Dersim hakkında hiç bir alan çalışması yapmayan, yapılan soykırıma haklı gerekçeler aramaya çalışan pek çok kimse o dönemdeki gazete haberleri yada resmi raporlardaki yalanlardan beslenerek kamuoyunu yanlış bilgilerle beslemeye devam ediyorlar. Başta Genel Kurmay elindeki belgeleri kamuoyundan gizleyerek 77 yıldır Türkiye halklarının bilgi alma, öğrenme hakkını gasp etmekte, karanlıkta bırakmaktadırlar. Türkiye'deki üniversiteler çoğunlukla resmi tarihin emir erleri gibi çalışmaktadırlar, öyle ki Cumhuriyet tarihinin bu en önemli olayı hakkında Türkiye'de bir doktora tezi dahi yazılmamıştır. Vicdanlı olduğunu düşündüğümüz sol sosyalist aydınlar da bu Dersim Soykırımı konusunda ya suskun kaldılar, ya da TKP şovenizminin etkisinde tavır alamadılar. Katliamcılar işledikleri insanlık suçunun farkında oldukları için ardında delil bırakmak istemezler. Yaptıkları katliamlara gerekçeler uydururlar. Dünya'da esasen soykırıma uğramış mağdurların söyledikleri nazara alınır. Ne yazık ki resmi tarih yalanlarını ortaya çıkarma yükü de biz soykırım mağdurlarının omuzlarına kaldı. Gerçekte neler oldu onları tanık anlatımlarının dilinden anlatalım.

 

“Köprü yaktılar, 33 asker öldürdüler“ yalanı

Olay şöyle gelişiyor: Yusufan Aşiret önderi Kamer Ağa isteyerek Köyü Sağsik’e karakol kurulmasını istiyor. Köye kurulan karakolun askerleri bir kadına tecavüz ediyorlar. Haber duyulunca Kamer Ağa, karakol istediğine pişman oluyor. Haydaran ve Demenan aşiretleri ile sorunları olmasına rağmen yardım istiyor. Aşiret mensupları karakolun etrafını sararak “siz bize okul açacağız, yol yapacağız, fabrika kuracağız dediniz ama siz bizim namusumuza göz diktiniz“ diyerek olaya karışan askerin kendilerine teslim edilmelerini isterler. Karakol tecavüzcü askerleri teslim etmez. Olayı duyan Abdullah Alpdoğan, Muhundulu Hüseyin’i elçi olarak aşiretlere gönderir ve “yolu açsınlar karakolu boşaltacağız“ teklifinde bulunur.  (Mohundulu Hüseyin, Rayvero Qop gibi görevlidir. Bu şahıs daha sonra Seyit Rıza ve arkadaşları aleyhine Elazığ İstiklal Mahkemesinde düzmece ifade veren şahıstır) Hüseyin, Haydaran Ağa’sı, Hıdır Ağa ve bazı Demenanlı insanlarla yaptığı görüşmeler sonrası Aşiretleri ikna ederek karakolu muhasaradan kurtarıyor. Ancak o kızgınlıkla Dersimliler bir gece evvel Sahar denilen yerdeki Harçik suyu üzerindeki tahta köprüyü yakıyorlar. Askerler muhasaradan kurtulup yolu açıldıktan sonra Harçik suyunu geldiklerinde, köprünün yanmış olduğunu görüyorlar. Başlarındaki subay İsmail Hakkı askerlere suya girerek karşıya geçmelerini istiyor. Ancak ilkbahar, su hem bulanık hem de kabardığı için askerler korkudan suya giremiyor. Anlatılana bakılırsa İsmail Hakkı askerlere kamçı ile vurarak suya girmelerini baskılayınca Körkes köylü Memo Poles lakaplı biri, İsmail Hakkı’yı vuruyor ve ben Fındık Ağayım adamı böyle yere sererem diye slogan atıyor. O gün olay yerinde olan askerlerin ifadeleri teğmen İsmail Hakkı’nın Fındık Ağa tarafından vuruldu yönünde olunca;  Fındık Ağa, teğmen İsmail Hakkı’yı vurmaktan idama mahkum ediliyor. 33 askerin vurulması resmi tarih yalanıdır.

