15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Türkiye’de her alanda ciddi tasfiyeler, işten atılmalar yaşanıyor. Bununla da kalmadı iş. Bazı basın yayın kuruluşları da, öteden beri dillendirdikleri, dahası, bugün terör örgütü olarak ilan edilen FETÖ tarafından birçok kez mağdur edilmelerine karşın, ne yazık ki FETÖ’ye yapılan operasyonlardan dolayı bu kez de FETÖ’cü olma iddialarıyla nasiplerini almış görünüyorlar.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Dersim’de yaşanmakta. Öteden beri bazı sivil toplum örgütlerinin üyeleri, duyarlı insanlar, Dersim’de cemaat yapılanmasına dikkat çektikleri halde,  bunlar bugün yine FETÖ’yle ilişkilendirilerek işlerine son verilmiş durumda.

Elbette, gerçekten de öteden beri FETÖ’yle ilgisi olanlar da var. Ve onlar, temizlenmeli. Ama FETÖ’ye destek sunmak iddiasıyla, üstelik FETÖ tarafından geçmişte mağdur edilen insanların yeniden mağdur edilmesi hakka ve hukuka uygun değildir, olamaz.

Burada dikkatinizi bir konuya çekmek istiyorum. Söylediklerimin anlaşılabilmesi için.

Dersim’de bulunan üniversite yönetiminin maharetleri daha önce yazıldı. Onları tekrar etmeme gerek yok. Ancak bazı başlıkları yeniden hatırlatmalıyım ki, aşağıda sözünü edeceğim konu anlaşılsın.

Dersim’deki üniversite ile ilgili tartışmalar, kurulduğundan beri yaşanmakta. Kurulduğu zamandan, 15 Temmuz Darbe Girişi’ne kadar Fethullah Gülen cemaatiyle arası gayet iyi olan üniversitenin, o dönem bundan yakınanları barındırmadığı iddiaları herkesçe bilinir Dersim’de.

Dersim’deki üniversitenin özellikle Alevilik-Bektaşi Enstitüsü’nü oluşturma gayretiyle ilgili ortaya çıkan bilimdışı senato kararına şerh koyan tek kişi olan Doç. Dr. Candan Badem’e yönelik uygulamaları ve bugün başına gelenler, esasında FETÖ operasyonlarının nasıl ve kime yapıldığını, kimleri de kapsadığını da göstermekte. Tarih Bölümü Başkanı da olan Candan Badem, üniversitenin bu bilimdışı senato kararına itiraz etmekle kalmamıştı çünkü. Bunu niye yaptığını açık açık anlatmıştı basında. Üstelik Candan Badem, çocuğunun zorunlu din dersinden muaf tutulması konusunda dava açmış, Erdoğan’ın Barış Akademisyenleri’ne yönelik tavrından dolayı yine dava açmış, üniversite rektörünün kişiye özel kadro ilanı iddiası ile, üstelik kendisi Tarih Bölümü başkanı iken, yani kendi bölümüne, yani Tarih Bölümü’ne aldırdığı kişinin durumuna dava açmış bir bilim insanıydı.

Peki ne oldu? Candan Badem önce açığa alındı, ardından FETÖ operasyonuyla, FETÖ’cü diye üniversitesinden atıldı, üstelik bir gün de gözaltında kaldı.

Hakikaten Dersim’deki üniversite FETÖ konusunda bu terör örgütü üyesi olanlara bu kadar acımasız mı size göre? Bize göre değil.

En azından geçmişte, böyle olmadığını söylemeliyim.

Açıklayayım:

Candan Badem’in başına bunlar gelirken, örneğin Tunceli Üniversitesi dergisinde, (bakınız Yıl 1, sayı 2, 2016), üniversitede bulunan bir akademisyenin 3 sayfa kendisiyle yapılan söyleşisi yayımlanır. Söyleşiyi yapan, derginin editörü Kayahan Topal. Söyleşi yapılan akademisyen, kendisini “Türk Müziği Misyoneri” olarak tanıtıyor. İşin ilginç taraflarından biri de, Dersim’deki üniversitede Elazığlı kadrolaşmayı da görebilmemiz. Çünkü bu kişi de Elazığlı…

Neymiş efendim, beş çeşit müzik aleti çalabiliyormuş. Bunun için Tunceli Üniversitesi’nin rektörlüğü, bu kişiyle söyleşi yapma gereği duymuş. Hem de üç kocaman sayfa…

Ama bu kişi, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından FETÖ’yla bağlantısı bulunarak açığa alınıyor.

