Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014 yılında “Kobani” eylemlerine ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında Kars Belediyesi Eşbaşkanı Ayhan Bilgen, eski HDP milletvekilleri Ayla Akat Ata, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan, Nazmi Gür, Emine Beyza Üstün, Emine Ayna, HDP RTÜK Üyesi Ali Ürküt, HDP eski MYK Üyesi Can Memiş'in de aralarında bulunduğu 82 kişi, evlerine düzenlenen polis baskınında gözaltına alındı. Yaşanan gözaltılara Dersim Barosu Yönetim Kurulu tepki göstererek yazılı açıklama yaptı.

Barodan yapılan açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı:

25 Eylül 2020 sabahı, eski HDP milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder, Ayla Akat Ata,Nazmi Gür,Emine Ayna,Beyza Üstün, Altan Tan, Yurdusev Özsökmenler ile halen Kars belediye başkanlığı görevini de yürüten Ayhan Bilgen'in de aralarında olduğu çok sayıda HDP üye ve yöneticisi ev baskınlarıyla gözaltına alınmıştır. Ankara Başsavcılığının açıklamasıyla 2014 Kobane protestoları gerekçe gösterilerek halen cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP yöneticilerine yönelik olarak soruşturma başlatıldığı, 7 ilde 82 kişinin gözaltına alındığı duyurulmuştur. Aynı gün, İstanbul'da aralarında meslektaşımız  Av. Tamer Doğan ile gazeteci ve yazarların da bulunduğu pek çok kişi de ifade özgürlüğü kapsamındaki sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınmıştır.

Bu gözaltılar, yargının yürütme gücüne bağlanmasının, demokratik hak ve özgürlüklerin siyasi iktidarın konjonktürel tercihlerine uygun olarak kriminalize edilmesinin yeni örnekleri olmuştur. Anayasal "bağımsızlık ve tarafsızlık" tanımının çok uzağına düşen iktidar yargısı pratiklerinden çokça tanık olduğumuz üzere, bu hukuksuzluk "yeni" veya "son" olmadığı gibi, demokratik haklara yönelik genel bir gözdağının parçasıdır.

Benzer şekilde; iktidarın "çözüm süreci" olarak adlandırdığı 2010-2013 yıllarında siyasi protokolde yer alan TBMM Anayasa uzlaşma komisyonuna davet edilen bir demokratik platform olan DTK çalışmalarına katılan muhalif siyasi parti yöneticileri, gazeteciler aynı siyasi iktidarın bugünkü tercihlerine uygun olarak keyfi yargısal kararlarla cezalandırılmaktadır. Bu keyfiyetin yakın örneği de Emek Partisi yöneticisi, Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Karadaş'ın DTK Tarım İşçileri Kurultayıyla ilgili katılımı gerekçe gösterilerek 10 yıl 6 Ay hapis cezasıyla cezalandırılması olmuştur.

BM kararlarıyla insanlık ve savaş suçlusu olarak tanımlanan IŞİD'in Kobane işgali saldırısının olduğu ve yüzlerce insanın, tüm Ortadoğu'nun din/mezhep/ulus/siyasi görüş farkları nedeniyle katliam tehdidi altında olduğu bir süreçte; IŞİD işgalini protesto ve Kobane halkıyla dayanışmaya yönelik protestoların 6 yıl sonra kriminalize edilmesi çabası kabul edilemez. Bu "suç vasıflandırmasının" bir yanı, eski HDP eş başkanlarından Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunun "siyasi kötüniyetle tutma" ve AİHS 18. madde ihlali olduğuna dair AİHM kararını etkisiz kılma çabasıdır. Ancak, bu gözaltılar, AİHM kararıyla tescillenen iktidara bağımlı yargı pratiğinin ne kadar yaygın olduğunu gösteren yeni bir örnek olmuştur. HDP yöneticileri için zaten bu konuda yürüyen bir soruşturma vardır, aynı konuda yeniden soruşturma açılması ve bu kapsamda yeni gözaltılar uygulanması ağır insan hakları ihlalidir. Daha önce kayyım atanma çabası sonuçsuz kalan Kars Belediye Bşk. Ayhan Bilgen'in bir de bu vesileyle gözaltına alınması da manidardır.

Öte yandan 6 yıl önceki protestolar gerekçe gösterilerek bugün yasal bir siyasi partinin yönetici ve üyelerinden 82 kişinin yasa dışı örgüt üyeliği ithamıyla gözaltına alınması demokratik örgütlenmeler ve demokratik hakların kullanımına yönelik bir bastırma/zapturapt altına alma girişimidir; İlk olmayan ve son da olmayacağı görülen bu gözaltı dalgaları ve iktidara bağımlı yargısal kararlarla; fiilen Anayasa ve yasalar yok sayılmakta; siyasi iktidar temsilcilerinin dönemsel değerlendirmeleri yasa yerine ikame edilmekte,  yasal/demokratik örgütlenmeler, demokratik hakların kullanımı adeta yurttaş için bir tuzak ve kapan olarak işletilmekte ve suç tanımı öngörülemez hale getirmektedir. Muhalif siyasi örgütlenmeler, yasanın değil, iktidar partisinin suç nitelemeleriyle cezalandırılmakta, örgütlenme özgürlüğü ve demokratik çoğulculuk yok edilmektedir. Bir demokratik hukuk devletinde bu uygulamalar kabul edilemez, devlet yurttaşa tuzak kuramaz, yargı iktidar partisinin keyfiyetiyle hareket edemez.

Gözaltına alınanlar için 24 saat avukat kısıtlaması uygulanması, savunma hakkını kısıtladığı gibi, yargının kurucu unsuru olan avukatı da potansiyel kriminal varlık olarak nitelemesi nedeniyle kabul edilemez bir hukuksuzluktur.

Savcılara ve yargıçlara bir kez daha Anayasa, BM Sözleşmeleri ve AİHS gereği yargı bağımsızlığına riayet etmeleri, Budapeşte ve Bangolar Etik İlkelerine uygun davranmaları gerektiğini hatırlatıyor ve tüm gözaltıların serbest bırakılması talebimizdir.