EHL-İ HAK CEMİNE MİHMAN OLUŞUM

Değerli Okuyucu,

“Hafıza-i Beşer, Nisyanla Malüldür” derler ya, işte bende hafızam henüz Ehl-i Hak Cemi anıları ile taze iken 2. İran Gezimin son günü anılarımı, siz değerli canlarla paylaşmak ve Alevi Tarihine bir not düşmek istiyorum.

İran’a bu ikinci gidişimde ( ki ilki 2015 yılındaydı ) , 3 önemli amacım vardı.

1 ) Ehl-i Hak İnancından canlarla tanışmak ve cem ibadetlerine katılmak

2 ) Anadili Zazaca/Kırmancki/Dımılki olan toplumumuzun 10-11 asır önce kopup geldiği Gilan-Taliş-Deylem bölgelerini görmek, Zazaca ile çok yakın akraba olan Taliş, Tat, Gileki dilini konuşanlarla sohbet etmek ve sohbeti kayıt altına almak

3 ) Hak-Muhammed-Ali yolunun hizmetçilerinden olan Ulu Ozanımız Şah İsmail Hatayi’nin Türbesini, dolayısıyla da Erdebil Dergahını ziyaret etmekti…

Çok şükür ki, 3 günlük yolculuğum dolu dolu geçti ve sınırlı bir ömre sınırsız bir zamanda okunabilecek anılarımı yazma şansım, Tebriz’den İstanbul’a zorlu bir uçak yolculuğu sonrası,  tekrardan elime geçti.

BİR ELMANIN DİĞER YARISI; EHL-İ HAKLAR

Ehl-i Hak Canlarımızla buluşma yolculuğum, şöyle başladı;

İran’a gitmeden önce telefonda, Tebriz’de yaşayan, Azeri ve Şia’dan olan rehberim Aydın’a “ Ehl-i Hakların olduğu yerlere gitmek istediğimi söylediğimde “ , Aydın bana  “Ehl-i Hakların kim olduğunu bilmediğini, kimleri kast ettiğimi anlamadığını ama araştıracağını “ söyledi.

Ertesi gün ise rehberim Aydın, beni aradı ve “ Amcasının Ehl-i Hak dostları olduğunu, amcasının Ehl-i Hak cemaatinden biri ile görüşmem için aracılık yaptığını, Cuma Gecesi (yani Perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece) Tebriz’de olursam, bir ihtimal cemhaneye gidebileceğimi “ söyledi…

Bu konuşmamızın ardından, uçak biletlerini ayarlayıp, soluğu İran’ın batıya açılan kapısı olan Batı Azerbaycan Eyaletinin merkezi Tebriz’de aldım.

Hazar Denizi Kıyılarında ve Erdebil’de yolculuğumun birinci ve ikinci gününü devirdikten sonra, 3. Gün yolculuğa başladığım nokta olan Azeri Türkçesinin Farsi telafuzla konuşulduğu, kulağınızın bu yumuşak ve zarif dilin telafuzu ile şenlendiği,  Şia’sı ile Ehl-i Hakkı ile yüzleri her daim gülen Tebriz Şehrine döndüm.

12 Mayıs 2016 Perşembe günü akşam saat 6 gibi, tur rehberim Aydın ve Amcası Resul ile birlikte, ülkede en yaygın araç olan İran yapımı Peugot marka bir araba ile ( İran’da otomotiv sektöründe Fransız damgası var, Alman ve Japon markalarının ise esamesi dahi okunmuyor ) , Tebriz’de Ehl-i Hak’ların yaşadığı Gülizar Mahallesine doğru yol aldık.

Şia’dan olan Aydın ve amcası Resul’de benim gibi heyecanlıydılar. Çünkü onlarda hayatlarında hiç Ehl-i Hak Cemine katılmamışlar ve bir cemhanenin içini dahi görmemişlerdi.

Aydın ve amcası Resul, Ehl-i Hak Cemine katılmadan önce “ Pirin bana sorular soracağını ancak sordukları soruların cevaplarından tatmin olurlarsa benim de ceme girebileceğimi” söyledi…

Anlayacağınız şayet Alevi Teolojisi ve Tarihinden bihaber biyolojik bir Alevi olmuş olsaydım, benim de Şia’dan olan dostlardan bir farkım kalmayabilirdi.

Araç ile Gülizar mahallesine girip, birkaç sokak ilerledikten sonra araçtan indik. Sokağa açılan bir kapının önünde Gür Bıyıkları ile Zülfikar kaşları ile bizleri Ehl-i Hak’tan bir can karşıladı.

