İşte Söylemez’in o konuşması:

Günümüzden 78 sene önce, Bir “Kerbela Sıcağında” 15 Ağustos 1938’te, atalarımız hunharca Emevi Zihniyeti tarafından kurşunlanmak ve yakılmak suretiyle katledildiler.

Geçen asrın,  emsali görülmemiş modern silahlar kuşanmış barbarlığı karşısında, Bir Dersim Ağıdı şunu söylüyordu bizlere “ Biz sandık ki bizi toplayıp Kerbela’ya götürüyorlar, biz ne bilelim ki Kerbela buraya gelmiş “…

Evet, Değerli Canlar, Kerbela, Dersim’e gelmişti.

Atalarımız, Dersim 1937/38’de yaşanan on binlerce insanın ölümünü ve on binlerce insanın sürgününü Kerbela’ya benzetmişlerdi.

Çünkü 680 senesinden, 1938 yılına değişen bir şey yoktu. Katledilen yine Şah-ı Merdan Ali’nin Soyu ocakzadeler, seyyitler ve Şah-ı Merdan Ali’nin talipleriydiler.

Katliamdan sonra toplama kamplarında başlayan,  kara trenlerde aç-susuz devam sürgün ise; elleri ve ayakları zincirli, susuz ve aç şekilde türlü işkencelerle Kerbela’dan Şam’a götürülen İmam Hüseyin’in kardeşi Zeynep Ana’nın ve İmam Zeynel Abidin’in durumundan farksızdı.

1336 sene önce, Fırat’ın kıyılarında susuz bırakılarak, katledilen atalarımızın başları, nasıl ki; Ubeydullah Bin Ziyad’ın Kufeli katil sürüleri tarafından kesilmiş ise, cesetleri nasıl ki; öyle güneşin önünde mezarsız ve kefensiz bırakılmışsa aynı şekilde, 78 sene önce, Munzur’un ve Harçik’in kıyılarında on binlerce insanımız katledilmiş, Abdullah Alpdoğan’ın Kufe Ruhlu katil sürüleri tarafından Alişer Efendi/Şahan Ağa başta olmak üzere yüzlerce insanımızın başları kesilmiş ve güneşin önünde öyle kefensiz ve mezarsız şekilde naaşları bırakılmıştır.

Değerli Canlar, Katledilen Atalarımızın,  kanlarının toprağını suladığı, katledilen çocukların seslerinin Kubbe-i Rahman’da yankılandığı, 78 sene önce,  Seke Sure’den Laç Deresine , Laç Deresinden Kıl Deresine , Kıl Deresinden Marçik düzlüğüne , Marçik Düzlüğünden Zini Gediğine , Zini Gediğinden Pülümür’de Tasniye’ye, Tasniye’den Nazımiye’de Awlosan Deresine ve diğer ismini sayamadığım yüzlerce Katliam noktasına  kadar,  Yerin ve göğün arasının Masum-u Pak’ların , feryat ve figanlarıyla  dolup taştığı bu topraklar bizim için kutsaldır.

Bugün burada bu kutsal,  Hard-u Dewres’in toprağının üstüne toplanmış bizler, 78 sene önce katledilen,  çoğunluğu çocuk olan  “ seyitlerimizi “  kefenleyerek, naaşlarını toprağa veriyoruz.

Bugün yer ve gök tekrar ağlıyor, bugün dereler ve dağlar tekrar feryat ediyor. Çünkü bugün burada bir Matemimiz var. Bugün burada bir Matem-i Ali, bir Matem-i Fatima var.

Ve karşımızda da Gurüh-u Naci’ye Kal u Bela’dan beri saldıran, Gurüh-u Naci’nin yolunu yok etmek isteyen bir Güruh-u Muaviye, bir güruh-u Yezit, bir güruh-u Yavuz, bir Güruh-u Celal Bayar ve 502 senelik Çaldıran Savaşı İttifakı var.

Hakk’ın Nur’undan nasibini almamış, Hakk’ın Işığını yok etmek isteyen yeryüzüne kin, öfke, intikam, zalimlik ve katliam saçan bu karanlık karşısında, bizim Kal u Bela’dan beri var olan İkrarımızın sarsılmadığını belirtmek istiyoruz.

Değerli Canlar, 1937 ve 1938’de hedef alınan sadece bedenlerimiz değil, hedef alınan bedenlerimize ruh veren ikrar-ı Hak-Muhammed-Ali’dir. Onun içindir ki bu coğrafyada ocaklar yok edilmeye çalışılmış, pir-talip ilişkisi bitirilmek istenmiş, Alevi İnancının yok edilmesi için uğraş verilmiştir.

“ Ewlade Kerbaleyme “ “ Kerbela’nın Ewlatlarıyız “sesi, bu topraklardan yok edilmek istenmiştir.

