı Bektaş evladı değilmiş. Gerçek Hacı Bektaş evladı, gelmiş Kaveler’de onu arıyor. Bir yaygara başladı. İki, üç gün halkın ağzında “yeni Hacı Bektaş evladı şunu yapmış, şunu söylemiş” derken bir gün yeni Hacı Bektaş evladı gelip bir gün Beydamı (Balışer)’e gitmiş.

Orada Piranlıların bir kısım adamlarını alıp Hacı Bektaş’a götürecekmiş. Bunu işiten Helifanlılar, tutuşmaya başladı. “Vay bak Piranlılar böyle yapıyorlar da Helifanlılar bir şey yapamıyor” diye devreye girdiler. Velhasıl Helifanlılar da evladı resula kavuştular. Onları da davet ettiler. Fakat milletin bu kadar kandıran şu idi.

Bu pir evladını ben gördüm. Beyaz renkli Malatya plakalı bir arabayla gelir akşama kadar ne yapsa yapar akşam Elazığ’a döner. Sabahtan gene gelirdi. Milleti aldatan en büyük uydurma da şu idi. Dede akşamları Malatya’ya gider Hüseyin Doğangilde yatar. Bu araba da Hüseyin Doğan’ın arabasıdır denilirdi. Çünkü Hüseyin Doğan Dede, memlekette hatırı sayılır büyük bir mürşit idi. Bir gün saat on iki bir arası bizim köye haber geldi. İşte o hazreti pirin evladı gelmiş caddede köye gelmek istiyor. Millet ben dahil koşa koşa gittik. Yolda epeyce kar vardı. Karları çiğneyerek yolu açtık. Alıp köye getirdik. Rahmetli Hüseyin Kaya’nın evine misafir oldu. Millet odaya dolmuş orada ayakta duran Kekil Öner’e “hemen köyü dolaş herkese haber ver. Çeralıklarını getirsinler ben gidiyorum” dedi.

Bu arada o daha bizim köye gelmeden Ali Sarıçiçek babama şunu söylemiş: “Muhtar bu adam bir dolandırıcı olmasın. Bunu bir nahiyeye götürüp araştırayım” demişti. Onun için babam bana “git o ne yapıyorsa gel söyle” dedi.

Ben bir yandan gerçekten dedeye saygı hürmet ederken yaptıklarını takip ediyordum. Bir saat kadar sonra Kekil Öner geldi. Köyden gelen yoktu. O köye gelirken yanında üç kişi vardı. Allah hepsine rahmet etsin. Birisi Kasım Özer Dede. Biri Balışer’den Hıdır Doğan, üçüncüsü ve bence en mühimi olan Öğretmen Hıdır Çağ yani “Hıdi Hesi Çığeki” Bana göre bu milleti tangoya düşüren o idi. O arada istifade etmek için yönetiyordu. Halk kimse gelmeyince kağıt kalem aldı Hıdır Çağ’a “buraya gelmeyenlerin ismini yaz bunlar hazreti pirin düşkünleridir” dedi. Kekil Öner söyledi, Hıdır Çağ yazdı. Kalkıp gittiler. Bu arada Hüseyin Kaya’nın evinde şu sözü söyledi: “Helifanlılar da Piranlılar da ellerinde ne varsa belgelerini alıp şu köye, Tozkoparan’a toplansınlar. Orada sizin cemaatinizi yaparız” dedi ve gitti.

Denilen günde yani iki veya üçüncü gün Tozkoparan’da halk toplandı. Büyük dede geldi. Zaten Piranlıların ellerindeki belgeleri ne ise kendisine söylemişlerdi. Yalnız Helifanlıların şeceresi Tozkoparan’da olduğu için orada toplanmışlardı. Dede tam sarhoş bir kafayla geldi. Gelir gelmez derhal elçi gönderdi “herkes çeralıklarını getirsin.” Millet bir yanda çıralık getirirken bir yandan da şecereyi getirdiler. Şecere tomar halinde idi. Herkes dedenin şecereyi okuyup içindeki bilgilere bakıyordu. Şecereyi köy katibi Hasan Aydın ve kardeşi Zeynel açtılar. Hıdır Doğan, pür dikkat bakıyordu. Şöyle şecerenin yarım metrelik bölümü açılmıştı ki hemen oradan fırlayıp şecereyi alıp tomar edip geri verdi. Millet buz kesti. “Dede niye okumadın” dedi. Dede orada bir celallendi. “Niye okuyayım benim gözüm kör müdür ceddimin mührünü görmedim mi” dedi ve “ben bu işin altından çıkmam. Sizi dergaha götüreceğim” dedi.