Aydın ve amcası Resul’e “cemhaneye giremeyeceklerini ancak benim girebileceğimi” söyledi. Ve Aydın’ın telefon kartını alarak, onları duruma göre arayacağını söyledi.

Ehl-i Hak Can, beni görür görmez hemen elime niyaz oldu, öptü ve “ Ya Ali “ dedi, bende bu niyaza karşılık vererek, onun omzuna niyaz oldum ve “ Ya Ali “ dedim, cemhanenin kapısından içeri girdik.

Cemhanenin kapısına geldiğimde, Ehl-i Hak’tan Can,  kapı eşiğini “ Ya Ali “ diyerek öptü, ardından bende aynı şekilde “ Ya Ali “ diyerek kapı eşiğini öpüp, içeri girdim…

Karşımda Hz. Ali’nin resimlerinin olduğu bir hane, hanenin bir duvarında yeşil zemin üzerinde beyaz Arapça 7 sayısı ve 7 sayısının içinde bir çiçek amblemli, bana ifade edildiğine göre en az 600 yıllık bir bayrak vardı.

İran’da, 1979’dan sonra 12 İmamların resmedilmesi yasaklanmış olmasına rağmen bugün İran’da gideceğiniz her cemhane de Hz.Ali’nin birçok farklı tasvir edilen resimlerini görebilirsiniz.

Rehberim Aydın , “İran’da sadece bazı türbelerde İmamların resimlerinin görülebileceğini bunun dışında görülemeyeceğini, cemhanelere Şia’nın girmesi yasak olduğundan cemhaneleri bilmediğini”, cemhaneye varmadan bir sohbet sırasında bana ifade etmişti.

Ehl-i Hak’tan beni karşılayan Can, hal-hatırımı sorduktan sonra, birkaç dakika içinde Seyyitlerinin geleceğini ve bana sorular soracağını söyledi ve o sıra gözlüklü, orta boyda, esmer tenli Alevi Siması belirgin 70 yaşlarında bir amca geldi, birbirimizin eline niyaz olarak “ Ya Ali “ dedik, amca yerine oturdu, bana da yer gösterdi.

Beni karşılayan Can, amcanın cemhanenin Halifesi olduğunu, kendisinin de 2.ci halife olduğunu belirtti.

Halife Baba, Türkiye’den geldiğimi , “ Alevi” olduğumu duyunca çok sevindi ve bana hemen Türkiye’de ki Alevi Nüfusunu, nerelerde yaşadıklarını, benim şehrimi sordu…

Ki o sıra 30’lu yaşlarda olan Cemhanenin Seyyid’i geldi, birbirimizin ellerini öperek “ Ya Ali “ dedik ve niyaz olduk, tekrardan…

Seyyid, Halife Baba’nın sorduğu soruları sordu, bende Türkiye’de yaklaşık olarak 20 milyona yakın Alevi olduğu yönünde belirlemeler olduğunu ancak 10-15 milyon arası Alevi Nüfustan bahsedebileceğimizi söyledim.

Seyyid’e harita üzerinde Anadolu’da Alevilerin yaşadıkları şehirleri gösterdim. Alevilerin Türkçe, Zazaca, Kürtçe ve Arapça konuştuklarını, Anadolu’da en tanınmış dergahın Hace Bektaş-ı Veli Dergahı olduğunu söyledim.

Anadolu’da Alevilerin kendilerine “ Kızılbaş ve Bektaşi “ dediğini anlattım. Ki Seyyid’den hemen sonra gelen Zakir Can’da Kızılbaşlığın soydan geçip geçmediğini bana sordu. Bende kendisine “ Kızılbaşlığın soydan geçtiğini ancak Bektaşiliğin öyle olmadığını, başka inançlardan insanların da Bektaşi olabileceğini ama Kızılbaş olamayacağını, sözlü tarih anlatımızın bu yönde olduğunu “ söyledim.

Seyyid, bana “sizin atalarınız Safevi Devletini Kuranlardan olmalı” dedi ve ardından  “Safeviler “ üzerine kısa bir süre sohbet ettik.

Seyyid bana , “ Sultan Sahak’ı”  bilip-bilmediğimi, Anadolu’da tanınıp-tanınmadığını sordu. Bende, İran’da Alevilerin olduğunun bilindiğini ancak “ Sultan Sahak’ın isminin bilinmediğini, şahsımın da bu konuda araştıran bir kişi olarak Sultan Sahak hakkında bilgi sahibi olduğunu “  ifade ettim.

