7 Haziran seçimlerinden sonra, yaratılan ve yaşama geçirilen “kaos” ortamıyla AKP’nin tek başına iktidara gelmesini sağlamak olduğunu daha önceki yazımızda ayrıntılarıyla açıklamış ve yazmıştım.

7 Haziran seçimlerinde halkın demokratik iradesine siyasi iktidar ipotek koyarak bloke etmiş ve yaratılan kaos ortamında 1 Kasım seçimlerine gidilmiştir.

HDP’nin Haziran seçimlerindeki başarısını içine sindiremeyen AKP ve “ milliyetçi” bloğun birlikteliğiyle 1 Kasım seçimlerine gidilmiş ve istenilen sonuca ulaşılmıştır.

Siyasi iktidarın devamı ve bir kişinin ideali için 7 Haziran sonrası yaratılan kaos ortamıyla, Suruç’ta, Ankara da yapılan katliamlarla başlayan süreç, bugün Kürt illerinde ne yazık ki iç savaş boyutuna ulaştırılmış durumdadır.

Şu anda Diyarbakır da Mardin’de Hakkari’de Cizre’de Silvan’da Silopi’de ve bir çok il ve ilçede, kentler tanklarla ve toplarla abluka altında; sokağa çıkma yasağıyla bir dehşet sergilenmektedir. Yapılan tüm saldırılara gerekçe olarak da “HENDEK” ler gösterilmektedir.

Bu kirli savaşta olan yine fakir halk çocuklarına olmaktadır. İster asker-polis olsun; ister örgüt elamanı olsun, onlar ölmektedir. Hatta yüzlerce sivil insanımız ölmekte yaralanmaktadır. 3 yaşındaki çocuktan 70 yaşındaki yaşlı sivilleri yaşamını yitirdiği bu savaşta, yüzlerce- binlerce aile evini- barkını, doğduğu toprakları terk etmekte veya terk etmeye zorlanmaktadırlar.

Bu kirli savaşın sonlandırılması için yıllardan beri emek veren, barış elçileri tıpkı Tahir Elçi gibi ya katlediliyor; ya da tutuklanıyor.

Demokratik zeminde mücadele veren HDP birileri tarafından zorla, itibarsızlaştırılmaya ve barışı terk edilmeye zorlanıyor. Barış isteyen; savaş karşıtı, halkların birlikteliğini savunan insanlar ya hain, ya vatan düşmanı, ya da örgüt mensubu ilan edilerek linç ediliyor.

Bu gerçekleri yazan, çizen, ifade eden gazeteciler ve kanaat önderleri ya tutuklanıp hapse atılıyor; ya da sesleri kestiriliyor.

Ülke içinde yaratılan bu tablo yetmezmiş gibi dışta da aynı yöntem ve zihniyetlerle oyunlar sahneye konulmaktadır.

Suriye’nin bu hale getirilmesine ön ayak olanlar, sözde oralara demokrasi getireceğiz diye cihatçı terör örgütlerine destek sunanlar; binlerce yıldan beri o topraklarda yaşayan ve vahşi örgütlere karşı vatanlarını, namuslarını, canlarını korumak için savaşan halkları ve o halkların örgütlerinin düşman olarak göstermek ve onları terör örgütü saymaktadırlar.

O halkın Kuzey Suriye’de İŞİD canavarına karşı sağladığı başarıları, Türkiye’ye karşı tehdit olarak düşünenler herkesi düşman görmekte ve ona göre tavır almaktadırlar.

Son olarak, Suriye sınırında düşürülen Rus uçağıyla başlatılan süreç bana 1. Dünya Savaşının başlatılmasında büyük bir etken olan süreci hatırlatıyor.

Hepimiz biliriz, 1914 yılında yani 1. Dünya (paylaşım) Savaşı öncesi, boğazlardan 2 Alman Savaş gemisi, Osmanlı bayrağını çekerek Rusya’ya ait Sivostopol şehrini bombaladılar. Osmanlı imparatorluğu savaşı kaybeder, Sevr Antlaşması sonucu Balkanlar, Ortadoğu ve ne yazık ki Anadolu’nun çok yerini kaybeder.

O ortamda Anadolu halklarının birlikteliğiyle Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu Kurtarılır. Hatırlatmakta yarar var, Mustafa Kemal Türk ve Kürt halkının ortak mücadelesiyle Anadolu’yu kurtarmak için mücadeleye başladığında, işgal altındaki İstanbul’un Padişahı Sultan Vahdettin Mustafa Kemal’i ve arkadaşlarını “TERÖRİST” ilan etmiş; tutuklanmaları için tüm mülki emirliklere emirler göndermiştir.

Kaderin cilvesine bakın ki Erzurum- Sivas Kongrelerinde, yani Anadolu’nun Kurtuluşu için öneme sahip bu kongrelere giden Mustafa Kemal’in suikastle öldürülmesi için görevlendirilen Harput Valisi Ali Galip Paşa’nın olası suikastini önlemek için, Seyit Rıza on gün Erzincan, Kemah arasında milisleriyle nöbet tutar ve olabilecek bir suikasti önler.

Bu olay neden aklıma geldi. Türkiye’nin demeyelim de siyasi gücün Rusya ile başlattığı bu gerilime gerek var mıydı? Hukuksal olarak belki haklı olabilirsin ama ne gerek vardı? İşte asıl sorulması gereken soru da bu.

İçte ve dışta yaratılan bu gerilim ana nedeninin, ” Başkanlık” sistemine geçiş için yapıldığı iddia edilmektedir. Bilemiyorum. Doğrudur, yanlıştır. Eğer amaç bu ise sonuç çok kötü olur.

1Dünya Savaşı sonrası Anadolu’nun kurtarılmasında Türk ve Kürt halkının birlikteliği vardı. Bugün ne yazık ki o tabloyu ortadan kaldırmak için çeşitli oyunlar çeşitli senaryolar sergilenmekte olduğunu üzüntü ile görmekte ve de yaşamaktayız. Kürtleri düşman olarak gören bir zihniyetle ben korkuyorum ki; meşhur bir atasözü var Midyat’a (Dimyata) pirince giderken evdeki bulgurdan olmak var. Bunu güncelleştirirsek; Diyarbakır’daki Ulu Camii den olmayalım....

Bunun yolu da Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve Anadolu da yaşayan tüm halkların birlikteliğiyle, barış ve gönül birliğiyle sağlanabilir.

Bu gerçeği bu ortak kaderi birilerinin ikbal ve isteğine feda etmeyelim.

İnşallah 2016 yılı, daha aydınlık ve özgürlük dolu bir yıl olur.