(Anadolu Yarımadası) merkez alması nedeniyle, tarih ve coğrafya, atalarımızın kurduğu devletlere hep büyük görevler ve misyonlar-vizyonlar yüklemiştir. Örneğin, Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu hep dönemlerinin ruhlarına uygun küresel-global aktörler olmuşlar ve dünyayı yönlendiren ve böylece siyasi ve tarihi oyun kurucular olmuşlar ve aynı zamanda kendilerinin dışında gelişen küresel-global olayların sonuçlarına uygun şekilde yeniden yapılanmaları da en kısa zamanda gerçekleştirerek yine güncel deyimle “zamanın ruhuna” uygun konumlanmışlardır. Bu misyonlarını yaparken, dönemin ruhunu kavramış liderlerini yetiştirmeyi daima başarmışlardır.

Örneğin, Birinci Dünya Savaşının sonundaki küresel-global sonuçlara uyum sağlayacak şekilde, yetiştirmiş oldukları liderleri vasıtasıyla (Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Fevzi Çakmak Paşa, İsmet Paşa, vb kahramanlar) yeniden yapılanarak Osmanlı İmparatorluğundan – Türkiye Cumhuriyetine geçişi sağlamışlardır. Bu değişim-dönüşüm, hiç şüphesiz kendi iradelerinin dışında gelişen Birinci Dünya Savaşının küresel sonuçlarının bir tezahürü olmuştur.

İkinci Dünya Savaşının sonundaki küresel-global gelişmeler sonucunda ortaya çıkan ve başlıca demokratik kapitalist blok ve sosyalist bloktan oluşan iki kutuplu dünyada yine yetiştirmiş oldukları liderleri (Merhum Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşları) vasıtasıyla batı tipi demokratik blokta yer almak şeklinde değişim-dönüşümü gerçekleştirmişlerdir.

1970’li yılların sonlarında başlayan ABD-SSCB yakınlaşması, konvansiyonel nükleer başlıklı silahların sınırlandırılması, SSCB’de gerçekleştirilen “glasnost” ve “perestroika” benzeri global-küresel değişim politikaları sonucu “Berlin Duvarının” yıkıldığı dünya gerçeğinde, yine yetiştirmiş olduğu önemli liderlerinden birisi olan Merhum Turgut Özal vasıtasıyla “karma ekonomi” düzeninden “serbest pazar ekonomisi” modeline geçiş sağlanarak uluslararasılaşma-dünyalılaşma sürecine girilmiştir. Böylece, ekonomi-insan hakları-hukuk ve demokrasi alanlarında uluslararası normlar hedef alınmış ve toplumumuzun geçim indeksleri ve refah düzeyi artmıştır.

Yirmibirinci yüzyılın başlarından itibaren, dünyada, başta ekonomi olmak üzere hukuk-insan hakları-demokrasi alanlarında başlayan evrenselleşme-küreselleşme-globalleşme akımları, toplumumuzun yaratmış oldukları yeni dönemin liderleri (Sn. Recep Tayyip Erdoğan, Sn. Abdullah Gül, Sn. Bülent Arınç ve yakın çalışma arkadaşları) vasıtasıyla 2002 yılından itibaren ülkemizde de başarıyla uygulanmaya başlanmıştır. Böylece dünyanın süper lig ülkeleriyle entegrasyon süreci başlatılmış ve bugün ekonomimiz dünyanın 15.nci ekonomisi haline getirilmiş, hukuk-demokrasi-insan hakları ise AB ile tam üyeliği hedefleyen evrensel normlara doğru evrilmiştir.

Bu arada, Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte birikmiş insani ve sosyal sorunlarımızın tezahürü olarak ortaya çıkan ve daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizi etkileyerek ağır maddi ve manevi bedeller ödeten “sosyal huzursuzluk” olaylarının çözümü için 2009 yılı yaz döneminde “demokratik açılım” başlatılmış ve gelişen zaman içinde,  21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajının ardından “yeniden kucaklaşma, yeniden kaynaşma, yeniden birleşme, yeniden bütünleşme” süreci başlatılmıştır.