Seyyid bu cevap üzerine bana, Hz. Hadevendigar’dan, Şah Hoşin ve Sultan Sahak’tan bahsetmeye başlayarak  “ Sultan Sahak’in İran-Irak arasında Hewraman’da 800 küsur yıl önce dünyaya geldiğini, Allah’ın Nurunu taşıdığını, Bu Nur’un ezelden beri Şit, Musa, İsa, Muhammed, Ali ile devam ettiğini, Pir Musi’nin Şah İsmail’in atası Şeyh Safi’ye ve Hace Bektaşa el verdiğini, onları Ehl-i Hak İnancını yayması için görevlendirdiğini, çok eskiden Ortadoğu’da Ehl-i Hak İnancının çok kuvvetli olduğunu, şimdi ise ne yazık ki öyle olmadığını, Ortadoğu’da bir gün Ehl-i Hak İnancının tekrardan hakim olacağını ve barışında ancak bu şekilde sağlanacağını, İran’da kendilerini ifşaa etmek istemediklerini, bu nedenle Ehl-i Hak cemaatinden olmayan hiç kimsenin cemhanelere alınmadığını, Ehl-i Hak olmayanlarla “ sırrın” paylaşılmasının yasak olduğunu, Kızılbaş olsun Bektaşi olsun Anadolu’da ki Alevileri de Ehl-i Hak gördüklerini, Yolun bir süreğin bin bir olduğunu “ söyledi.

Daha sonra oruçlar üzerine konuştuk. “ Ehl-i Hak’larda yılda orucun 6 gün olduğunu, bu 6 günlük orucun 3 günün bir, diğer 3 günün başka bir zamanda tutulduğunu “ söyledi.

Bende “ Anadolu’da Aleviler tarafından 12 İmam Orucu ve Xızır Orucunun tutulduğunu “ söyledim.

Seyyid, Hızır orucunun hangi ay tutulduğunu sorduğunda ise “kışın en çetin geçen ayı olarak kabul edilen Şubat ayı içinde” dedim, Seyyid de bana “ 3 günlük oruçlarından birinin, bizimle aynı zamana denk geldiğini, Sultan Sahak’ın bir isminin de Hızır olduğunu “ söyledi.

Daha sonra ise Seyyid, bana “son zamanlarda,  Ehl-i Hak cemaatinde milliyetçi düşüncelerin inancın önüne geçmeye çalıştığını, halbuki Ehl-i Hak İnancının insanların konuştuğu dilleri zenginlik gördüğü, Azerice de Kürtçe de Lurca da Farsça da konuşulduğunu, ancak Ehl-i Hak ve Alevi sözcüğünün önüne Türk-Kürt-Azer-Fars tanımının getirilmesinin doğru olmadığını, Ehl-i Hak ya da Alevi sözcüğünden önce ki etnik belirlemelerin cemaati böleceğini ve tehlike arz ettiğini  “  belirtti.

Türkiye’de Aleviler arasında ki etnik tartışmanın, İran’da da başladığını duyunca, bende üzüntülerimi belirttim , “ milliyetçiliğin bir zehir olduğunu, bu zehrin Alevi ve Ehl-i Hak İnancının nehrine karışmaması gerektiğini, aksi halde ırmaktan su içen herkesin zehirleneceğini, Anadolu’da da Türk-Kürt-Zaza Alevi’si tartışmalarının olduğunu, eskiden böyle bir tartışmanın olmadığını ve milliyetçiliğin Alevi İnancına zarar verdiğini, belirttim ve son zamanlarda Anadolu’da geliştirilmeye çalışılan sol vahabi oyunlarından bahsettim.”

 “TOPRAĞA KÖK SALMAK, AĞACIN KÖKÜNÜ KUVVETLENDİRMEK BİRİNCİL AMACIMIZDIR”

Seyyid , “ Kendilerinin de zorluk yaşadığını ancak amaçlarının, toprağın altına sabırla ve zamanla kök salmak olduğunu, Ehl-i Hak ve Alevi İnancının toprağın altında sağlam köklere sahip bir ağaç gibi olması gerektiğini, toprağın üzerinde ki cılız görüntünün önemli olmadığını, bu nedenle İran’da çok fazla görünür olmak istemediklerini belirtti”

Ehl-i Hak Canlar bana kendileri için  “Muhammed Hatemi döneminde çok rahat olduklarını ancak Ahmedinecad döneminde Ehl-i Hak’lar üzerinde çok baskı olduğunu, Hasan Ruhani döneminin Ahmedinejat dönemine göre iyi olduğunu “ söylediler.

