Dersim Kadın Platformu çağrısıyla, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle binlerce kadın, Sanat Sokağı’nda bir araya geldi. Kadınlar, ellerinde taşıdıkları “hayatımızı enkaza çeviren bu düzeni örgütlenerek değiştireceğiz” pankartı ve şiddeti protesto içerikli dövizlerle Seyit Rıza Meydanı’na kadar yürüdü. Yürüyüşte, Kahramanmaraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden kadınlar anılarak sık sık slogan atıldı. Meydanda kadınlar, depremde ölen kadınlar için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu ve onlar için mumlar yaktı.

Kadın Platformu adına açıklamayı okuyan Raife Yılmaz, şu ifadelere yer verdi:

Bundan yüz altmış altı yıl önce bir 8 Mart günü, New York' ta tekstil işçisi kadınlar insanca yaşama ve çalışma koşulları için bir eşitlik mücadelesi başlattılar. Çoğu kadın 129 kişi, bu haklı taleplerinin bedelini, atölyelerde çıkarılan yangınlarda canıyla ödedi. Bundan elli üç yıl sonra kadının insan hakları için savaş veren bir başka kadın, Clara Zetkin, 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önererek kadınların mücadelesini tarihin sayfalarına yazdırdı.

Bugün dünya kadınları, hayatı ve dünyayı kadınlardan yana değiştirmek için, örgütlenmek için alanları dolduruyorlar ve en güçlü sesleriyle “Vardım, varım, var olacağım” diye haykırıyorlar. Eşitlik, adalet, özgürlük, emek, barış ve dayanışma için seslerini birleştiriyorlar. Bu uğurda mücadele vermiş kadınlardan devraldıkları bayrağı yine bugünde dalgalandırıyorlar.

YAŞASIN 8 MART YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI

Bu 8 Mart’ı hüzünle karşıladık. Bugün acımız derin, içimiz buruk, yasımız, öfkemiz dinç ve büyük. Çünkü 6 Şubat tarihinde önce Pazarcık daha sonra ise Elbistan merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler 11 ilimizde, Rojava ve Suriye de büyük yıkıma yol açtı. Resmi rakamlara göre 45.000’in üzerinde insanımızı kaybettik. Suriye ve Rojava da ise 7000 e yakın insan hayatını kaybetti. On binlerce insanımız yaralı ve milyonlarca insanımız göç etmek zorunda kaldı. Bu depremlerden etkilenen on ilde insanlarımız açıkça rant uğruna, imar afları uğruna göz göre göre katledildi. Bu bir ihmal, bir sorumsuzluktan öte cinayettir.

Çünkü bu depremler Türkiye açısından beklenmeyen depremler değildi. Bir deprem ülkesi olan ve yıkıcı depremlerin yaşandığı ülkemizde beklenen her depremin; riskli bölgelerde, kentlerde yıkıcı etkisi olabilme özelliği vardır. Hal böyle iken hükümet beklenen büyük deprem riskine karşı bölgede olabilecekleri her açıdan biliyorken; bu konuda kalıcı çözümler üretmek yerine; kendi politik çıkarları uğruna tüm uyarıları kulak ardı etti. Depremden etkilenen 10 ilin de bulunduğu bölgenin riskli bir bölge olduğu bilim insanları tarafından defalarca söylenmesine rağmen hiçbir bir önlem alınmadı.

Buna karşılık hem ihmaller zinciriyle depremi felakete çeviren hem de deprem sonrası müdahalede ve halkın yaralarının sarılmasında yetersiz kalan hükümet deprem karşısında düştüğü aciz durumu ve binlerce insanın ölümünden ve yaralanmasından, kentlerin yaşanılamayacak hale gelmesinden doğrudan sorumluluğunu “kader planına” havale etmek istedi. Bu depremin “asrın felaketine” dönüşmesinin sebebi depremden önce alınmayan önlemler, rant ve kar hırsı için göz yumulan usulsüzlükler, imar afları, deprem sonrasında uygulanabilir bir afet acil eylem planının olmayışı ve liyakatsız atamalardır. Depremin bizlere gösterdiği en net sonuç Türkiye’de tek adam yönetimi ve mevcut siyaset anlayışının ne depremin sonuçlarını engelleyebildiği ne de ülkede yaşayan yurttaşlara yaşam hakkı sunabilen bir anlayışa sahip olduğudur.

DEPREM DEĞIL RANT ÖLDÜRÜR!

