Türkiye tarihiyle alakadar vicdan sahibi birçok insanın Dersim (Tunceli) üzerine bir çift sözü yahut da hikâyesi vardır. Öyle ki, harcını gözyaşıyla yoğuran bu coğrafyanın tarihine dair sarf edilen her sözün kapısı, sonunda boğazlarda düğümlenen bir acıya aralanır. Evliyalar ve erenler diyarı olarak bilinen Dersim’in geçmişi, adeta bugün ve gelecek denen zamanların üzerine de çökmüş bir karabasan gibidir. “Yüzleşmeden hiçbir şey geçmiş değildir” denen şey, tam da bu olsa gerek.

 

Dersim... Katliamlar ile susturulmaya çalışılan bir halkın, kendine reva görülen onca zulme rağmen, acısını dahi anlatamadığı hüznün kenti... Devletin 1938’de gerçekleştirdiği katliamdan sağ kurtulanların, bugün hâlâ yaşadıkları vahşeti anlatamamalarının da anlaşılabilir bir yanı var. Bu suskunluklarının nedeni kendi yaşamlarından korktuklarından değil; anlattıkları ve anlatacaklarından ötürü çocuklarının da zarar görmelerindendir. İntikam duygularıyla hareket eden bir devletin tahakkümü altında olmalarından ötürü haksız da sayılmazlar. Bunun için çok uzağa gitmeye bile gerek yok. Zira 90’lı yıllarda köyleri boşaltılarak yaşamları bir kez daha altüst edilen, kimisi işkence tezgâhlarından geçirilen, kimisi de infaz edilen çocuklarının kanları hâlâ kurumadı. Bu yüzden, Dersim’in yaşlıları ve bu acıyı boyunduruk olarak taşıyanları nezdinde devletin hiçbir zaman için olumlu bir imajı olmadı. Onlar için hakikatin tecelli bulacağı ve haksız olanın er geç hesap vereceği yegâne yer, tanrı huzurunda dara durulacak ‘ulu divan’ oldu. Zalimleri Allah’a havale etmek ve her defasında ona “bizi kulun zulmünden koru” diyerek yalvarmak da Dersim inancının bir parçasıdır.

 

Ayrıca, Dersim Katliamı için ‘gerekirse özür dilerim’ makamında konuşan başbakan Erdoğan’ın, kendi iktidarı döneminde meydana gelen Hozat fişlemelerinin asıl sorumlularını hâlâ gün yüzüne çıkarmamış olmasının da devlete karşı duyulan bu güvensizlikte payı var. Bir diğer problemse, Dersim’in doğasını büyük bir tahribata uğratacağı gün gibi aşikâr olan baraj projelerini belirli periyotlar ile gündeme getirip yöre halkını sürekli germektir. Yaşadıkları coğrafya ile bütünleşen bu insanların, inançları açısından olmazsa olmaz bir rol teşkil eden doğanın rolünün ısrarla görmezden gelinmesinin, ne ahlaki ne de vicdani bir açıklaması olabilir. Cami, kilise ve havra belirli inanç mensupları için ne denli önemliyse, Dersim’in Kızılbaş Kürtleri için de doğa o kadar önemlidir. Bu nedenledir ki Başbakan’ın, bu hassasiyetleri gözeterek Dersim’in doğası ve kutsal mekânlarının sular altında kalmasına neden olacak barajların yapımını bir kez daha gözden geçirmesi gerekmekte.

 

Şarkılar barışın dağları için

 

Yukarıda dile getirdiğimiz bu problemleri tartışmak üzere, bu yıl 13. düzenlenen Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nin 26-27 temmuz tarihlerindeki Hozat programına katılmak üzere ilçe merkezine geldik. İlçe Belediye başkanı Cevdet Konak’ın büyük özverileriyle şekillenen festivalin bu ayağında,Kalan Müzik’in arşivlerinde yer alan ve hiçbir yerde yayınlanmayan Dersim 38 Katliamı’yla ilgili resim ve belgelere tanıklık edeceğiz. Aynı zamanda farklı fikirlere sahip birçok araştırmacı ve siyasinin de katılım sunacağı birbirinden değerli iki panel olacak. Birinci gün düzenlenen (26 temmuz) panelde ‘Yazılı ve Sözlü Tarihte Dersim 38’i konuşurken, ikinci gündeyse (27 temmuz) ‘Demokratikleşme ve Kürt Sorunu’ üzerine yoğunlaşacağız. Festivalin hemen akşamındaysa Şevval Sam, Selçuk Balcı ve Grup Yorum’un da arasında yer aldığı sanatçılar tarafından verilecek bir konserler şölenini dinleyeceğiz. Programdaki bir diğer gelişmeyse, Beşiktaş Çarşı Gurubu’na Gezi olaylarında göstermiş oldukları duyarlılıktan ötürü ‘1. Toplumsal Duyarlılık Ödülü’nün verilmesi olacak.

 

Belediye Başkanı Konak ile yapmış olduğumuz ilk görüşmelerden edindiğimiz intiba, festivalin dolu dolu geçeceğinin ilk işareti gibi. Başkanın kendi sözleriyle ifade edecek olursak “Bu festival Dersim’in bugüne değin susturulan tarihini başlatmak için kamuoyuna yönelik yapılmış bir çağrı işlevi görecek. Aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren inkâr edilen Kürt, Alevi ve diğer bütün halkların barış ile tesis edilecek olan ortak iradelerini yükseltecek bir manifesto da olacak. Bütün özverimiz, dağlarımıza barışın gelmesi ve hükümetin de bu konuda üzerine düşen bütün sorumlulukları yerine getirecek adımları atmasına yönelik olacak.”

 

Hozat’tan yükselecek bu haklı taleplerin üstüne daha fazla söz söylemek haksızlık olur. Umarım zaman,Walter Benjamin’in de ifade ettiği gibi “tarihsel kavrayışla olgunlaşan besleyici meyvenin içinde nadide ama tatsız bir tohum” olarak, Türkiye’nin bütün halklarına layık olduğu değeri bu sefer sunacaktır...

Yalçın ÇAKMAK