Bugün,  tarih ve içinde yaşadığımız coğrafya, ülkemize yeni bir küresel-global misyon yüklemektedir. Bu misyon, ülkemizi, önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde büyük bir “Türk-Kürt-Alevi” ittifakıyla şekillendirmek ve başta sivil bir anayasa olmak üzere ekonomimizi, demokrasimizi, insan hakları ve hukuk sistemimizi dünyanın ilk 10’u arasına yükseltmek olmalıdır. 2002 yılından itibaren Hükümetlerimizin yaptıkları çalışmalar bizi bu noktaya getirmiştir diye inanıyorum.

Unutulmamalıdır ki tarihimiz boyunca gerçekleştirdiğimiz büyük işleri ve projeleri, hep, büyük uzlaşmalar-ittifaklar yaparak gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Ülkemizde böyle bir “Türk-Kürt-Alevi” büyük uzlaşmasıyla başta ekonomi olmak üzere demokrasi-hukuk ve insan hakları sistemlerimizi evrensel normlara ulaştırdığımız zaman, böyle bir uzlaşma-ittifak modeli bölgemizde cereyan eden Arap-Kürt ve aynı zamanda Sünni-Şii çatışmasının çözümünde de örnek teşkil edebilir.

BİRİKMİŞ BAZI İNSANİ VE SOSYAL SORUNLAR

1923 yılında kurulan Cumhuriyetimizin özellikle kuruluş döneminde ana dil, etnik köken, mezhep-meşrep bakımından çok kültürlü bir toplum olduğumuz göz ardı edilerek tek tip bireylerden oluşan bir “ulus” yaratılmaya çalışılmıştır.

Toplumu oluşturan bireyler özellikle demokrasi ve insan haklarının uluslararası standartlara yaklaşma dönemlerinde bu tek tip bireylerden oluşan ulus yaratma çabalarına itiraz etmişlerdir.

1983 yılında Merhum Turgut Özal ile başlayan karma ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçiş ve dışa açılma süreçleriyle zenginleşen ve refah düzeyi artan toplumumuzda (1) etnik köken farklılığı, (2) ana dil farklılığı, (3) mezhep-meşrep farklılığı gibi “doğuştan kazanılan farklılıklarımız” zenginlik olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.

2002 yılından itibaren iş başına gelen hükümetlerimizce başta ekonomi olmak üzere hukuk, insan hakları ve demokrasinin küresel-evrensel-global normlara ulaştırılması hedeflenmiştir.

2002-2014 yılları arasında hükümetlerimizin bu yönde çalışmaları sonucunda toplumumuzda artık bu tür “doğuştan kazanılan” farklılıklar zenginlik olarak tespit ve tescil edilerek gerekli yasal düzenlemelerin bir kısmı gerçekleştirilmiş ve toplumuzda büyük rahatlamaya neden olmuştur.

Örneğin, yaşantılarında, başörtüsü, İmam Hatip Liselerine katsayı uygulaması, Kuran Kurslarına yaş sınırlaması, vb. problemler yaşayan muhafazakar-mütedeyyin yurttaşlarımızın problemlerine çözüm üretilmiştir.

Kürt yurttaşlarımızın problemlerinin çözümüne yönelik olarak Temmuz-2009 da başlatılan “demokratik açılım” ve daha sonra 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajı ile yeni bir süreç başlatılmış ve toplumumuzda bir rahatlama yaratmıştır (TRT Şeş, özel okullarda ana dilde eğitimin serbest olması, ana dilde savunma ve ana dilde siyasi propaganda, değiştirilen belde ve köy isimlerinin geri verilmesi, çocuklara istenen isimlerin verilebilmesi, alfabede Q, X, W gibi harflerin kullanılması, vb.). 21 Mart 2013 de başlayan bu süreç, Tunceli Üniversitesi Rektörlüğünce “yeniden kucaklaşma, yeniden kaynaşma, yeniden birleşme, yeniden bütünleşme” süreci olarak tanımlanmıştır.