 

Dersim Ovacık mercan karakol askerlerinin öldürülmesi 

 

Deniliyor ki; Askerlerimiz asker kaçakların izini sürdü Dersimliler ateş açtı yedi askerimiz öldü.

Bu olay daha da vahimdir. O güne kadar askere ateş açmayan, askerin karakol yapılmasına ses çıkarmayan Dersimliler birden askerin görev yapmalarına engel oldular. Peki, sormazlar mı yahu o zamanlar Dersimliler askere ateş açmış olsaydı Ovacık gibi bir alana kim girebilir karakol yapabilir kışla yapabilir.

 

Mercan Olayı,  vahim bir olaydır. Asker Mercan’da muhtarın evine gidiyor, vakit geç olduğu için askerin geri Ovacık’a dönmesi mümkün değil o akşam muhtara misafir oluyorlar. Akşam yemeğinden sonra Muhtarın elini kolunu bağlayarak, karısına tecavüz ediyorlar. İçlerinde Sivaslı asker her ne kadar mani oluyorsa da engelleyemiyor. Sabah evi terk ederek Ovacık’a doğru yola çıkıyorlar. Muhtarın 5 yaşındaki oğlu muhtarın ellerini açıyor. Muhtar askerlerin peşine düşerek karısına tecavüz eden yedi alçak askeri yere seriyor, ancak Sivaslı askere dokunmuyor.  Olay duyulunca vay Dersim isyan etti yaygarasını basıyorlar ve bunu Dersim soykırımının gerekçesi yapıyorlar.

Kendi alçak rezil durumunu aklamak için bu olayı getirip Seyit Rıza’nın planı yok bilmem kimin planı bunların hepsi yalan alçaklıklarına kılıftır.

 

Bütün ilgili insanlarımızın, duyarlı kamuoyunun bilmesi gereken şudur JUK tarafından gizli ibareli yazılan DERSİM adlı kitap incelendiğinde her şey gün gibi orta yerde duruyor. Osmanlı imparatoru Selim’in giremediği Dersim Osmanlı ve T.C. için deşilmesi gereken çıbandır. Çünkü Dersimin Misak-ı milli Sınırları içerisinde otonom bir bölgedir raporlarda sıkça denildiği gibi: “Adeta devlet içinde devlet“ olarak görülmekte ve bu durum merkezi hükümeti müthiş rahatsız etmektedir. Ayrı bir inancı olan ayrı bir dil kullanan merkezi hükümetle bir türlü anlaşamayan bir aşiretler yönetimi var.

Kurdukları Cumhuriyetin Sünni İslam inancı hakim kılınıyor. Oysa Dersim insanına dayatılan Sünni İslam anlayışı yüzünden Osmanlıdan az çekmemişti.

Baytar Nuri'nin yalanları soykırımcıların sığındığı son yalan kalesidir

 

Dersim generali Seyit Rıza şu kadar askeri ile bilmem hangi dağda idi yalanını yayan devlet kendince katliamına kılıf yaratırken; yazdığı kitap ile Veteriner Dr Baytar Nuri ise devletin yazdıklarını kaynak olarak kabul etmiş ve büyük bir vebal altına imza atmıştır. Bir yandan asker diğer taraftan Rayvero Qop ve denetimindeki milisler Seyit Rıza’nın izini sürerken; Seyit Rıza bir müddet yer değiştirdi yanında aile  fertleri ve oğlu Şıx Hasan vardı. En son katliamla sonuçlanan bu yolculukta Seyit rıza aileden tek başına kurtuldu.

Ne yazık ki aydın ve yurtsever geçinen Veteriner Dr Nuri Dersimi Karerli Mehmet Efendinin anı kitabında belirttiğine bakılırsa 1935 yılında Elâzığ’ı terk ederek Suriye devletine sığındığı belli iken sağdan soldan ve devletin Dersim ve önderleri hakkında kasıtlı yazdıklarını yanındaymış, onlarla beraber yaşıyormuş gibi yazarak zulmedenlere büyük bir hizmet vermiştir.

 

Hıdır Aytaç