DİSK Genel İş Dersim Şubesi tarafından Sanat Sokağı’nda düzenlenen açıklamada tüm taşeronlara kadro verilmesi gerektiğini dile getirilirken, konuyla ilgili Türkiye genelinde imza kampanyası başlatıldığı da belirtildi.

Açıklamada konuşan Genel İş Dersim Şube Sekreteri Şükran Yılmaz, “Türkiye’de taşeron uygulaması hem bir özelleştirme yöntemi olarak hem de işçileri düşük ücretle, hakları kısıtlanarak, sendikal örgütlenme ve iş güvencesinden yoksun biçimde çalıştırmanın bir aracı olarak 2002 yılından bu yana hızla yaygınlaştırılmıştır. Sadece kamuda çalışan taşeron işçi sayısı ise en az 750 bin ile 1 milyon arasındadır. Mahkemeler, iş yasalarına aykırı taşeron uygulamalarına dur demiş, işçilerin başından beri çalıştıkları kurumun işçisi sayılmalarına karar vermiştir.

Hükümet, bu mahkeme kararlarının mali yükü nedeniyle sıkışmış, üst üste gelen seçim dönemleri ve muhalefetin taşeron işçiler ile ilgili vaatleri nedeniyle bazı adımlar atmaya zorlanmıştır. Ancak bunlar pansuman tedbirlerdir ve soruna kalıcı bir çözüm getiremeyeceği açıktır.

Nitekim kamuda ihale kapsamında çalışan işçilerin toplu sözleşme yapmalarına ilişkin düzenlenenin işlemediğini bu mevzuat değişikliğinin işe yaramadığını, bu kapsamdaki işçilerin bir türlü toplu sözleşmeye kavuşamadıklarını yaşıyor ve görüyoruz” dedi.

Hükümetin 10 Eylül 2014 tarihinde çıkardığı torba yasayla yaptığı düzenleme değinen Yılmaz, “Söz konusu düzenlemeye bağlı olarak yapılan ve yapılacak çalışmalar, taşeron işçilerin sorununun çözmeyecek, çözemeyecektir. İktidarın son seçim öncesi taşeron işçilere kadro vaadi bu düzenlemeyle gerçekleştirilemez. Zira bu düzenleme bazı kamu kurumları ile kamuda çalışan bazı işçileri daha başlangıçta saf dışı bırakmaktadır. Örneğin bu torba yasa ile asıl işlerde personel çalıştırılması ihalesi yapılamamağı şeklinde getirilen yasaktan belediyeler muaf tutulmuştur. Yani yeni bir düzenleme yapılmazsa belediyelerce yapılan bütün işlerde taşeron işçi çalıştırılması dün olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir. Bu durum birer kamu kurumu olan belediyeler ve bu belediyelerin yaptığı hizmetleri yerine getiren taşeron işçilere haksızlık ve anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Yine bütün hastaneler, üniversiteler ve diğer kamu kurumlarında temizlik hizmet adı altında kendilerine her türlü iş gördürtülen taşeron işçiler de yardımcı işte çalıştırıldıkları gerekçesiyle saf dışı bırakılmak istenmektedir. Bu işçiler bakımından da büyük bir haksızlık söz konusudur.  Sendikamız, belediyelerde, hastanelerde, üniversitelerde ve diğer kamu kurumlarında çalışan tüm taşeron işçilerin kadroya alınması için TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi partiler ile yasal düzenlemelerin yapılması konusunda çeşitli görüşmeler gerçekleştirmiş ve yasa önerileri hazırlayıp sunmuştur” diye konuştu.

disk_ic.jpgKonuyla ilgili başlatılan imza kampanyasına vurgu yapan Genel İş Dersim Şube Sekreteri Şükran Yılmaz, “Kampanyamızda, işkolumuzda ve bütün işkollarında taşeron uygulamalarına tümüyle son verilmeli ve şirketler eliyle çalıştırılan bütün işçilerin ayrımsız, koşulsuz çalıştıkları kamu kurumlarına alınması, belediyelerdeki norm kadro uygulamasının kaldırılması, taşeron sisteminin durdurulması ve bu eşitsiz, güvencesiz çalışma biçiminin ortadan kaldırılmasını talep edilecektir. Sendikamız, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da sürecin takipçisi olacak ve bu mücadelede üzerine düşeni yapmak için var gücüyle çalışacaktır” şeklinde konuştu.

