Meğer ne dramlar yaşanmış bu ülkede.

Meğer ne çok şey bilmiyormuşuz biz.

Meğer ne çok şeyler gizlenmiş hepimizden.

Tanıdığımızı sandığımız insanlar meğer tanımadığımız-bilmediğimiz insanlarmış!

Doğduğum-büyüdüğüm yerde, Adıyaman’ın Kahta ilçesinde, “Fato Paşa” veya “Fatma Abla” diye bildiğimiz o koca çınar meğer ne çok badirelerden geçmiş de haberimiz yokmuş!

Bu satırları yazarken “Dersim’in Kayıp Kızları” belgeselini bir film tadında hazırlayan Nezahat Gündoğan’ın anlattıkları aklıma geldikçe yüreğim bir kez daha kabarıyor. Gözyaşlarımıza hakim olamıyorum.

Meğer “Fato Paşa” Dersim’in kayıp kızlarından biriymiş dostlar!

Emin olmak için Kahta’yı arıyorum gecenin geç bir vaktinde. Dayım Abdulkadir Aydın’a soruyorum. “Sen de tanırsın yeğenim” diyor. “Hani Fatma Abla derdik ya, o işte!”

***

Yıllar yılı kendi geçmişinden habersiz, kim olduğunu bilmeden yaşayan binlerce gencecik kızımız...

Hayal mayal hatırladıkları bir geçmiş...

O geçmiş, kanlı bir geçmiş...

Gözlerinin önünde babaları, anneleri, amcaları, ağabeyleri, kardeşleri, yakınları öldürülmüş çocuk yaştaki kızlarımız...

Sonrasında “evlatlık” diye alınıp götürülen o çocuk yaştaki kızların dramlarla örülü yaşamları...

Hangi birimiz biliyoruz bunu?

Kendi geçmişimizle yüzleşmeden arınamayız dostlar!

Hepimiz suçluyuz.

Sadece o katliamı yapanlar değil, o katliam sonrasında çocuk yaştaki kızları alıp götürenler değil, onların ardına düşmeyenler de, onların akıbetlerini sorup soruşturmayanlar da, kısacası hepimiz suçluyuz dostlar!

***

Bence “Dersim katliamı”ndan bin kat daha beter bir zulümdür bu.

Orada ölenler bir kez öldüler.

Ama onların “evlatlık” diye alınan çocuk yaştaki kızları her an, her gün öldüler.

Gözlerinin önünde duran bir kanlı geçmiş...

Baba yok, anne yok, amca, dayı, kardeş yok...

Bir başlarına tanımadıkları-bilmedikleri subayların evlerinde...

Kağıt üstünde “evlatlık”, ama kimbilir ne dramlar yaşadılar...

Besleme oldular, hizmetçi gibi kullanıldılar...

Ötesini anlatmaya kendi onurları elvermiyor, ama kimbilir başkaca neler yaşadılar neler...

İstemedikleriyle evlendirildiler...

Önlerinde belirsizliklerle dolu bir gelecek...

Çocukları dünya geldiğinde sordular: “Anne bizim dayılarımız, teyzelerimiz, anne babalarımız, anne annelerimiz nerde?”

“Fato Paşa”ların verebilecekleri hiçbir yanıtları yoktu.

Çünkü kendileri de bilmiyorlardı.

Sora sora birbirlerine kavuştuklarında yaşları geçmişti artık.

Bu dram bu topraklarda yaşandı dostlar!

 

“Dersim’in kayıp kızları”ndan biri sizin kızınız olsun ister miydiniz?

 ***

Bize resmi tarih anlatıcıları “Dersim isyanı”nı tek yanlı anlattılar.

Orada bir isyan olmuştu. “Dersim isyanı”nın arkasında İngilizler vardı. “Bağımsız Kürdistan!” için dağa çıkan isyancıların kökü kazınmıştı.

Ya sonrası? Yok!

Kocaman bir boşluk...

Dersimlilerin bağımsız Kürdistan için ayaklandıkları iddiası da kocaman bir yalandan ibarettir...

O tarihte Dersim bölgesinde görevli olan Muhsin Batur anılarında o dönemi anlatmaktan kaçınacağını okurlarından özür dileyerek belirtir.

Dersim bir Kerbala’dır çünkü.

Ama bilinen bir gerçek var ki, o da, isyanın çok acımasız yöntemlerle bastırıldığıdır.

***

Dersim’in çocuk yaştaki kızları “evlatlık” diye subaylara verilir.

Türkiye’nin dört bir yanına dağılırlar.

Kendi kimlikleri yoktur artık.

Kendilerine ait bir yaşamları da...

Bu konudaki arşivler nedense kapalı...

Hangi çocuğun kime verildiğine dair bilgiler “devlet sırrı” kapsamında değerlendiriliyorsa çok yazık diyorum!

O kızlar, bizim kızlarımızdı dostlar! Nicelerinin hangi isim-soy isim altında nerede nasıl yaşadıkları hala sır...

***

“Dersim’in Kayıp Kızları” belgesel filminin yakınlarda galası var. Umarım Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve bakanlarımız bu galayı onurlandırırlar.

“Demokratik açılım süreci”nin niçin gerekli olduğunu öğrenmek isteyenler bu belgesel filmi mutlaka izlemelidirler diyorum.

İnanıyorum ki gözyaşlarımız sadece yürek gözümüzü açmakla kalmayacak, asıl bugünü de anlamamızı sağlayacaktır.

Nezahat-Kazım Gündoğan ikilisine sonsuz teşekkürler.

Mehmet Metiner /Star