Ey Dersim’e Vicdan Borcu Olan;

Geçmiş asırlarda “Aleviler“ katlediliyordu, bu asırda ise “ Alevilik” katlediliyor. Ve bugün ne yazık ki Truva Atı gibi, Alevi Örgütlenmelerinin içine sızmış çeşitli sol vahabi düşünce toplulukları tarafından son sürat Aleviliğin A’sını dahi bırakmayacak bir şekilde izlenen sinsi politikalar izlenmekte...

Bu Sol Vahabi Düşünce Toplulukları, 1960 ve 1970’lerde “Marks, Lenin, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca, Tito“ adlarına Türkiye’de siyaset yürütmüş ve siyasetlerinin ilk eylemi de genelde “Din, Afyondur”  hadis-i Marks (ki Marks’ı da hiç anlamadılar ya )  gereği “ Aleviliğe” saldırmak olmuştu.

Osmanlı’nın Bakiyesi,  Türkiye’de Osmanlı hayranı devlet aklı, Alevilikle mücadeleye başlamadan imdatlarına işte bizim bu sol vahabiler yetişmişti. Çünkü Cumhuriyete kuruluşundan yarım asır sonra egemen olan Osmanlı Bürokrasisi Aklında da “Alevilik” , Anadolu ve Trakya’da bertaraf edilmesi gerekli kadim bir sorundu.

Ve bu Osmanlı Mantığının Aleviliği yok etmek için en iyi yöntemi, bir Alevi köyüne bir cami yapıp bir hoca atamaktan ibaret iken; bizim bindikleri dalı kesen sol vahabiler ise Alevi İnancını asırlardır ayakta tutan “ocakzadelere“ dolayısıyla “ seyitlere, pirlere, dede ve bavalara “ karşı büyük bir mücadele başlatıyor ve ocakzadeleri “ gerici” ilan ederek, pir-talip ilişkisinin bozulmasına olağanüstü bir gayret gösteriyorlardı.

Çünkü Sol Vahabiler şunu çok iyi biliyorlardı; Aleviler içinde kendi parti ve düşüncelerinin egemen olmasının tek yolu, Alevi Toplumundaki pir-talip örgütlenmesinin ilgasıydı. Pir’in, Seyyid’in, Bava’nın, Dede’nin olduğu yerde kendi siyasi düşüncelerinin egemen olamadığını fark eden bizim sol vahabiler, Aleviliğin Kadim Kurum ve Örgütlenmesine karşı artık sözde “devrim” adına özde “ kendi mülkiyetçi parti iktidarları “ uğruna büyük bir psikolojik harekata başlamışlardı.

 “Hakkın olmadığı, Pirlerin sömürücü olduğu, Taliplerin ezilenler olduğu, Pirlerin ezenler olduğu, ziyaretlere inanmanın, kurban kesmenin, dua etmenin gericilik “ olduğu içerikli propagandalar artık saldırının ana argümanlarıydı.

Böyle bir ortamda devletin, asimilasyon çabaları deyim yerindeyse devede kulak kalıyordu. Çünkü Alevi kökenli bizim “ sol vahabilerin “ Aleviliğin geleneksel kurumlarına yönelik saldırıları karşısında en fazla yüzü gülen ise devlet-i akl-ı Osmani’ydi.

Nasıl mutlu olmasın ki? Ebu Süfyan’dan Muaviye’ye, Muaviye’den Yavuz’a, Yavuz’dan Celal Bayar’a kadar ki Emevi Şeriatının yapamadığını, sol adına hareket eden bazı Alevi gençler yapıyordu.

Aleviliğin ser çeşmelerinden biri olan Dersim, bu vahim saldırının gözlemlenebildiği en iyi sosyal laboratuvarlardan biridir. Dersim,  1937-38 yıllarında Emevi’nin birikmiş kini karşısında fiziksel olarak çok büyük kayıplar yaşamasına rağmen manevi anlamda kendisinden zerrece ödün vermemişti.

1938 Katliamından sadece 30 yıl sonra 1968’de Dersim’de Aleviliğin mihenk taşı “ocaklar” canlı ve pir-talip ilişkisi bozulmamıştı.