Verilen paraları topladı kendisine canlı mal verilmişti onu da yanındaki tüccarlara sattı parasını aldı. “Yarın filan saatte gelin size dergaha götürüyorum” dedi geçti gitti.  

Sabahtan gelip Balışer’de Hıdır Doğan Amca ile Seyit Kasım Amca’yı aldılar. Helifanlılardan da Hüseyin Kaplan, Alişan Geçgin ve Zeynel Aydın’ı aldı ve gitti.

Bu arada Helifanlılar, Elmakaşı (Pohateris) Köyü’ne haber saldılar. Oradan Ali Rıza Doğan ile Mehmet Ali Doğan geldiler. Fakat birinci kafile gitmişti. Bu ikisi kavuşamadı. Onlar da arkasından hareket ettiler. İkinci kafileden Mehmet Ali Doğan anlattı: “Biz Malatya’ya gidelim. Hüseyin Doğan’ın evinde bunlara yetişiriz. Gittik Malatya’da indik. Sora sora Hüseyin Doğan’ın evini bulduk. Durumu anlatınca Hüseyin Doğan bize bir çay dahi vermeden kalkın gidin böyle bir kişi ne ben bilirim ne de tanırım. O kimse sizin elinizdeki Seçereyi de çarpar. Biz kalktık ikimiz Hacı Bektaş’a gittik. Oraya vardık ki hazreti pirin evladı hariç bizim adamlar orada. Görüştük. Hazreti pirin evladı bunları Kayseri’nin bir yerine kadar götürüyor. Bir yerde bir bahane ile bunları arabadan indiriyor ve kendisi kayboluyor. Bunlar neye uğradıklarını anlamadan ovanın ortasında kalıyorlar. Ve kendi imkanlarıyla Hacı Bektaş’a gidiyorlar.” Olayın gerçeği budur.

Sayın Erdoğan YALGIN’a anlatan kim ise tamamen kendi kafasına göre bir şeyler uydurmuş. Çünkü adam her kim idiyse bir kelime Kürtçe bilmiyordu.

İkincisi Hıdır, Kasım, Hüseyin Alişan, Zeynel amcalar yaya gitmişler. Bu amcaların hepsi o tarihte en aşağı 60-70 arası yaşlarda idiler. Yaya buradan Hacı Bektaş’a nasıl giderler. Sayın YALGIN’ı bu noktada aldatmışlar.

Onları beyaz renkli Malatya plakalı bayağı o zamana göre lüks bir arabayla götürdüler. Bizimkiler orada; Hacı Bektaş’ta birleştikten sonra o zaman dergaha bakan zatla görüşürler. Ona durumu anlatırlar. O zat da böyle bir kişiyi tanımadıklarını söyler.

Gene Mehmet Ali Doğan’ın anlatımına göre “belgelerinizi göreyim amma ben eski yazıyı bilmiyorum. Okuyanınız var mı” dedi. “Evet” dedik. Bizim şecereyi çıkarttık. Rahmetli Ali Rıza Doğan okudu. Piranlıların ise rahmetli Hıdır Doğan beline sardığı Seyit Nizamoğlu kitabını çıkarttı. “Biz bunun evladıyız” diye gösterdi. Ve ertesi gün bizleri arabaya bindirip kayseri’ye gönderdi. Kayseri’den bir arabaya binip beraber gelirken onların sözü Kömürhan Köprüsü’nde Hıdır Doğan Amca Alişan Geçgel’e “Alişan bak senin dedeye verdiğin öküz odur sudan aşağıya yüzüp gidiyor” diyor. Alişan Amca da Hıdır Amcaya “Evet, odur gidiyor amma kuyruğunda senin verdiğin bir teneke yağ bağlıdır” diyor. Çünkü Alişan, dedeye bir öküz, Hıdır da bir teneke yağ vermişti.  

Dede kırmızı renkli 30 yaşlarında devamlı sarhoş idi. Onun için bugün halen memlekette o mevzu açılınca herkes ona Seydi Sur (Kırmızı Dede” derler. Gerçek oluşu budur. Saygılarımı sunarım.

Şex Delili Berğecan Evlatlarından Hüseyin Erdoğan Dede