Anlayacağınız, İran’da Ehl-i Haklar için siyaset “ ehveni şer “ meselesi üzerine odaklı. Ehl-i Hak’lar ile Şia Ulema arasında hiçbir iletişim köprüsü yok. Ve İran’da siyasetin tehlikeli bir mesele olduğunu bilen Ehl-i Hak’lar için tek gaye inançlarını sürdürmek, rejim tarafından kendilerine müdahaleye olanak verecek bir ortama olanak vermemek ve şiddeti destekleyen hareketlerden uzak kalmak.

Ehl-i Hak Cemaatinin bu davranış biçimine, her yönüyle rasyonel ve sorumluluk içeren bir duruşta diyebiliriz.

Seyyid’e “ İran’da ki Ehl-i Hak Nüfusunu sorduğumda “ , bana “ kesin bir veri olmadığını, büyük çoğunluğun Şialaştığını ancak 3 milyon civarında inancını yaşayan ve asimile olmamış Ehl-i Hak nüfusunun olduğunu “ bana ifade etti.

EHL-İ HAK CEMİ…

Seyyid ile sohbetimiz sırasında, cemhaneye gelen her Ehl-i Hak, Seyyidden başlamak üzere  “Ya Ali “ diyerek, orda bulunan herkesin eline niyaz oldu.

Ehl-i Hak cemi, erkek ve kadınlardan oluşuyor. Ancak Kadınlar için cemhane de ayrı bir bölüm var, o bölüme erkeklerin olduğu bölümde ki konuşma ve ilahilerin dinlenebildiği bir hoparlör konulmuş ve Ehl-i Hak cemaati kadınları bu şekilde, bulundukları cemhanenin bir odasından okunan dua ve ilahilere eşlik ediyorlar.

Kermanşah dağlık bölgelerinde, Ehl-i Hak’ların kadın-erkekli bir arada cem ibadeti yaptığını ancak Tebriz başta olmak üzere diğer şehirlerde ise olası iftiralara karşı böyle bir uygulamanın olduğunu, bana ifade edildi.

Bana bizde ki uygulama sorulduğunda “ Anadolu’da Alevilerin Osmanlı’nın tüm iftiralarına ve kirli propagandalarına rağmen kadın ve erkek aynı salonda cem ibadeti yaptığını, Anadolu’da bu konuda dirençli bir damarın olduğunu , ancak İran’da ki şartlarla Anadolu’yu bir tutmanın doğru olmadığını , Ehl-i Hak’ların bu uygulamasının anlaşılır olduğunu” belirttim.

Külah ve Kuşak…

Ehl-i Hak Ceminde her can mutlaka başına bir külah ve beline de bir kuşak bağlar. Bu olmazsa olmaz bir kuraldır. Cem ibadet öncesi, bana da başıma takmam için bir külah ve belime bağlamam için bir kuşak verildi.

Cem öncesi pişirilen niyazlar ve lokmalar cem meydanına getirildi, cem başlamadan önce “çerağ” yakıldı.

Seyyid, orda bulunan canlara “ Türkiye’den bir Alevi kardeşimiz, bir Ehl-i Hak kardeşimiz Cihan SÖYLEMEZ Kardeşimiz bugün aramızda, kendisine hoş geldin diyoruz “ dedi ve sözü bana verdi. Bende bir cümle ile “ Allah, Ehl-i Hakkın yolunu ebediyete kadar payidar kılsın, beni mihman eden siz canlara çok teşekkür ediyorum” dedim.

Bu konuşmanın ardından elinde ibrikle ve bir kapla birlikte, bir kullukçu geldi hepimizin ellerine su döktü.

Seyyid, benim konuşmamın ardından, orda bulunan canlara Güruh-u Naci’den bahsetti. Ki bu konu cem öncesi Seyyid ile aramızda konuştuğumuz bir konuydu.

Daha sonra Cem öncesinde, niyazlar önce Halife Babaya verildi, Halifenin dua verip, eliyle ikiye böldüğü her niyaz-gömme sonrası, Halifenin yanında bulunanlar ( kullukçular) niyaz-gömmeleri poşetlere koymaya başladılar.

Halife dahil cemde ki kullukçu (bizde hizmetli olarak tabir ediliyor ) beyaz bir elbise giymişti. Başlarında külah ve bellerinde de kemer vardı.

