Davacı Vekili sıfatıyla Ankara 6. İdare Mahkemesi Başkanlığına Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimliği’ne dilekçesini veren Avukat Cihan Söylemez, savunmasında şunları kaydetti:

 

 

633 SAYILI YASANIN 1. MADDESİNİN İPTAL İSTEMİ İLE ANAYASA MAHKEMESİNE GÖTÜRÜLMESİ TALEBİMİZ VARDIR

 

Davalı İdarenin Savunmasına dayanak yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığının,  müvekkilin inancını ve ibadethanesini tanımlama hakkı ve yetkisi yoktur. Zira Davalı idarenin savunmasına dayanak yaptığı 22.06.1965 Tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1. maddesi açık bir şekilde 1982 Anayasasına aykırılık arz etmektedir.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1. Maddesi açık bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılık arz etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. Maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında “ laik devlet ilkesinin” olduğu, devletin laik olduğu vurgulanmıştır.

 

Yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 4. Maddesinde  “Anayasanın 1.ci maddesinde ki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. Maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3.cü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmü bulunmaktadır.

 

Anayasanın 4. Maddesindeki hüküm ile Anayasanın ilk üç maddesi, Anayasanın diğer maddelerine göre üstün ve uyulması gerekli hiyerarşik bir norm olma özelliği kazanmıştır.

 

Bunun anlamı Anayasanın 5. Maddesi ile 174. Maddesi arasında bulunan tüm maddelerin Anayasanın ilk üç maddesi çerçevesinde yorumlanması gerektiğidir.

 

Davalı idare Diyanet İşleri Başkanlığının yetki ve görevinin kaynağını Anayasanın 136. Maddesi olduğunu belirtmektedir.

 

Anayasanın 136. Maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığının görev alanı “ Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir”  hükmü ile belirlenmiştir.

 

Ancak 22.06.1965 tarihinde kabul edilen, 02.07.1965 tarihinde yayınlanan 633 sayılı yasanın 1. Maddesinde ise “İslam Dinin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur”  hükmüne yer verilmiştir.

 

Davalı idare anayasanın 136. Maddesinde zikredilen işte bu özel kanunun 1. Maddesi kapsamında 1965 yılından bu yana anayasaya aykırı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

 

Oysaki 633 sayılı kanunun 1. Maddesi açık bir şekilde 1982 Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen 2. Maddesindeki Laik Cumhuriyet ilkesine aykırılık arz etmektedir.

 

Zira bilindiği üzere;

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasından “Devletin dini İslam’dır”  hükmü, 1928 yılında Anayasa’dan çıkarılmıştır.

 

1961 ve 1982 Anayasalarında “Laik Devlet” ilkesi benimsenmiştir. 1982 Anayasasında  “Laik Devlet” ilkesi daha da güçlendirilmiş ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek bir hüküm olma özelliği taşıyarak, Anayasa’nın diğer maddelerinden üstün bir norm olduğu böylece kabul edilmiştir.

 

Laik Cumhuriyet ilkesi “devletin dininin olmadığı, zira hukuk devleti ilkesi ile mevcut dinlerden birinin üstün tutulması fikrini bağdaştırmanın mümkün olmadığı, dolayısıyla hukuk düzeninin din kurallarına göre şekillenmediği, devletin tüm din ve inançları tanıdığı, devletin vatandaşlarının dini inançlarına müdahalede bulunmadığı, devletin bir dini diğerine ve bir mezhebi diğerine üstün olarak tutmadığı, devletin farklı din, mezhep, kanaat ve inançtaki vatandaşlarına kamu önünde eşit şekilde davrandığı ve ayrımcılık yapmadığı” bir devlet yönetimidir.

 

Yine Anayasanın 136. Maddesinde de Diyanet İşleri Başkanlığının hangi temel hüküm doğrultusunda hareket edebileceği belirtilmiştir. Bu hüküm laiklik ilkesidir ve Diyanet İşleri Başkanlığının laik devlet ilkesi doğrultusunda faaliyet yürütmek üzere kurulduğu belirtilmiştir.

 

Dolayısıyla da Anayasanın 136. Maddesinde;  Diyanet İşleri Başkanlığının şu veya bu din mensubuna hizmet vereceği ile her hangi bir düzenleme yapılmamıştır. Anayasanın 136. Maddesinde sınırları çizilen kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tüm din ve inançlara eşit mesafede nötr bir kurum iken, 1965 yılında çıkarılan 633 sayılı yasa ile laiklik ilkesine aykırı olarak Diyanet İşleri Başkanlığının görev alanı “İslam dini” ile olacak şekilde daraltılmış ve böylece 633 sayılı yasanın 1. Maddesi ile laik devlet ilkesi fiili mana da ortadan kaldırılmıştır.