Yine Tunceli Üniversitesi Rektörlüğü adıyla 1 Nisan 2016 tarihinde, İktisat bölümü için  başvuracak kişinin tarifi verilerek bir Yard. Doç. ilanı veriliyor.  Fakat, tarifi verilerek alınan kişi de, daha sonra FETÖ kapsamında açığa alınıyor.

Başka bir ilan daha veriyor üniversite rektörlüğü. 22 Temmuz 2016 tarihli verdiği ilanda, özel şart kısmında alınacak kişinin “Çanakkale Savaşları Etrafında Teşekkül Eden Halk Anlatıları” konusunda çalışma yapma şartı koyuyor. Böylelikle Çanakkale Üniversitesi’nden çalışanlardan birinden başka kimse bu kadro ilanına başvuramıyor.  Ancak bu kişi de, yani rektörün özel kadro ilanı açtığı bu kişi de FETÖ kapsamında açığa alınanlardan biri çıkıyor.

Bilindiği üzere, yine 04.01.2016 günü Tunceli Üniversitesi bir yardımcı doçent ilanı vermiş ve benzer bir durum orada da görülmüştü. Orada verilen ilanda “Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı”na  şu şartı koymuştu: “Türkiye Cumhuriyeti tarihi alanında doktora yapmış olup Osmanlı Devletinde silah sanayi konusunda çalışmalar yapmış olmak.”

İşte FÖTÖ’cü iddiasıyla gözaltında bir gece kalan Doç. Dr. Candan Badem, Tarih bölümüne, yani kendi bölümüne ait bu ilana itiraz etmiş ve dava açmıştı.

Şimdi soralım:

Amatör olarak 5 müzik aleti çalan kişiye üniversitenin dergisinde 3 sayfa söyleşi yapılırken ve söyleşi yapılan bu kişi FETÖ ile ilgili olarak açığa alınırken, akademik olarak 5 dil bilen, belgesi de elinde olan  ve kendisinin Marksist ve ateist olduğunu bağıra çağıra söyleyen kişi nasıl FETÖ’cü oluyor?

Üstelik daha birkaç gün önce Badem’in üniversitesine girişi de engellenmiş öğrendiğimiz kadarıyla.

Dersim’de 15 Temmuz’dan sonra, FETÖ okullarında çalışanların bile evleri tek tek aranıp telefonlarına el koyulmasına rağmen, darbe girişimi öncesi cemaate olan bu hayranlık nedir?

Bütün bu uygulamaların sahiplerinin, altında imzası olanların bir sorumluluğu yok mudur?

Sorumlu ya da sorumluları kim ya da kimlerdir? Ve nasıl hala yerinde durmaktadırlar?

Bir başka konuda, üniversitenin artık bir bilim yuvasından çıkma görüntüsü vermeye başlamasıdır. Öğrenciler, minaresi olmayan mescitte okunan ezan seslerinden dolayı dersliklerinde, derslere ara verilmesini istemektedirler. Ders dinleyememektedirler yani… Zaten küçük bir üniversite olan bu üniversitede, bu uygulamanın sorumlusu kim, kimlerdir?

Buradaki ses düzeni, sadece mescit içerisinde duyulabilecek bir seviyeye çekilemez mi?

Toplumsal barışa daha çok ihtiyaç duyulduğu bu dönemde, toplumsal düzeni bozacak bu uygulama ne zamana kadar sürecektir?

Yoksa bu uygulamaların sahipleri, tıpkı 12 Eylül döneminin ünlü Dersim valisi emekli general Kenan Güven’in Dersimlilere söylediği, “Sizin kim olduğunuz belli değil. Bir yabancı gelse buraya, bunlar neye inanıyor  diye sorar… Çünkü bir caminiz bile yok.” Sözlerinin bugünkü uygulayıcıları durumunda mı kendilerini görüyorlar.

Gerçi Cemevi başkanının yazdığı mektuplar ortada iken, bu mektuplarda belirttiği amacı ortada iken, biz kime, neyi anlatabiliriz ki?

İnsanların sessiz kalması, bütün bu uygulamaları kabul etmeleri, benimsemeleri anlamına gelmiyor. Sessiz kalmaları, hakkı ve hukuku savunduklarında bugün, birileri tarafından hain, işbirlikçi, terör örgütü üyesi olarak suçlanabileceklerinden geliyor. Böyle günlerdeyiz çünkü.