Seyyid’in yanında bulunan zakir, temburu eline aldı ve çalmaya başladı. Bu sırada önce Seyyit, daha sonra cem meydanında bulunan her can Serencam’dan ( Ehl-i Hakların Kutsal Kitabı ) ilahiler okumaya başladı, bu sırada cemhanenin ışıkları söndürülmüş, cemhaneyi sadece meydanın ortasındaki çerağ aydınlatıyordu.

Gencinden yaşlısına herkes, Sultan Sahak’ın Pir Musi’nin adlarının geçtiği ilahiler söylüyordu ve tembur eşliğinde her ilahi hep birlikte söyleniyordu. Daha sonra temburun ritmi hızlandı, eller birbirine vurularak ilahiler daha yüksek bir şekilde söylenmeye başladı, ilahi sırası Hz.Ali’nin adının okunduğu ana gelindiğinde “ Ya Hak Ya Hü Ya Ali “ nidaları cemhanede herkesi görünmez bir tevhide doğru götürdü, tüm sesler bir oldu, uzun zamandır Anadolu’da yapılan cemlerde göremediğim samimi ve içten yapılan ibadeti, uzun yıllar sonra tekrar İran’da Şehr-i Tebriz’de yaşıyordum.

Ali’nin adının coşku ile söylendiği ibadetin doruk anının ardından, cemhanenin ışıkları tekrardan açıldı. Yaklaşık olarak 1 saat tembur eşliğinde, ibadetimiz devam etti.

Daha sonra cemhanenin ışıkları açıldı, Seyyid niyaz ve lokmalar için dua verdikten sonra cemin başlangıcında olduğu gibi kullukçu tarafından tekrar ellerimize su döküldü.

Bu ritüelin ardından, büyük bir tas içinde ( kadehte denilebilir ) su,  kullukçular tarafından Seyyid’e verildi. Seyyidden başlayarak, hepimiz aynı kadehte ki sudan bir yudum içtik, en sonda, kadehi taşıyan kullukçu suyu içti ve ardından lokmalar bizlere dağıtılmaya başlandı.

Lokmalar bize dağıtıldıktan sonra tekrar Seyyid tarafından dua verildi ve cem sonlandırıldı. Cemin sonunda herkes ( bende dahil ) sağımız ve solumuzda oturanların ellerine niyaz olup  “Ya Ali “ dedik ve cemi bu şekilde ism-i Ali ile mühürlemiş olduk.

Cem bittikten sonra, Seyyid’e “birlikte fotoğraf çekip-çekemeyeceğimizi” sordum. Seyyid de, fotoğraf ve video kaydının cem ibadet sırasında çekmenin kesinlikle yasak olduğunu ama internette veya benzer bir yerde paylaşmamam ricası ile birlikte bir fotoğraf çekebileceğimizi söyledi.

Değerli Okuyucu,

Seyyid, Zakir ve diğer canlarla birlikte cemhane de Hz. Ali’nin resmi önünde topluca bir fotoğraflar çektik. Bu fotoğraflar, Seyyid ve diğer orda bulunan canların benden istediği üzere arşivimde, onların rızasının olacağı güne kadar yayınlanmayı bekleyecek…

 EHL-İ HAK CEMİNDEN ALDIĞIM DERSLER

Ehl-i Hak Cem ibadet sırasında ben, Ehl-i Hak cemaatinin nasılda inançlarına bağlı olduğunu, nasılda birbirlerine kenetlendiklerine genç yaştan yaşlısına nasıl da tembur eşliğinde ilahiler söylediklerini ve tevhit ruhunu sağladıklarını görünce, Türkiye ve Avrupa’da ki biz Aleviler adına üzüldüm.

Ehl-i Haklar kesinlikle ve kesinlikle, Alevi olmayan hiçbir kimseyi ne cemlerine alıyorlar ne de cemhanelerinden içeri alıyorlar. Buna da “ sır saklamak “ diyorlar.

Fotoğraf ve Video yasağı da bu kapsamda. Bu nedenledir ki Ehl-i Hak Cemlerine ilişkin video görüntüleri çok sınırlıdır ve sınırlı olması da anlaşılırdır.

Çünkü Ehl-i Hak Cemleri, seyir için yapılmıyor. Peki, biz Anadolu ve Avrupa’da ki Alevilerde bu böyle mi? Ne yazık ki elinde kamera, elinde telefon birçok kişi Cem İbadeti sırasında “ ibadeti ikincil plana atarak, cemleri bir seyir haline “ getiriyorlar.