 

633 sayılı yasa açık bir şekilde Anayasanın 2. Maddesinde belirtilen “Laik Demokratik Cumhuriyet” ilkesine aykırılık arz etmektedir. 633 sayılı yasanın 1. Maddesi iptal istemimiz doğrultusunda Anayasa Mahkemesine götürülmeli ve somut norm denetimi yolu işletilmelidir.

 

 

 

 

Dava konusu uyuşmazlığın çözümü için Somut Norm Denetimi talebimiz vardır. Çünkü;

 

1 ) Davalı idare yazılı ret işleminin dayanağı olarak Anayasanın 136. Maddesi ve 633 sayılı yasanın 1. Maddesini ileri sürmektedir.

 

2 ) Davacı taraf olarak bizim iddiamız ise; 633 sayılı yasanın hem Anayasanın 2. Maddesine hem de 136. Maddesine aykırı olduğudur.

 

3 ) 1928 yılından Anayasa’dan “Devletin Dini İslam”dır ibaresi çıkarılmış ve laik devlet ilkesi 1982 Anayasası ile benimsenmişken, Anayasanın 136. Maddesinde dahi belli bir din hakkında özel bir hüküm yok iken çıkarılan 633 sayılı yasanın 1. Maddesi ile devletin sadece İslam dini mensuplarına hizmet edeceğini belirtmesi ve tüm dini konularda Diyanet İşleri Başkanlığını görevli kılması somut norm denetimini zorunlu gerektirmekte ve 633 sayılı yasanın 1. maddesinin iptali talebimizi haklı ve meşru kılmaktadır.

 

Çünkü 633 sayılı yasanın 1. Maddesi ile Diyanet İşleri Başkanlığına, Osmanlı Devletindeki Şeyh-ül İslamlık yetkisi ve görevi verilmiş, dolayısıyla da Diyanet İşleri Başkanlığı  dini ve sosyal hayatı ilgilendiren her konuda laiklik ilkesine aykırı olarak görüş bildirmeye başlamıştır.

 

Bu nedenle davalı meclis başkanlığının kendi hukuka aykırı kararına dayanak yaptığı hukuki zeminin sağlam ve hukuka uygun olmadığını belirtmek isteriz.

 

TBMM BAŞKANLIĞININ ALEVİLİĞİ TANIMLAMA HAK VE YETKİSİ YOKTUR

 

Davalı idare savunma dilekçesinde müvekkilin inancı olan Alevliliği tanımlayarak, Alevilik’in İslam içi olduğunu dolayısıyla da İslam’ın ibadet yerinin Cami ve mescit olduğundan hareketle müvekkilin başvurusunu reddettiklerini belirtmiştir.

 

1 ) Müvekkil Alevi-Bektaşi- Kızılbaş İnancına mensuptur. Alevi- Bektaşi- Kızılbaş inancına mensup kişiler asırlardan beri ibadetlerini Cami ve mescitlerde değil, dergahlarda ve cemevlerinde icra etmişlerdir.

 

