Hüseyin AYGÜN

 

Kırk yıl evveli, yüksek bir dağın başında, Esket mağarasında mevsim yaz idi. Mağaraya doluşmuş insanların bazısı çocuk, bazısı iyilik, bazısı da merak peşindeydiler. Ellerinde bir tas yoğurt, bir avuç kuru üzüm, bakır tepsi içinde niyaz ya da birkaç lira çıralıxlaydılar. Yangınlara ve yalnızlığa dayanmış meşelerden mağara ortasında bir ateş yandı, dışarıdan üstünde uzun yeşil giysilerle, yüzünde ondan da uzun kızıl sakalıyla dewres çıkıp geldi, elinde üç telli curasıyla, yumuşak bir yatağa uzanır gibi ateşe, sonra tewte girdi, titreye titreye dualara başladı. Bir anda kız-kızan, cini-cüamerd, çoluk-çocuk, kokım-ergen kalabalıktan bağırtı mırıltı, dua beddua, coşku ağlama, bir ses çıktı. Dakikalar, saatler geçti, ne cura, ne yeşilden elbise, ne kızıl sakal, ne de dewres yandı.

 

Kureyş, Horasan’daki dergâhta bir genç talip idi. Her talebe öğlen kendi yemeğini kendi pişirir idi. En erken yemeği hazır olan Kureyş’e şaşan bir yoldaşı, bir gün gizlice, bir baktı ki Kureyş ocağa bir kazan, iki odun, ateş içine ayaklarını uzatıyor. Ocakta ateş bir parlıyor, kazan bir hırslı kaynıyor, yemek bir güzel pişiyor idi. Bu halı haber alan Piri geldi, Kureyş’i sen artık erdin, diye bir güzel övdü. Sonra bu pir, ocaktan aldığı bir dalı çok uzağa fırlattı, senin yurdun bu ateşin düştüğü yerdir, var git, dedi. Dergâhta ne Kureyş’in ayakları, ne pirin ateşi fırlattığı Najmiada Dewa Kuresuda otlar yandı.

 

Aldığı destur, içinde bir pırpır eden bir yürek, Kureyş gitti gitti, yol bitmedi, sonunda ateşin düştüğü yere vardı, Zargovit adlı bu ulu mekâna, yanında iki keçisi, bir kilimi, bir de yatağıyla mekân kurdu. Çok talibi oldu, namı dağları aştı. Buraya bir sırlı adam gelip yerleşti söylentileri, Mazgert denen yerde oturup yüksek dağlara fermanlar salan, kılıcı ile taşı baştanbaşa yaran Alaaddin Keykubat’ın kulağına gitti. Keykubat bir müfreze asker ile Kureyş’i Zargovitten huzuruna getirtti. Olayı anında duyan talipler Kureyş’in yoluna çiçekler döktü, her taraftan Mazgert’e akıp geldi. Keykubat, madem ki sırlısın, madem ki kerametin var, hadi göster, dedi. Kureyş bir şey demedi, hep sustu. Keykubat emir verdi, Bağın namlı kalede bir fırın yakıldı, Kureyş bu fırına atıldı, yanında ona el veren bir güzel dewres vardı. Fırın üç gün, üç gece yandı, etrafı halk ve askerlerden bir halka idi. Kapı açıldı, içinden buz tutmuş bıyığıyla güzel Kureyş ve ona el vermiş dewres çıktı. Dewres hafif küllenmiş yüzüyle, içeriye girdik, bir güzel kuş da girdi, üç gün kanat çırptı, içeri serinledi, Kureyş dondu, dedi. O gün o cesur dewresin adı Dewrese Gewr oldu. Derler ki, bu dewres, adını eski devirlerdeki Gebriler’den aldı. Mecusi mi, Zerduşti mi, neyse, Araplar İslamı tanımayanlara kâfir, bazen de gebr u tersa derdi. Gewr kâfirden bozmaymış. Neyse konuşmayalım bu kötü şeyleri, Bağın kalesindeki o hırçın fırında ne eskilerin daisi Kureyş, ne de kafir dewrese gewr yandı.

 

Barbarların ateşinden Sincar’dan kalkıp Anadolu’ya, geçen hafta da Awrupa yollarına düşen ve zulümle geri çevrilen Ezidilerin kutsal kuşunun adı Melek Tavus idi. Hak Âdem’i yaratıp her meleğin ona secde etmesini isteyince, yalnız başına bu diksıleman kuş başını eğmedi. Hakk sordu, Tavus senden başkasını tanımam, bu bir sınavdır, dedi. Hakk öyle bir kızdı ki, gururlu kuşu arafa attı. Kuş, kırk bin yıl ağladı, gözyaşını kırk küpte sakladı, Hakk sonunda onu affetti, kuş kırk küp gözyaşını cehenneme döktü, ne cehennemdeki kötülük, ne orada yaşayan mahlûkat yandı.

 

Adır, Hakk’ın Oliyle beraber insana bahşettiği bir kutsal emanet idi. İnsan bir yıldırımın yanında dünyaya gönderildi. Derler ki, o yıldırım, güzel bıyıklı, kızıl sakallı Oli’nin elindeki çift ağızlı Zülfikâr idi. Elinde yıldırım, Oli öylesine heybetliydi ki, biri birine kızdığında, Kıla Oli eve to ra niso, derdi. Ateş, hem Hakk’ın, hem Olinin hediyesiydi, daima kutsandı, onu söndürmek, içine su dökmek, çer-çöp atmak yasaktı. Kötü rüyalarını ateşe konuşan insanlar ateşten keramet bekledi. Dewresler cemdeyken, tewte girdi, ateşle sınandı, kerametin nişanı ateşti. Hakk’tan herhal, ne Oli, Kureyş, ne sonra Gewr namını alan o dewres yandı.

 

Yirmi iki yıl evveli bir temmuz günüydü. Cehennem sıcağında Sivas’ta, etrafı insanlardan halka otel Madımak’ın içinde şairi, yazarı, sanatçısı, genci, yaşlısı idi. Dışarıda, yak yak diyenler, içeride, kalan gidene kılamlar söyler, diyenler idi. Ateş sekiz saat durmadı, metini, nesimisi, hasreti, asafı, asımı, muhlisi, on yaşında Koray, on beşinde Menekşe, on altısında Asuman, onyedisinde Özlem, güzeller güzeli Gülsüm ve otuz üçler aynı anda yandı.

 

Çıralıx: dini bağış, cini-cüamerd: kadın-erkek, tewt: trans, gebr u tersa: ateşe tapan-gâvur, diksıleman: Sultan Süleyman’ın tüy isteğine ret yanıtı vermiş tek kuş, Kıla Oli eve to ra niso: Ali’nin alevi seni yaksın.

 

BirGün