DOĞU VE GÜNEYDOĞU’DA YAŞANANLAR

Düzenlenen açıklamada Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve operasyonlara ilişkin de DİSK Genel İş’in metni de okundu.

Metni okuyan Genel İş Dersim Şube Sekreteri Şükran Yılmaz şunları kaydetti:

“Ülkemizin Doğu illerinde 7 Haziran’da yapılan milletvekili genel seçimlerinin hemen ertesinden başlayarak giderek şiddetlenen çatışmalı bir süreç başlatılmıştır. 1 Kasım seçimleri sonrasında ise durum vahimdir.

Gelinen aşamada demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin ortadan kaldırıldığına işaret etmektedir. Bu durum sadece bu illerimizde özgü bir hal olmaktan çıkmış; olağanüstü hal ülkemizin üstüne çökmüştür. Düşünce, örgütlenme, basın özgürlüğü ve yaşama hakkı tehdit altındadır. Hükümet terörle mücadele söylemine sığınarak illeri, ilçeleri kuşatma altına almış; sokağa çıkma yasağı ilan ederek halkı pes ettirmek istemektedir.

İlleri, ilçelerin güvenlik güçleriyle kuşatılmasına zemin hazırlayan çatışmacı yöntemler ve siyaset anlayışı da bu vahim tabloda pay sahibidir, bunları onaylamadığımızı yüksek sesle ifade ediyoruz.

Ortaya çıkan savaş ortamında onlarca sivil, asker ve polis ölmüştür. Ölen her yurttaşımızla birlikte toplumsal birlik ve barış duygusu bir darbe almaktadır.

Kentlerde yaşanan çatışmalarda ortaya çıkan manzara ürkütücüdür ancak bu manzaradan öte can havliyle yerlerinden, yurtlarından ayrılmak zorunda kalan insan manzaraları daha da ürkütücüdür. Eğitim ve sağlık çalışanlarının çekilerek savaşa hazırlık yapılması da ayrıca endişelerimizi derinleştirmektedir.

Sokağa çıkma yasakları ile kent sokaklarında yaşanan çatışma görüntüleri, ülkemizi on yıllardır savaşlarla yaşayan Ortadoğu ülkelerine benzeştirmeye başlamıştır. Biz bu durumu kabullenmiyoruz; Türkiye’nin Ortadoğululaşmasına yol açan bu süreci reddediyoruz.

Sendikamızın söz konusu kentlerde 15 bine yakın üyesi vardır; şu anda sadece çatışmaların yoğunlaştığı Şırnak ili İle Cizre ve Silopi ilçelerinde 800 civarında üyemiz yaratılan şiddet ortamının altında aileleri, yakınları, akrabaları, komşularıyla birlikte ezilmektedirler. Aynı baskı Sur, Silvan ve Nusaybin gibi sokağa çıkma yasağının uygulandığı ilçelerde de yaşanmaktadır.

Bu ortamda bırakalım sendikal hakları, çalışma ve ücret hakkını en temel insan hakkı olan can güvenliği bile ortadan kalkmıştır.

Süreç demokratik devlet ve hukuk devlet ilkelerinden uzaklaşarak toplumsal birliği ve barışı tehdit eder hale gelmiştir. Savaş varsa adalet yoktur diyen binlerce yıl öncesinin özdeyişi sanki bugünü anlatmaktadır.

Bu illerimizde eğitim, sağlık ve kentsel hizmetler gibi en temel kamu hizmetleri durmuştur. Kısacası klasik işlevleriyle devlet ortadan kalkmıştır. Şiddet yerleşmiştir; savaşın, hayatı öldürmek veya hayatta kalmak sarkacı arasındaki anlık bir mesafede tanımlayan insanlık dışı ifadesi artık kapımızdadır. Bu kapı açılmamalıdır, savaş düşüncesi bu topraklardan kovulmalıdır. Savaşı barışla ve barışçıl yöntemlerle alt edebiliriz; şiddet sarmalarından ancak demokrasi, hukuk devleti ve adaletli bir devlet yönetimiyle kurtulabiliriz.

Üyelerimizi ve tüm halkın huzur ve güven içinde demokratik bir hukuk devletinin çatışışı ve güvencesi altında tüm evrensel haklarını kullanarak çalışması ve yaşaması talebimizi devlet yetkililerine acilen iletiyoruz.”