Şu anda toplumuzda rahatlama bekleyen kesim Alevi yurttaşlarımızdır. Bunların istekleri başlıca üç başlıkta toplanabilir. Bunlar

(1) Cemevlerinin sorunlarının çözülmesi (bu konuda cemevlerine “inanç ve kültür evi” statüsü verilebilir ve 1 dede, 1 zakir, 1 aşçı, 1 hizmetli kadrosu ihdas edilebilir),

(2) Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından desteklenmek (yukarıda belirtilen 4 kişilik kadronun özlük hakları karşılanabilir),

(3) Zorunlu din derslerinde çocuklarının kendi mezhep ve meşreplerini de öğrenebilmesi (bu konuda halihazırda atılmış bulunan adımlar etkin hale getirilebilir).

Alevi toplumu arasında, yukarıdaki üç isteğin dışında daha istekleri olanlar da mevcuttur, ancak ilk başlangıçta yukarıda bahsedilen üç konu ile başlayıp zaman içinde ülkede ekonomik zenginlik ve refahın artmasına paralel olarak diğer istekler de tartışmaya başlanabilir.

TUNCELİ’YE İLİŞKİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Şu anda Tunceli’de 3 önemli ana problem bulunmaktadır. Bunlar, adeta iltihaplı bir yarayı tedavi eder gibi titiz ve özenli çalışmalarla çözüme kavuşturulabilir.

 1937-1938 Dersim Tedip ve Tenkil Hareketiyle Yüzleşme ve Dersim İsminin Geri Verilmesi ve Tunceli Üniversitesinin İsminin “Munzur Üniversitesi” Olarak Değiştirilmesi Önerisi

TBMM İnsan Hakları Komisyonunda konu ile ilgili bir araştırma yapılarak “tedip ve tenkil” hareketi sırasında kastını ve amacını aşan hareketler nedeniyle aşırı orantısız güç kullanma sonucu katliama dönüşen olayların tespit ve tescilinden sonra gerekirse bir özür anıtı dikilebilir,

Tunceli ilinin isminin Dersim olarak değiştirilmesine yönelik bir referandum yapılabilir.

Yapılacak bir yasal düzenlemeyle Tunceli Üniversitesinin ismi “Munzur Üniversitesi” olarak değiştirilebilir. Çünkü bölgede bazı üniversitelerin isimleri nehirlerden verilmiştir, örneğin Dicle ve Fırat Üniversiteleri gibi. Munzur nehri yörede kutsal sayılabilecek derecede saygı duyulan bir olgudur.

 

 Munzur ve Pülümür Vadilerine Yapılacak Barajlar Konusuna Çözüm Önerisi

Tunceli’deki Munzur ve Pülümür vadilerinde yapılacak tüm barajlardan elde edilecek elektrik enerjisi, diğer toplam HES’lerden elde edilecek enerjinin yaklaşık yüzde 0.8 i kadardır. Tunceli’de yaşayan yurttaşlarımızın hemen hemen tamamı bu iki vadide baraj yapımına karşıdır. Çünkü bu iki vadinin birleştiği yer kutsal kabul edilir ve buraya “Gole Çeto” ismi verilir ve buraya aynı zamanda bir Cemevi inşa edilmiştir. Munzur ve Pülümür vadilerinde barajlara karşı çıkan yurttaşlarımızı başlıca iki grupta toplamak mümkündür.

Politize olmamış Tuncelili yurttaşlarımız

Politize olmamış herhangi bir Dersimli bu vadilerde akan suları kutsal kabul eder, bu vadilerde birçok ziyaret yerleri mevcuttur ve bu vadilerdeki suyun kesilmesi, baraj gölüne dönüşmesi, cebri borularla bir taraftan alınıp diğer tarafa taşınmasına inanç mülahazalarıyla karşı çıkarlar, çünkü Alevilikte İslam öncesi bileşenlerin kalıntısı olarak kutsal mekanlarda tertemiz coşkunca akan bir suya inanç düzeyinde saygı gösterilir ve normal bir Dersimli bu nedenle bu vadilerdeki baraj yapımına karşı çıkar.

