Ne zorluklarla yetiştirdiğimiz gençler, hayatlarının baharında yok olup gidiyorlar. İşsizlik almış başını gidiyor; eğitimli gençler iş bulamıyor, bunalımın eşiğine geliyor. Biz bu gençleri anlamakta zorluk çekiyoruz. Onların içinde ne fırtınalar esiyor, bunun ne kadar farkındayız? Onları anlamıyoruz ve bunalımlarıyla baş başa bırakıyoruz. Hiç kimse böyle bunalımları tek başına öteleyemez. Gençlere iş, aş, ekmek sağlayacak olanaklar sağlanmadan bunalımdan kurtaramayız.

                Her yere üniversite açmakla olmuyor. Planlı bir eğitim anlayışı olmadan bu sorunların üstesinden gelemeyiz. Üniversiteyi bitiren gence ne halin varsa gör, diyoruz. Peki biz bu gençleri niçin okutuyoruz? İşsiz okur-yazarlar toplumu yaratmak için mi? Evet, üniversiteyi bitiren işsiz gençlerin sayısının 1 milyon olduğunu söyleyenler var. Yetkili, etkili kişi ve kurumların bu “ işsizlik" sorununa köklü çözüm getirmeleri kaçınılmaz oldu artık.

                İstatistiklerde ve kamuoyu araştırmalarında işsiz öğretmenlerin sayısının 600 binlere ulaştığı söyleniyor. Bu öğretmenler ne yapıyor, nasıl yaşıyor acaba? Kaçımız bunun farkındayız, acaba çareler arıyor muyuz? Yaşamak için bilmedikleri hangi işlerle uğraşıyorlar? Bunların içinde inşaatlarda çalışırken, düşüp ölenleri de gazete sayfalarından öğreniyoruz. Bunlar bizi sarsacak, kendimize getirecek insanlık dramları değil mi? Kim bilir, nasıl zor geliyordur, o gençlere; asıl mesleğinin dışında çalışmak. Millî Eğitim Bakanlığı, 5 bin öğretmen emekli olursa, 5 bin öğretmenin atamasını yapıyor. Peki diğer 100 binlerce yetişmiş, diplomalı öğretmen ne olacak? Sorular hep yanıtsız.

                Atananların da durumları belirsizliğini koruyor. Ücretli, sözleşmeli, kadrolu ...çeşit çeşit öğretmen. Kadrolu öğretmen olabilecekler mi, hangi şartlarda kadroya geçecekler? Belirsizlikler içinde işlerine gidip geliyorlar. Çalışma şartları açısından özel okulların durumu daha olumsuz. Atanamayan öğretmenler, çok düşük ücretlerle çalışıyor. Yıl sonunda sözleşmelerinin imzalanıp imzalanmayacağı meçhul. Bu şartlarda esnek, güvencesiz, düşük ücretlerle çalışıyor öğretmenler. Yarınından emin olmayan insanlar nasıl rahat olabilir? Kamusal eğitimden, piyasa eğitimine geçtiğimiz zaman işte bunları yaşıyor, eğitim çalışanları.

                Peki bu eğitim anlayışından memnun olanlar yok mu? Olmaz olur mu, elbette var. Parası olanlar, hali vakti yerinde bir avuç insan bu sistemden memnun Onlar istedikleri yerde, istedikleri şartlarda bu hizmeti satın alıyor. Milyonlarca insan bu olanaklardan yararlanamadığı için bunalımdan bunalıma sürükleniyor. Kamusal, parasız, lâik, demokratik eğitimden buralara kadar gelindi. O dönemlerde her öğretmenin mesleğiyle ilgili yapacağı bir iş vardı. Öğretmen hayatından bezmez, insanlara bir çare bir umut olurdu. Geldiğimiz nokta insanım diyen herkesi derinden yaralıyor.

                İşte o gençlerden biri Kevser Abdülkadiroğlu. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi matematik öğretmenliği çıkışlı. Ramazan Bayramı'ndan bir gün önce akşam yaşamına son veriyor. Ne acı bir şey. Acı da söz mü? Tüm insanları üzüntüye boğması gerekirken, kimsenin umurunda değil. “ Ateş düştüğü yeri yakar. “ diyorlar ya, işte öyle bir şey. Yaşanan bu işsizlik bunalımlarının bir başkasının başına gelmeyeceğinin garantisi yok. Acılarımızı ancak birlikte sağaltabiliriz. Bu genç öğretmenimizin bunalıma düşüp hayatını yok edişi bireysel değil. Toplumsal zorlukların sıkıştırmasının sonucudur.

                Çevremizde mutlaka vardır; Kevser öğretmen gibi gençleri bunalımlarıyla baş başa bırakmayalım. Elimizden gelen desteği vererek, onların yaşama tutunmalarını sağlayalım. Onları yalnızlığa mahkûm eder, sürekli suçlarsak, buradan ancak yıkım çıkar. Öğretmenlerimizi yaşatamıyorsak, orada bir şeyler ters gidiyor demektir. Adını anımsayamadığım bir şair şöyle diyor: “ Yok başka cehennem, yaşıyoruz işte!”