Alevi-Bektaşi- Kızılbaş inancına göre; Cami’yi inşa edenler bizzat Peygamber’in ailesini katleden ve Peygamber’in ailesine 100 yıl boyunca lanet okutan Emevilerdir. Peygamber döneminde kesinlikle ve kesinlikle  “Cami” denilen ve şimdiki mimariye sahip olan ibadethane yoktu. Hatta Peygamberin kendisi dahi kendi döneminde yaptırılmaya çalışan Camii inşaatının yıkılması emrini vermiş ve Ebu Sufyan ailesinin Camisini yıktırmıştı. Peygamberin vefatı sonrası yönetimi ele geçirenler öncelikle O’nun ailesine saldırı ile işe koyulmuş; kızı Fatima’ya şiddet uygulanmış, Fatima’nın karnındaki bebek bu şiddet hareketi nedeniyle ölü doğmuş ve Ana Fatima da babası Peygamber’in vefatından 6 ay kadar sonra gördüğü eziyet sonucu hayatını kaybetmiştir. Ebu Süfyan soyu yani Emeviler, Peygamber’in vefatı sonrası O’nun Ehlibeyt’imdir dediği Hz. Fatma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in katli siyaseti için her türlü yolu denemiş ve ne yazık ki başarılı olmuşlardır. İşte İslam’ı en son kabul eden fakat Peygamber’in vefatı ile yönetimi ele geçiren Ebu Sufyan oğlu Muaviye, Şam’da inşa ettirdiği ve adına “Camii” dediği mimari yapı içinde,  Hz. Ali’ye ibadet sırasında lanet okumayı mecbur kılmış ve Emevi Devleti yıkılana kadar 100 yıl boyunca Cami’lerde Hz. Ali ve ailesine küfür, hakaret ve lanet edilmiştir. Muaviye’nin hile ve desise dolu politikaları sonucu Hz. Ali öldürülmüş, ardından İmam Hasan, Muaviye tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Muaviye’in oğlu Yezit’te Peygamber ailesine düşmanlıkta babasından geri kalmamış, 680 yılında Kerbela’da İmam Hüseyin ve ailesini katletmiş, Hz. İmam Hüseyin’in başını kestirmiş ve Hz. Hüseyin’in başını Şam’a getirterek; her ibadet sırasında babası Ali’ye lanet okutulan Emevi Cami’nin içinde sergiletmiştir ve daha sonra orada yani Emevi Cami içindeki bir yere defnetmiştir. İşte bu nedenler ve olaylar nedeniyle Alevi- Bektaşi- Kızılbaş’lar Cami’lerde ibadet etmezler ve Cami’leri de kendi ibadethaneleri olarak görmezler. Zira Cami’ler, Emeviler tarafından inşa edilen , içinde Ehlibeyt aleyhine siyaset yapıldığı olumsuz imajı olan yerler olarak Alevi- Bektaşi-Kızılbaş inancının tarihsel düşün yapısına girmişlerdir.

 

Alevi-Bektaşi- Kızılbaş inancı; Hz. ALİ’yi halife olarak değil, yol gösterici  bir veli, evliyalar şahı, Dört Kutsal Kitap’ta adı batini olarak zikredilen, Hz. Mevlana’nın “Adem de Ali’dir, Musa da Ali, Davut da Ali’dir, Yusuf’ta Ali, İsa Ali’dir, Muhammed de Ali” olarak andığı , Muhammed Mustafa’nın Gadir-i Hum’da kendisinden sonra yol ve erkandan sapılmaması için yol gösterici tayin ettiği, Kırklar Meclisinin Şahı, Velayet Makamının başı ve 12 İmam pir dergahının piri olarak andığı, Muhammed Mustafa’nın Ehlibeytinin direği olan, eşi, kendisi, çocukları ve torunları bizzat Emevi-Harici siyaseti ile katledilen , fakirlerin ve ezilenlerin temsilcisi olan , Muhammed Mustafa’nın musahibi, yer yüzünde belki de adına en çok müzikal söz yazılan bir ilim insanı, ilim şehrinin kapısı, Batıni ve zahiri anlamın kendisinde yekleştiği kutsi bir şahıs olarak görürler.

 

Dolayısıyla davalı idarenin neyin ne olduğuna karar verme hakkı ve yetkisinin olmadığını, zira devletin halen mevcut anayasasına göre laiklik ilkesi ile yönetildiğini belirtmek isteriz.

 

HACE BEKTAŞ-I VELİ DERGAHINDA Kİ CAMİ, OSMANLI SULTANI 2. MAHMUT DÖNEMİNDE,  DERGAHTAKİ BEKTAŞİ POSTNİŞİNLERİ SÜRGÜN EDİLMEK SURETİYLE YAPILMIŞTIR, YOKSA 19. YÜZYILA KADAR DERGAH İÇİNDE NE CAMİ VARDIR NE DE BİR MİNARE

 

Davalı idarenin Hace Bektaşı Veli Dergahı ile ilgili savunması, tarih bilmezliğinin bir göstergesidir. Hace Bektaşı Veli Dergahı asırlar boyunca içinde cem ibadeti yapılmış olunan bir dergahtır. Bu dergâhtaki Cami, Osmanlı Sultanı 2. Mahmud tarafından zorla inşa ettirilmiştir.

 

Tarihe vaka-i Hayriye olarak geçen Alevi- Bektaşi’ler için menfi bir vaka olarak görülen Yeniçeri Ocağının 1826 yılında Sultan 2. Mahmud zorla ilga edilmesi sonucu, Yeniçeri Ocağının inanç olarak bağlı olduğu Bektaşi Dergah ve Tekkeler’i de tehlikeli sayılmış ve İstanbul’da, Anadolu’da, Avrupa’da son birkaç yüz yıl içinde kurulan tüm Bektaşi Dergahları yıkılmış, yüzlerce Bektaşi Babası idam edilmiş, yüzlercesi sürgün edilmiştir.