1968’de Dersim’i gezen bir yabancı;

•             Zazaca/Kırmancki “cem” ibadetini de, Kurmanci/Kürtçe “ cem” ibadetini de sınırlı olsa da Türkçe “cem“  ibadetini yapan insanları,

•             Toprak damlı evlerinin kapılarına güneşin ilk ışıklarının vurmadan kalkan, Güneşin doğuşuyla yüzlerini yıkayarak Güneşe karşı “ Ya Mıhemmed, Ya Oli “ ile başlayan dualar eden,

•             Kemere Düzgın’e  “var vay“ “yalın ayak“ yürüyerek giden, kurbanlar kesen

•             Pirlerin, taliplerini gezerek yıl içinde ki sosyal ve itikadi muhasebelerini yaptığını ve ancak ardından cem ibadeti yaptığını

•             Bava’ların, Hakka yakarırken ruhlarının bu alemden sanki göçtüğünü ve ateşin üzerinde semaha durduklarını

•             Çocukların isimlerinin Ehl-i Beyt isimleri esas alınarak konduğunu

•             Hz. Ali’nin, Hz. Hüseyin’in, Eba Müslim Horasaninin, Kureyş’in ve diğer nebi-veli ve ulu kişilerin öykülerini bir gece vakti, ocakta yanan ateşin etrafında büyükler tarafından çocuklara anlatıldığını,

•             12 İmam ve Xızır Orucunun nasıl içten duygularla tutulduğunu, matemin yaşandığını

•             Ocakzadelerin “Ewlade Resul“ olarak saygı gördüğünü, Talibin Pire Pirin Talibe hürmetini ve dahi nice durumu görebilirdi.

1978’e gelindiğinde ise 1968’deki Dersim’den çok farklı bir ortam vardı. Artık Hak-Muhammed-Ali’nin yeri çeşitli kesimler tarafından  “ Marks, Engels, Lenin “ ile Cafer Sadık Buyruğunun yerini “ Marks’ın Kapitali, Stalin’in Diyalektik Materyalizmi, Mao’nın Kızıl Kitabı “ almıştı.

Aleviliğin En önemli yazılı kaynaklarından biri olan Rıza Şehrinin, Kırklar Meclisinin ve dahi nice Yol Erkanının anlatıldığı Cafer Sadık Buyruğu artık tozlu raflara kaldırılmıştı.

1988’e gelindiğinde ise artık Dersim etkisi, 1938’den daha ağır olan bir savaşın içine çekildi ya da çekilmek zorunda kaldı.

1998’e gelindiğinde ise Aleviliğin Ser Çeşmelerinden biri olan Dersim’de yüzlerce köy boşaltılmış, on binlerce nüfus sefil şekilde ülkenin batısına mülteci gibi akmıştı.

 Ocakzade köyleri, talip köyleri yerle-yeksan olmuş, savaş sonucunda çoğu köyde taş üstünde taş kalmamıştı. Neredeyse her evde artık bir Matem-i Hüseyin, Matem-i Ali vardı. Kör Şiddet; geri de artık gözü yaşlı 1938’den çocuk yaşta sağ kurtulan ana ve babaların gözyaşlarını bırakmıştı. Ve yine Kör Şiddet; geri de yürek dağlayan Zazaca, Kürtçe, Türkçe ağıtlar bırakmıştı, tahrip edilen ocakzade mezar taşları, türbeler, ziyaretler ve en beteri kültürel yozlaşma bırakmıştı.

2008’e gelindiğinde ise artık 40 sene önceki Dersim; son demlerini yaşıyordu. Duyarlı insanlar çıktı. Ki çoğunluğu, sol vahabiciliğin nasıl da Aleviliğe zarar verdiğini idrak etmiş insanlardı. Dersim Tertelesi’nin çocuklarının hayat hikayelerini kayıt altına almaya başladılar. Ve kayıtlarda Dersim’in, Dersimli’nin nasıl da;

•             Ali’ye, Hüseyin’e yoldaş ve takipçisi olduğu

•             Kerbela’ya gittiklerini düşündüklerini ancak Kerbela’nın Dersim’e geldiğini

•             Seyitlerin nasıl da “ Ewlade Resul” olarak kabul gördüklerini

•             Talibin, Piriyle yan yana nasıl da ölmek ve İmam Hüseyin’im şefaatine nail olmak istediğini

•             Seyitlerin sakallarının zorla kesildiğini, kimisinin sakalları çekilerek işkence ile öldürüldüğünü

•             Dere Laç Ağıdında nasıl da “ İmam Hüseyin’in Günüdür, bugün ölürsek onun yanına gideriz “ dendiği izledik, duyduk ve ağladık.