Yıllarca bizlerden toplanan ve deprem için kullanılması gereken deprem vergileri ile ne yapıldığı belli değil. “Deprem vergileri nerede” sorusuna “yola, köprülere harcandı”, “deprem vergileri depreme harcanmak zorunda değil” şeklinde yanıt veren hükümet yetkililerinin cevapları bugüne gelen yolların taşlarının nasıl döşendiğinin itirafı niteliğinde.

Toplanan 83 milyar 621 milyon 940 liralık bütçe ile Türkiye genelinde depreme dayanıklı 800 bin konutun üretilebileceği gerçeği yapılan araştırmalara göre açıkça ortadayken; deprem dirençli kentler yapmak için ayrılması gereken bütçe, sermaye güçleri için bir kaynak görevi görmüş ve halk hükümetin tercihi ile yıkıma mahkûm edildi.

HÜKÜMET İSTİFA

Son yıllarda pek çok şaibeli işle anılan Kızılay, halk soğukta çadır beklerken çadırları halkın bağışlarıyla çalışan bir derneğe sattı. AFAD depolarında tonlarca temel ihtiyaç malzemesi bekletilirken depremden etkilenen insanlarımız soğukta, aç ve susuz günlerce bekletildi. Hala dahi çadır ve su gibi en temel ihtiyacı bile giderilememiş binlerce insan olduğunu biliyoruz.

Deprem sonrası Afet bölgesi ilan ederek yaraları sarmaya çalışması gereken devlet OHAL ilan ederek her zamanki gibi olayı güvenlikçi politikalar ile çözmeye çalışmıştır, eylem ve etkinliklere yasaklama kararları almıştır. Gençlerin muhalefetinden korkan tek adam yönetimi KYK yurtları kullanılacak bahanesiyle yüz yüze eğitime ara verdi. Cumhur ittifakı adeta ülkeyi halkın, emekçilerin, kadınların çıkarları için değil kendisinin ve etrafında palazlanan dar bir grubun çıkarları için yönettiğini açık bir şekilde gösterdi.

RANTA DEĞIL ,HALKA BÜTÇE !

Suriye’deki savaştan uzaklaşmak, kendileri ve çocukları için güvenli bir ortamda barınmak amacıyla Türkiye’ye gelen Suriye’li kardeşlerimiz ise felakete dönüşen depremde çifte felaketi yamak zorunda kaldılar. On binlerce Suriye vatandaşı Savaş ve Depremle yok olmuş  ülkelerine dönmek zorunda kaldılar. Arapça konuştuğu duyulursa kendisine yardım edilmeyeceğini düşünen mülteci bir kadın göçük altında sessizce bekledi. İç İşleri bakanı bile yağma olayları ile ilgili gelen ihbarların tamama yakınının asılsız olduğunu söylediği koşullarda mülteciler yağmacı damgası yedi, linç edildi. Asıl yağmacılar insanların başına çöken binaları yapanlar, buna izin verenler ve denetlemeyenlerdir.

Afet zamanlarında, bilhassa kadınlar ve çocuklar için güvenlik sorunları artıyor ve istismara açık hale geliyor.

Deprem bölgelerinden kadınların anlatımlarına göre çadırlarda kadınlar nöbetleşe uyuyor çünkü çadıra girmek için bir  fermuarı açmak yeterli. Her şeylerini kaybeden ve devlet tarafından zararlarının telafi edileceği noktasında hiçbir umutları olmayan genç kadınların gelecekleri tehlike altında. Bu süreç bu şekilde yönetilmeye devam edilirse çocuk yaşta evlendirme ve okuldan eğitimden uzaklaşma rakamları katlanarak artacak.

Depremzede çocuklar çeşitli cemaatlere “koruma” adı altında veriliyor. “Ensar Vakfına bağlı yurtlarda yaşanan istismar vakalarından, henüz deprem öncesi gündemimize düşen Hiranur Vakfı olayına kadar yaşadığımız sayısız acı deneyimi düşündüğümüzde bunun nasıl bir “koruma” olduğu ortada! Çocuklar devlet koruması altında, güvende olmalıdır. Tarikat ve cemaatlerin elinde değil!

DEPREMZEDE ÇOCUKLAR NEREDE?

Diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın depremden etkilenen çocukların evlat edinilip edinilemeyeceğine ilişkin bir soruya sitesinden verdiği “evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli bulunmadığı” şeklindeki yanıt kepazelik olması bir tarafa suç teşkil ediyor. Diyanet’in evlat edinme ile ilgili açıklamasında yer alan ifadeler laikliğe, hukuk devletine, eşitliğe aykırı olduğu gibi çocuğun üstün yararını da hiçe saymaktadır. Türkiye şeriat ülkesi değildir, şeriat değil medeni kanunun söylediği olur ve medeni kanuna göre de evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme yasağı vardır. Hepsi bir tarafa böylesi bir afet ortamında bile böylesi fetvalar veren Diyanet artık kadınların ve çocukların hayatında bir tehdit haline gelmiştir.

SUSMA HAYKIR İSMARA HAYIR!

Bilinçli politikalarla bir felakete dönüşen depremlerin ardından tüm halkımız çok büyük kayıplar ve yıkımlar yaşadı. Fakat kadınların yaşadıkları özel zorlukları göstermek ve çözüm istemek gibi bir sorumluluğumuz da var.

Depremlerin ardından şehirler yıkıldı ve halkımız emekleriyle biriktirdikleri her şeyi kaybetti. Kentler boşaldı ve geriye en yoksul insanlarımız kaldı. Çadırlarda yeni bir düzen kurulmaya başladı. Bu yokluk ortamında yaşlıların ve çocukların bakımı, olanaksızlık içinde hijyen yaratılmaya çalışılması, ısınma, yemek ve benzeri onlarca sorun bir bütün olarak bakım emeği vermek hiç olmadığı kadar büyük bir yük haline geldi. Bu felaket koşullarında AFAD’ın ihtiyaç listelerine kadın pedini koymadığını, yalnız yaşayan ve evi yıkılan kadınlara çadır vermediğini gördük. Boşanma arifesinde olan kadınlar boşanmak istedikleri erkeklerle aynı çadırda kalmak zorunda kaldılar, öyle ki böylesi bir durumda dahi öldürülmek istenen bir kız kardeşimiz oldu. 6284 kararları uygulanamaz hale geldi, nafaka tahsilleri imkansızlaştı. Kadınların güvenliği için hala hiçbir özel önlem alınmadı.

SUSMA HAYKIR ŞİDDETE HAYIR!

Bizler 8 mart vesilesiyle meydanları doldurduğumuz bu günde taleplerimizi daha yüksek sesle haykırıyoruz;

-Temel yaşamsal ihtiyaçlarla ilgili gerekli adımlar acilen atılmalıdır.

-Kadınlara özgü hastalıkların engellenebilmesi için duş, tuvalet ve her türlü hijyen imkanı ivedilikle sağlanmalıdır.

-Kadınların güvenliğini sağlayacak hukuki ve idari tedbirler içil acil eylem planı oluşturulmalıdır.

-Deprem sebebiyle ailelerini kaybeden çocuklar devletin sosyal hizmet imkanları kullanılarak güvenli ortamlarda, gelecekleri garanti altına alınacak şekilde korunmalı, psiko-sosyal destek sağlanmalıdır.

- Kadınlara yönelik her türlü ayrımcı uygulamaya son verilmelidir.

Deprem yardımları erkeklerin hesabına yattı. Aile konutu tahsis edilen ve boşanma sürecinde olan kadınlar için yoksulluk derinleşti.

-Televizyon yayınlarında toplanan milyarlarca liralık paralar halkın ve kadınların ihtiyaçlarını gidermek için kullanılmalı, şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

ilimizde depremde riskli bölgeler arasında sayılmaktadır. depreme hazırlık konusunda resmi kurumlar ve sivil toplum örgütleri üzerine düşeni yapıp gerekli önlemleri almalıdır.

Deprem sonrası yaşadıklarımızın da gösterdiği gibi biz halk olarak kendi yaralarımızı dayanışmayla, bir arada olarak sarma gücüne sahibiz. Hepimiz biliyoruz ki bizlerin hakettiği hayatlar; depreme dirençli kentler ve bu kentlerde kadınlar ve çocuklar için güvenli koşullar, yoksulluğun açlığın olmadığı, eşit ve özgür hayatlardır. Bu hayatı kazanmak için bugün dayanışmayla yaralarımızı sarıyoruz. Ancak biz kadınlar olarak söz veriyoruz, bize yaşatılan bu felaketin hesabını da soracağız. Hak ettiğimiz hayatı kazanmak için tüm kadınları hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.

Son olarak 3 yıl önce kaybedilen ve bir daha kendisinden haber alınamayan Munzur üniversitesi öğrencisi Gülistan DOKU yu unutmadık. Unutturmayacağız. Gülistanın akıbeti belli olana kadar alanlarda sormaya devam edeceğiz . GÜLİSTAN DOKU NEREDE?”