 

Tarihsel olarak daha eski olan Hace Bektaş Veli Dergahındaki tüm Bektaşi Dede-Baba’lar sürgün edilmiş, Şeriat mahkemelerinde “Yezid ve Muaviye’ye “ lanet etmek dahil , “ namaz kılmamak, kadın-erkek birlikte ibadet etmek, ramazanda değil muharrem de oruç tutmak “ dahil bir çok nedenden dolayı yargılanmışlardır.  Dolayısıyla da Osmanlı’nın kadıları şeriat mahkemelerinde Alevi- Bektaşiliği yargılamışlardır. 

 

Sultan 2. Mahmud, Alevi-Bektaşi inancının yok olması için dergahtaki Bektaşi postnişinleri sürgün edip, dergaha Nakşibendi tarikatına mensup şeyhleri atamış, dergah bahçesine Cami yaptırılmış ve böylece Serçeşmenin Alevi Mimarisi, Emevi Mimarisi ile değiştirilmeye çalışılmıştır.

 

Dolayısıyla Hace Bektaş Veli Dergâhında ki Cami, Alevilerin Camiye gittiğinin delili değil, Osmanlı Devleti’nin de Emevi zihniyetinin devamı olduğunun bir göstergesidir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içindeki bazı Alevi nüfusun yerleşim yerlerindeki camiler, Sultan 2. Mahmud dönemindeki Emevi zihniyetinin devamı niteliğinde olup, talep olmadan inşa edilmiş ve Alevi toplumunun Sünnileştirilmesi amaçlanmıştır.

 

Bugün Türkiye’de Devletin yardım ve desteği olmadan Alevi yurttaşlarımız 2 bine yakın cemevi inşa etmişlerdir.  Bugün Dersim ( Tunceli ) ilinde ki köylerin yüzde doksanında Camii yoktur. Bu nedenle de davalı idarenin savunma çabası güneşin balçıkla sıvanmaya çalışılmasından ibarettir.

 

ANKARA 16. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,  YARGITAY 7.HUKUK DAİRESİNİN KARARINA KARŞI DİRENMİŞTİR

 

Davalı idare savunmasında, davamıza dayanak yaptığımız Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin Kararının Yargıtay 7. Hukuk Dairesi tarafından oy çokluğu ile bozulduğunu, dolayısıyla da dava dayanaklarımızdan birinin ortadan kalktığını ileri sürmüştür.

 

Oysaki Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin kararına karşı direnme kararı vermiş, Cemevlerinin ibadethane olduğuna tekrardan hükmetmiştir. Bu nedenle de davalı idarenin bu yöndeki savunmasının amacına ulaşmadığını belirtmek isteriz.

 

ALMANYA’DA, AVUSTURYA’DA, İSVİÇRE’DE ALEVİLİK RESMİ DÜZEYDE TANINMIŞKEN, ALEVİLİĞİN KENDİ ANAVATANINDA TANINMAMASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADINA UTANÇ VERİCİDİR

 

21. yüzyılda bulunmamıza rağmen devletin hala Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancına Ortaçağ Zihniyeti ile baktığı davalı idarenin savunması ile ortadadır. Davalı idare yapmış olduğu savunması ile müvekkilin inanç hürriyetine ağır bir darbe vurmuştur. Bu darbe müvekkilin şahsında tüm Alevi toplumuna yapılmıştır. Avrupa’da Alevi toplumunun ibadethanesi olan Cemevleri resmi düzeyde tanınırken, Anadolu’da Aleviliğin yurdunda Cemevleri’nin açılmasını zorlaştırmak isteyen zihniyet yan yana getirildiğinde sanki Mevlana, Yunus Emre,  Hace Bektaş Veli gibi yüzlerce gönül erenin Anadolu’da değil Avrupa’da yaşadığı izlenimini bize vermektedir.

 

Zira Anadolu topraklarında yaşayıp Horasan ve Rum Erenlerinin hümanizminden etkilenmemiş bir devlet, bir idare ancak davalı konumunda olabilir diyor ve adalet terazinin davacı müvekkil nezdinde Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancına mensup yurttaşlarının haklı taleplerini görmezden gelmeyeceğini umut ediyoruz.

 

NETİCE-İ TALEP: Davalı idarenin iddia ve savunmalarını kabul etmiyor;

 

1 ) 633 sayılı yasanın 1. Maddesinin 1982 Anayasasına aykırılığı nedeniyle iptali için istememiz üzerine Anayasa Mahkemesine müracaat edilmesini,

 

2 ) Ve en nihayetinde haklı davamızın kabulüne karar verilerek, davalı idarenin hukuka aykırı ret işleminin iptaline karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ediyoruz.