Yıl 1915,

Çanakkale Savaşlarının en şiddetli yılı,

On binlerce Avustralyalı, Yeni Zelandalı, İngiliz, Fransız asker,

Sömürgecilik uğruna, yönetimleri tarafından Osmanlı topraklarına savaşmaya gönderilmiştir.

Bu “mavi gözlü, beyaz tenli, sarışın “ ellerinde silah cepheye yollanan gençlerin karşısında ise, Anadolu’nun ve elde kalan son Balkan toprağı Trakya’dan gelmiş “ kara gözlü, ela gözlü, esmer tenli, zayıf bedenli “ kimi yerde çocuklar kimi yerde gençler kimisine göre İmparatorluğun Batılı mekteplerinde eğitim görmüş son nesil talebeler “ vatan savunması “ yapmaktadır.

Anzak askerleri “ Çok Yaşa Kraliçe “ naraları eşliğinde, kendi topraklarından fersah fersah uzaklıkta bir coğrafyayı işgale gelmişlerdi. Ellerinde son model silahlarla kara harekatına başlıyorlar, savaş gemilerinden ise nefes dahi aldırmayacak “ bombardımanlar” yapılıyor.

Günlerce siper savaşları yapılıyor, on binlerce Anzak askeri ve on binlerce Osmanlı askeri hayatlarını kaybediyor. Savaş sırasında binlercesi, toplu şekilde açılan mezarlara defnediliyor.

Savaş bitiyor. “ Kraliçe’nin askerleri “ yeniliyor. Osmanlı ise “ kazanmasına rağmen tükeniyor “.

Geri de binlerce toplu mezar, cephenin neresinde öldüğü bilinmeyen veya cephe de kaybolan askerler, çocuklarının naaşlarını arayan binlerce aile kalıyor.

Osmanlı Hükümeti ile Britanya Hükümeti “ toplu mezarların açılması, kayıpların bulunması, dini usullere göre defnedilmeleri, kayıp yakınlarına bilgi verilmesi “ yönünde bir komisyon kuruyorlar. Bu komisyon Çanakkale’de günlerce çalışıyor, toplu mezarlar açılıyor, naaşına ulaşılan her asker Çanakkale’de oluşturulan “ Britanya/ Anzak, Fransız “ mezarlıklarına defnediliyor. Mezarlarının üzerlerine isimleri yazılıyor. Ailelerine bilgiler veriliyor. Daha sonra Çanakkale’de Anzaklar/İngilizler/Fransızlar “Anıt Mezarlar “ inşaa ediyorlar.

Bu çalışma sürecinde, Osmanlı Monarşisi yıkılıyor, Cumhuriyet rejimine geçiliyor, Cumhuriyet’in mimarı Mustafa Kemal, 1934 yılında basına verdiği demeçte işgalci Anzak askerleri için “ Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve Sükûn içinde uyuyunuz. … Evlatlarını uzak diyarlardan harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız, bizim bağrımızdadır… Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır “ der ve Taziyelerini iletir.

O günden sonra, Anzakların torunları her sene Çanakkale’ye gelir, savaşta hayatını kaybetmiş atalarının mezarlarını ziyaret eder, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin katıldığı ortak anma etkinlikleri ile geçmişin, geleceği zehirlememesi için birlikte mesaj verip, karşılıklı taziyelerde bulunurlar.

Sene 2015,

Dersim’in Hozat ilçesinin Bargini Köyü Seke Sure mezrası,

1938 yılında yakılıp “xan-hırave” hale getirilmiş, bir yıkıntının içinde,

Hozat Cumhuriyet Başsavcılığı, hukuki süreç sonunda kazı çalışması yürütüyor,

14 Nisan’da başlayan ilk kazıda “ içlerinde bebek ve çocukların da olduğu 8 kafatası “ çıkıyor,

15 Nisan’da “ 5 insan kafatası” daha çıkıyor,

2 gün boyunca yanmış toprak “ kemik kusuyor” , bir değil, on değil, yüz değil hem de

Binlerce…

Kimi iskeletin yanı başında “ küçük bir cep aynası “

Bir parmak kemiğinin üstünde bir “ yüzük”

Bir diğer kemiğin yanı başında üzerinde katledilenin isminin olduğu “ muhtarlık mührü”

Yine bir diğer mührün isminde “ Halil “ yazıyor

Bir diğerinin yanında “ takı” eşyası çıkıyor

Yakılmış binanın kömürleşmiş odunları çıkıyor,

Toprak elendikçe “ kurşun” çıkıyor , “ boş mermi kovanı “ çıkıyor

7 insan kafatası yan yana bir yerde, metruk yapının ortasında,

Vurulan her kazma ile temel ortaya çıkıyor, direk taşı evin tam ortasında beliriyor

“ Ocak “ dediğimiz “ Lozine “ ortaya çıkıyor, içinde parıldayan kömür birikintisi…

Yıl 2015…

Üzerinde silah taşımayı inancına aykırı bulan, Ağuçan’ın 24 evladı 77 yıldır öyle yatıyor yerde,

Muhtar Hasan Canan, muhtarlık mührü ile “ ben buradayım “ diyor

77 yıl önce gözünden son yaş dökülen bebek “ ben buradayım” diyor…

Seyit Turabi’ye ait hüviyet cüzdanı, “ ben buradayım” diyor…

Küçük cep aynasını yanında taşıyan kız çocuğu “ ben buradayım “ diyor…

Kimi çocuktu

Kimi ana emziğinde bebek

Kimi bastonuna vermişti ağırlığını

Biri muhtardı, devletin hem de kamu görevlisi, mührü dahi vardı

Biri anaydı, biri baba

Uzun derviş sakallarıyla bir Alevi Piri vardı,

Ne ellerinde bir silah vardı, ne de bir yeri işgale gitmişlerdi, ne de birini öldürmüşlerdi…

Savaşta yoktu ortada, devlet gelip, onları katledip, gitmişti… Ve aradan 77 yıl geçti…

Kimse ONLAR için “ TAZİYE” dilemedi…

Vali, haberleri izledi “ sustu”

Kaymakam, haberi vardı “ sustu”

Hükümet , “ gerekirse özür dileriz “diyordu , “sustu” …

14 Nisan’da “ sustu” , 15 Nisan’da “ sustu”

16 Nisan 2015’te ki Dersim Barosunda ki basın toplantısında Suat Baran, katledilen ailelerin akrabası olarak “ Biz kimseye, bu katliam nedeniyle kin ve öfke duymuyoruz “ diyor ve “ geleceği zehirlemek” istemiyoruz diyordu ve halen diyor…

Ve şimdi sormak istiyoruz sayın valiye, sayın hükümet yetkililerine; Anzaklarla olması gereken ve olan diyaloğu neden Dersimlilerle kurmuyorsun?

Kendi yurttaşına “ TAZİYE “ dilemek, çok mu zor ey Makam-ul Devlet-i Ali (!)…?

4 Mayıs yaklaşıyor ve Dersim Tertelesi’nin anma yıl dönümünde bir mesaj bekliyoruz, Sayın Dersim Valisi, Sayın Hükümet yetkilileri… Gelin “ Geleceği Zehirlemek” yerine “Geleceğe Hayat Verelim “ , " Geçmişi aydınlatalım " ...