Türkiye uzun zamandan beridir malum şahsın günlük ruh durumuna endeksli, altın, borsa, dolar ve Euro’dan ayrı, farklı bir “ana kur” değerine sahip. O nedenle, “nüfuz etmediği ne kaldı” diye boş yere hiç düşünmeyin. Vesselam “hayaller(i) bir bir gerçek oldu”. Demem o ki, karşımızda aklın yaratıcılığına kılıç kaldırmış, “siz düşünerek kendinizi yormayın, ben varlığımla her türlü tefekküre kâfi gelirim” demeye getiren, sıfatların tanımlamaya yetersiz kaldığı biri var. Barbarları beklerken geçirdiğimiz ara süre, onların deyimiyle “reklam arası” çoktan bitti ve şimdi tam da bir barbar kuşatması altındayız.

 

Yaşananlar karşısında tedirgin olmamak ne yazık ki elde değil. Kendim adına, olmayanların ya akıl ve vicdanından ya da körlüğünden şüphe duyuyorum. Aksini düşünenlere tek kelime açıklama yapmanın dahi gereği yok. Çünkü kastettiğim tam da onların hikâyesi. Neden mi?

 

Dinleri istismar edilir, susarlar.

 

Ortada olabildiğince nefret söylemine başvurulur, susarlar.

 

Vurgunlar, talanlar, hırsızlıklar yapılır, susarlar.

 

Yalanlar söylenir, susarlar.

 

İnsanlar öldürülür, susarlar.

 

Çocukları öldürülen anneler meydanlarda yuhalatılır, susarlar.

 

İnsanların kimlikleri ve inançları aşağılanır, susarlar.

 

Bu halkın “a… koyacağız” diyenlere susarlar.

 

IŞİD İslam adına katleder, susarlar. Susarlar, susarlar, susarlar!..

 

Haksızlık etmeyelim. Yaptıkları sadece susmaktan da ibaret değil. Hakkın hatırı pul edilirken, onlar bu haksızlığa artık bırakın susmayı, hep bir ağızdan daha güçlü alkış tutmaya can atıyor. Oysaki bir zamanlar ne çok severlerdi “haksızlık karşısından susan dilsiz Şeytandır” sözünü. Demek ki haksızlıktan anladıkları sadece kendilerine yapıldığını düşündükleriymiş. O hâlde mesele, etrafında kenetlendikleri kişinin onların ideal dünyasını yansıttığına inanmak değilse, nedir? Hadi “g…nün kılı” olmalarını anladık, peki ya bu “ısırırım, yalarımcılığa” nasıl gelindi? O da yetmedi, İslam’ın hangi kaidesi ve kuralına sığınarak AKP’ye oy vermek “farzdır, vermeyen kâfir olur” deme cüretini kendilerinde buluyorlar?

 

Kalemini, ruhunu ve onurunu satarak iktidarın yapıp ettiklerini savunan köşe yazarları da cabası. Nasıl bir pespayelik içerisindeyiz, inanamıyorum artık. İnanç şöyle dursun, insanın midesinin dahi alt üst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yazdıklarının her satırı irin ve çirkin bir propaganda kokan bu iktidar kalemşorları kendilerine nasıl bu kadar güveniyor? Sorarım size, bugünün yarınının olduğunu da biliyorlarsa mesele biraz da bu ülkenin siyasi kültürüyle alakalı değil mi? Cevap galiba, siyasi ‘fahişeliğin’ bu denli revaçta olduğu bir başka ülke olmamasından kaynaklanıyor. Bu ülkenin siyasi geleneğinin, yarın iktidar olacaklara kapaklanacak bir manevra kabiliyetine her zaman açık olduğunun çok iyi farkında olduklarından bu denli fütursuz ve pervasızlar.

 

Malumunuz, bu “necip mağdurların” en büyük silahı da, Cumhuriyet rejiminin düne kadar kendilerine yapıp ettikleri oldu. Ama Allah aşkına söyleyin, bu iktidarın yarattığı kirlilik ve haksızlığa kendilerinin yerden yere vurduğu Cumhuriyet’in hangi döneminde rast gelindi? Geçmişte yaşananları haklılaştırmak niyetinde değilim. Bunlara karşı yıllarca mücadele verildi ve halen de veriliyor (O nedenle bu yazıyı elinde cımbızla okuyanlar buna hiç tevessül etmesin). Bundandır ki AKP, cephaneliğindeki dinî mağduriyetler bittiğinde en çok da diğer insanların yaşadığı acıları kullanmaya yeltendi. Dersim Katliamı, Alevilerin maruz kaldığı ayrımcılık, Kürt sorunu, Ermeniler başta olmak üzere diğer gayrimüslimlerin yaşadıkları ve 12 Eylül yasalarına uzanan düzinelerce haksızlık AKP tarafından siyaset sahnesine itilip, araçsallaştırılarak adeta kullanılmaya elverişli birer ‘pornografik unsur’ hâline getirildi. Bu yönüyle boynuzun, kulağı fazlasıyla geçtiğini söyleyebiliriz. Ondandır ki AKP’nin ve ruhani liderinin ipliği pazara çıktığı için, bu kez de sanal mağduriyetler üretilerek kamuoyuna yönelik farklı bir algı operasyonuna girişilmekte. Semirmekte sınır tanımayan ‘jölelinin’ ucuz kahramanlığı tamamen buna dayanıyor. Sıra, ürettikleri “idam senaryolarıyla, kendilerini astıkları ipi pazarlamaya” geldi.

 

Bitirirken, İslamcı ve dindarlara şöyle bir soru yönelteceğim: Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi, “sonsuz bir iktidarın olmadığı ve her iktidarın geçici olmakla birlikte önce milletin ve en nihayetinde de Allah’ın önünde hesap verileceğini” biliyor musunuz? Susmaksa eğer neden sustuğunuzu, desteklemekse eğer yapılanları neden görmezden gelip, vicdanınızı kararttığınızı, dünya ahiret hakkını helal etmeyecek bir kul olarak sorarım size!