Yıl 2016… Dersim’deyim ve 30 yaşındayım. Ömrümün ilk yirmi yılında, güneşin karşısında Ali’ye, Mıhemmed’e, Hakka, Kureyşe , Düzgine ve cümle nebi-veli ve uluya  tertele çocuklarından dua ederken gördüğüm,  kimseyi görmüyorum.

Fakat gönül gözümün gördüğü en önemli şeylerden biri  “Alevi”  adı altında her geçen gün açılan onlarca, yüzlerce dernekteki iktidar kavgaları, 1968’de 1978’de  “Lenin, Stalin, Mao” diyerek Aleviliğe karşı “din, afyondur” hadis-i şerifi gereği bayrak açan insanların, şimdi ise Alevilik adına konuşmaları, Aleviliği Ali’den, Hüseyin’den, Kerbela’dan, Pir Sultan’dan, Şah Hatayi’den harici olarak yorumlayıp yeni bir din yaratmaya çalışan, özünde inançsız ama şekilde inanır gibi yapan Güruh-u Be-Naci’nin Güruhu Naci’ye karşı, Ocakzdelere karşı, Pir-Talip arasındaki ikrara karşı savaşı…

Bu Güruhu Be-Naci’nin Dersim özelinde kimi edebiyatçıları, müzisyenleri, yazar-çizerleri hiçbir zaman Dersim’i anlayamadılar. Onların bakış açısı ne yazık ki; Ebu Suud’un Alevilere saldırırken ürettiği argümanları somut ve gerçek veri olarak Aleviler adına kabul etmekten oluşuyor.

Tarihlerini, inançlarını, dillerini her daim yabancılardan öğrendiler. Kendi atalarının kimlik ve inanç yorumuna “surat ekşitip“ ; yabancıların yorumlarına “ alkış” tuttular.

Öyle ki Dersim, bu alkışçılar yüzünden;

•             Gayr-i Müslim oldu

•             Zerdüşt oldu

•             Luvi oldu

•             Hatti oldu

•             Ezidi oldu

•             Hak bilmez oldu

•             Ocakları misyoner kabul eder oldu

•             Ermeni’den ziyade Ermeni

•             Kürt’tten ziyade Kürt

•             Türk’ten ziyade Türk

•             Zaza’dan ziyade Zaza oldu ama bir türlü Alevi olamadı.  

Ve yine sözde  “Dersim Meşvereti “ diye bildiğimiz esasında gerçek  “ Dersim Aydınlanması” ile ilgisi olmayan, gençliği “ din, afyondur” hadis-i şerifi ile Aleviliğe  “cihat” ilan ederek geçen, Dersim adına son zamanlarda yürütülen “meşveret” çalışmasındaki mesai arkadaşlarının çoğunluğunun ortak noktası Ali’siz Alevilik… Öyle ki meşveret üyelerinin çoğunluğu da eski Marks, Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca kutsayıcıları… Bu meşveretin ana gayesi ise; gerçek Dersim yerine, kendi ajandalarındaki Ocaksız-Pirsiz-Talipsiz Dersim’i yaratmak…

Bu ajanda peki işleyecek mi? Bence işlememesi gerekiyor. Bu bakımdan Dersim’in, Aleviliğin Ser Çeşmelerinden biri olduğunu bilen ve atalarına karşı vicdani sorumluluk duyan her Dersimli Ocakzade ve Talibin; Dersim adına oynanan Sol Vahabi Ali’siz Alevilik Meşveret Oyunlarına gelmemesi ve Ocakzadeler-Talipler arasında İkrarı tazeleyerek yeniden dernekçilik, örgütçülük batağına saplanmadan Güruhu Naci’nin Yolunu devam ettirmesi gerekiyor, diye düşünüyorum.

Benim, vicdanım hiçbir politik oyun dahilinde ikbal dahilinde ekonomik menfaat dahilinde olmadan bunları söylüyor. Peki, Ey Dersim’e vicdan borcu olan, sen ne diyorsun? Dersim’i , “geçmişinde Aleviliğe karşı cihat açan” sonrasında ise Alevilik adına nutuk atan “ meşveret-i Be-Aliye”  mı bırakalım? Vicdan senin, karar senin…