Elbette ki bazı cem ibadetlerinin eğitici-öğretici olması açısından televizyon kanalarından verilmesi doğaldır, ancak her işte olduğu gibi bunda da ölçü olmalıdır. Ne yazık ki Anadolu ve Avrupa’da yapılan cem ibadetlerinde deyim yerindeyse kantarın kopuzu kaçmış ve haddini aşan bir ölçüsüzlük cem ibadetlerimizi “ bir seyir “ haline getirmiştir.

Cem ibadetinin bir parçası olan “ semah “ ibadeti dahi, bir folklorik öğe haline getirilmiş, cem ibadetlerinde her canın “ semah “ dönebileceği bir ortam kalmamıştır.

2015 yılı Kurban Bayramı sırasında İran’da Tahran’da iken, benim Alevi olduğumu öğrenen Şia’dan rehber dost bana şöyle demişti ; “ Ben Türkiye’de semahın her yerde yapıldığını görüyorum, oysaki sadece dervişhanelerde yapılması gerekmez mi? “

Bizim içine düştüğümüz ölçüsüzlük hali Tahran’dan bile görülebiliyorken, artık bu konularda yol erkanını yürüten seyitlerimizin başlarını öne eğip, bu konuda düşünmesi gerekiyor.

Cem İbadetimizi , “ seyir “ haline getirecek her hareketin karşısında Hak-Muhammed-Ali Yolunu sürdüren, ellerine hürmetle niyazda bulunduğum dedelerimizin, pirlerimizin artık bu “ ölçüsüzlüzlüğe dur “ demesi gerektiğini düşünüyorum.

Ehl-i Hak Cemaatinin, İran’da ki durumunu gördükçe onların durumundan bin kat sosyal, siyasal, ekonomik olarak daha iyi olan Anadolu ve Avrupa’da ki Alevi Toplumunun artık başının öne eğip, daha fazla düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.

Gözleri bilgi merakı ile yorulan ve bu satırlara kadar sabreden değerli okuyucum,

12 Mayıs 2016, Cuma Gecesi Tebriz’de ki cem ibadeti sonrası, orada bulunan tüm canlarla vedalaştım ve cemhaneye gelmemi sağlayan değerli Ehl-i Hak abimle birlikte, Gülizar Mahallesi sokaklarına çıktığımızda her sokakta insanların ellerinde tıpkı benim ki elinde poşetlerle yürüdüğünü gördüm.

Ve anladım ki, Tebriz’de cem ibadetinin yapıldığı tek yer gittiğim cemhane değilmiş. O gece, sayısı 20’yi bulduğu ifade edilen cemhaneden çıkan binlerce can, cem ibadetinden ellerinde niyaz-lokmalarıyla çıkmış ve evlerine gidiyorlardı.

Değerli Can,

Ehl-i Hak’lar için en büyük temennim, sol vahabizmin ve her türlü milliyetçi zehirlerin onların inançlarına bulaşmamasıdır.

Öyle ki; Anadolu ve Avrupa’da “ Ali’siz Alevilik, senin Ali benim Ali, Luvi-Muvi “ diyen çevrenin sol vahabi ve etnik milliyetçi zehrini “ farkında olmadan içen “ ve “zehir kusmak zorunda olan”  Anadolu ve Avrupa’da ki biz Alevilere benzemesin sonları diye, dua ediyorum.

Ve yazıma son verirken, cemhane de cem olduğumuz tüm canların, tüm Anadolu ve Avrupa’da ki Alevilere gönderdikleri selamı, sizlere iletiyor ve şimdiden 3. İran Gezisinde Kermanşah’a gitmek için geri sayıyor ve yazdığım fukara beyitleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dersim’den vardım, Tebriz-i Gülizar’a

Mihman oldum, bir cem-i Ehl-i Hakka

Okundu ism-i Ali, vardık dergah-ı Hakka

Tevhid olduk İran’da, talibi Sultan Sahak’la

 Elimden tuttu Behram, aldı meydana

Sual eyledi Areş, bırakmadı gümana

Tembur-u Sıtki, dile geldi vardı asumana

 Çerağ-ı Hüda yandı, nur-u Ali aşkına

  Der Cihani’m, kadeh-i Naci doldu taştı

  Gönüller, Deryay-ı Ali’ye bu gece aktı

  Niyaz-ı Ali ile meydan-ı cem-i, Nur sardı

  Kadeh-i Kudretten canımıza can aktı…