 

Entellektüel Tuncelili yurttaşlarımız

Bu yurttaşlarımızın kalplerindeki kılcal damarlara bir büyüteçle bakıldığında bakmasını bilen bir göz şunu görür. Bu yurttaşlarımız  “yaşadığım bu topraklardaki siyasi otorite hiç bir zaman, beni, ben olarak kabul etmedi, beni hep hizaya sokmak, değiştirip dönüştürmek istedi, oramdan-buramdan çekiştirip durdu. Şimdi benimle uğraşması bitti, benim vadimle, suyumla, dağımla, yaylamla, ormanımla, platomla, köyümle, arazimle uğraşarak buraları değiştirip-dönüştürmek istiyor, bu nedenle baraj yapımına karşıyım” diye düşünür. Ekonomi-hukuk-insan hakları-demokrasinin evrenselleşme sürecine girdiği devamlı demokratikleşme paketleri hazırlanan ülkemizde bu durum ancak diyalog yoluyla çözülebilir. Hükümetimiz bu konuda Dersimlilerle görüşerek diyalog yoluyla ya onları ikna edebilir ya da kendisi ikna olabilir. Böyle bir diyalog ortamı, Tunceli Üniversitesi Rektörlüğünün koordinatörlüğünde DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tunceli Belediyesi, Baro, Ticaret ve Sanayi Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Cemevi, Ovacık Belediyesi ve Pülümür Belediyesi gibi kurumların katılımıyla sağlanabilir.

Alevilikle İlgili Bir Açılım Yapılması

Alevi açılımının yapılması, hiç şüphesiz ki Tunceli ilinde de büyük bir rahatlama sağlayacak ve böylece problemlerin çözümüne katkı sağlayabilecektir.

 

 

 

TUNCELİ’NİN ÇÖZÜM SÜRECİNDE YAPABİLECEĞİ KATKILAR

Öncelikle, 2002 yılından itibaren başlayan “ekonomi-hukuk-insan hakları ve demokrasinin evrenselleşme sürecinin” daha olumlu ve hızlı ilerleyebilmesi için, 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajının ruhuna da uygun şekilde, gösteri ve toplantılarda “taş, molotof, havai fişek atma, sopa kullanma, cam kırma” vb. çağdışı kaba kuvvet ve şiddet uygulamaktan vazgeçilmeli; toplantı ve gösteriler demokratik hak arama sınırları içerisinde yapılmalıdır. Tunceli kamuoyunun hemen hemen %99’unun da rahatsız olduğu bu olayları çıkaran gençlik grupları ile “Yerel Yönetimler, Valilik, Emniyet, Üniversite, Ticaret Sanayi Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Basın Mensupları, Sivil Toplum Kurumları” vb. kurumların da müdahil olabileceği geniş katılımlı görüşmeler yapılabilir.

Çözüm sürecinin bugün geldiği nokta itibarıyla, önümüzdeki dönemi şekillendirecek olan büyük “Türk-Kürt-Alevi uzlaşmasına” Tunceli, hem Kürt-Zaza, hem de Alevi kimliğiyle büyük katkıda bulunabilir. Bunun için yapacağı tek şey, zamanın ruhunu iyi kavrayarak “terör, kaba kuvvet, şiddet”, vb eylemlerden uzak durup hiç de yabancısı olmadığı “demokratik duruş”, “ortak yaşama kültürü ve bilinci” ve “kendisi gibi olmayanlara, kendisi gibi inanmayanlara, kendisi gibi yaşamayanlara daha çok saygı ve sevgi” ilkesini hayata geçirmektir.  

07 Haziran 2014, Tunceli

Prof. Dr. Durmuş BOZTUĞ

Tunceli Üniversitesi Rektörü