Bu nedenle,  bugün burada “ Katledilen Seyitlerimizi “ toprağa verirken inancımıza-tarihimize sahip çıkılması çağrısında bulunuyor ve hukuki süreç konusunda şunları ifade etmek istiyorum.

2014 yılında başlayan hukuki mücadelenin sonunda, ilk defa Dersim Tertelesi ile ilgili resmi makamlar tarafından 2015 yılında, adlı tıp kazısı yapılmış ve adlı tıp kazısı sırasında çıkan naaşlar üzerinde İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından incelemeler yapılmıştır.

Seke Sure’de ki toplu mezar ile ilgili adli tıp kazısından şu sonuçlar ortaya çıkmıştır.

1 )   Toplu mezardan naaşları çıkan canlarımızdan    

* 2 sinin 13-14 yaşlarında olduğu,

* 2 sinin 9-10 yaşlarında olduğu

* 1’nin 4-5 yaşlarında olduğu

* 1’nin 6-7 yaşlarında olduğu,

Dolayısıyla da 7’si çocuk olmak üzere 11 farklı kişiye ait naaşların tespit olunduğu,

2 )  Olay tarihinin 50 yıldan daha fazla olarak tespiti ve kazı alanında katledilenlerin isimlerinin bulunduğu mühürlerin çıkması bir arada değerlendirildiğinde, olay tarihinin 1938 yılı olduğunda şüphe kalmadığı,

3 ) Kazı alanında çok sayıda mermi çekirdeği ve boş kovan kapsülünün bulunduğu, bulunan bu kapsüllerin “ toplu tabancalarda “ kullanılan ordu mühimmat olduğu nazara alındığında, canlarımızın sadece yakılarak değil aynı zamanda kurşunlanarak ta öldürüldüklerine ilişkin olay öyküsünün hakikat olduğunu bizlere kanıtlamıştır.

Toplu mezar kazısında bulunan kişisel takı ve mühürler, katledilen çocukların ve yetişkinlerin doğum tarihleri ve adli tıp raporu bir arada değerlendirildiğinde;

Bugün burada cenaze erkanına katıldığımız “ seyyid ve seyyidelerden”  yaş-cinsiyet profilleri ile eşleşen isimleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

 1925 doğumlu Seyit İbrahim

 1925 doğumlu Seyit Halil

 1930 doğumlu Seyit Ali

 1928 doğumlu Seyit Hıdır

 1930 doğumlu Seyit Ahmet

 1931 doğumlu Seyyide Besime

 1934 doğumlu Seyyide Sultan

 1923 doğumlu Seyyide Kevser

 1894 doğumlu Seyit Hasan 

2015 yılı Nisan ayı içinde yapılan adlı tıp kazı çalışmaları sonrası bir başka sonuç daha ortaya çıkmıştır.

Bu sonuç Baran ve Canan ailesine mensup fertlerin iki ayrı yerde öldürüldükleri gerçeğidir. Zira toplu mezar kazı sahasında sadece 13 canımıza ait kafatasının bulunmuş olması 11 aile ferdinin, bu mezrasının farklı bir yerinde öldürüldüğünü ve ikinci bir toplu mezarın olduğunu bizlere anlatmaktadır.

İkinci bir toplu mezarın açılması içinde yakın zamanda yeni bir hukuki sürecin başlaması gerektiği de aşikardır.

Sözlerimin sonuna gelirken, sizlere ve kendimi şunu hatırlatmak istiyorum. Konuşmamın başında da belirttiğim üzere bu kutsal topraklar, tarihin son bin yıllık döneminde Ehl-i Beyt soyunun ve taliplerinin toprağı olmuş, asırlarca bu topraklarda pir-talip ağı içinde sosyal ve inançsal hayat payidar kalmıştır.

Bu yeryüzü cenneti toprak parçası üzerinde, Hz. Ali’nin ve Hz. Hüseyin’in yolundan dönmüş, ikrarını bozmuş, kendisini atalarının yolundan ırak kılmış bir toplum yapısının her geçen gün daha fazla şekillendiğini gördükçe, Kırmanciye Beleke’nin taşıyıcı kolonlarının yıkılmakla yüz yüze kaldığına şahit oldukça,  geleceğimiz açısından kaygılarımın olduğunu bu halkın bir evladı, bir hukukçu aynı zamanda bir ocakzade olarak belirtmek istiyorum.

Ve her 4 Mayıs’ta sadece devleti yüzleşmeye çağırmanın yanında, kendi toplumuzu da bir iç muhasebeye çağırıyor,

Ehl-i Beyt soyundan canlarımızın bu cenaze erkanına bin bir zahmetle katılım gösteren kalpleri,  Şah-ı Merdan Ali ve Pir Ağuçan’ın aşkı muhabbeti ile selamlıyorum…