Alevi ve Bektaşilerin belli başlı taleplerini, demokrasi ve insan hakları temelinde ele alıp değerlendirme amacıyla düzenlenen Alevi Çalıştaylarının ardından hazırlanan rapor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunuldu.

İlki 3–4 Haziran'da sonuncusu ise 27–30 Ocak 2010'da gerçekleştirilen çalıştaylara yaklaşık 400 kişi katılırken, katılımcıların büyük çoğunluğunu Aleviler oluşturdu.

Çalıştaylarla kamuoyunun Alevilik hakkındaki belli başlı değerlendirmelerinin, Alevilerin temel sorunlarının ve çözüm önerilerinin öğrenilmesi, açılım bağlamında kamuoyunda oluşabilecek reflekslerin tespit edilmesi, birlik, beraberlik ve kardeşliğin önündeki engellerin belirlenmesi, bir yol haritası için gerekli bilgi akışının sağlanması hedeflendi.

Çalıştayların sonunda hazırlanan ön raporda, çalıştay sürecinde, ''Ulusal ve uluslararası alanlarda yer bulan ve yer yer sert sayılabilecek çıkışlarla da takviye edilen söylemlerin, soğukkanlı bir şekilde ele alınması için konunun belli başlı taraflarının kademeli olarak bir araya getirildiği belirtildi.

Akademisyenler, ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, medya ve siyaset alanlarından çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu 43 kişinin katıldığı değerlendirme oturumunda, ''Alevilik: Çerçevelendirme Sorunları, Kimlik ve Beyan Sorunları, Anayasal ve Hukuksal Sınırlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Zorunlu Din Dersleri, Madımak Oteli'nin Düzenlenmesi, İnanç Rehberleri (Dedelik), Cemevlerinin Statüsü''nün tartışıldığı hatırlatılan raporda, birçok konuda Alevi-Bektaşi katılımcılar arasında da görüş ayrılıklarının bulunduğunun gözlemlendiği ifade edildi.

Aleviliğin içeriği ve tanımlanması konusundaki hassasiyetin, genellikle devletin Aleviliğe bir çerçeve çizeceğinden duyulan kaygılardan kaynaklandığının anlaşıldığı belirtilen raporda, ilk oturumlarda tepki gösterilen başlığın, ilerleyen süreçte soğukkanlı şekilde ele alındığı, Aleviliğin İslam üst başlığı altında ''Hak-Muhammed-Ali'' kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkan yolu olduğu konusunda tam bir uzlaşma sağlandığı vurgulandı.

''DİYANET SİVİL YAPIYA KAVUŞSUN''

Yaygın Alevi söyleminin, Diyanet İşleri Başkanlığının meşruiyetine eleştirel baktığı ve uzun vadede tutarlı bir laikliğin icrası açısından Diyanet'in lağvedilmesini savunduğu belirtilen raporda, çalıştay sonucunda bu beklentinin, Başkanlığın mevcut koşullardaki pozisyonu da ele alınarak, rasyonel olmadığı konusunda taraflar arasında mutabakat sağlandığına dikkat çekildi.

Çalıştayda, Başkanlığın lağvedilmesini isteyenlerin bile, bugünden yarına bunun çok da mümkün olamayacağını, ancak Başkanlığın daha sivil bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ifade ettikleri kaydedildi.

Katılımcılar, Diyanet'in İslam'ın tüm yorumlarını da içine alacak şekilde orta ve uzun vadede özerk bir yapıya kavuşması gerektiğini belirtirken, ileride dini vergi uygulamasının başlatılmasının da türlü inanç ve din örgütlenmeler arasındaki barışı arttıracağı vurgulandı.

''ZORUNLULUK İFADESİ RAHATSIZLIK YARATIYOR''

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasının derinlemesine müzakere edildiği bildirilen raporda, dinler, mezhepler ve inançlar üstü bir din öğretimine tüm vatandaşların ihtiyacı olduğunun teyit edildiği belirtildi.

Bununla birlikte ''zorunluluk'' ifadesinin Aleviler arasında siyasi ve kültürel nedenlerle açık bir rahatsızlık yarattığı yönündeki görüş de raporda yer aldı.

Katılımcılar, ders müfredatının tüm toplum kesimlerince kabul görecek bir üst dille ve tarafları rencide etmeyecek perspektifle hazırlanmasına duyulan ihtiyaç konusunda görüş birliğine varırken, isteğe bağlı din eğitiminin de ilgili grupların üzerinde mutabık kaldıkları bir müfredatla gerçekleştirebileceklerini müzakere etti.

Raporda, şöyle denildi:

''Bu durumda Alevi ve Sünni vatandaşlarımız kendi inanç ve ritüellerini eğitim esaslı olarak devletten alma olanağı bulabileceklerdir. Zorunlu din dersleri gerekli düzenlemelerini yeniden yapmış ilahiyat fakültesi ya da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği mezunu öğretmenler tarafından verilecektir. Ancak Alevilerin isteğe bağlı derslerden yararlanabilmeleri için de mutlaka Alevi öğretmenlerin sürece dahil edilmeleri gerektiği vurgulanmıştır.

Bu öğretmenlerin, ilahiyat mezunları arasından istihdam edilmesinin mahzurlarına da vurgu yapılmıştır. Bu dersler teknik alt yapı tarafları tatmin edecek bir düzeye erişinceye kadar gereken mevzuat değişikleriyle Alevi uzmanlardan yararlanılarak verilebilecektir. Ancak bu dersi uzun vadede verebilecek yetkinlikte öğretmenlerin hangi süreçlerde eğitileceği gibi konularda Alevi katılımcıların henüz tatminkar ve yeterli sayılabilecek önerilere sahip oldukları söylenemez.''

''MÜZE FİKRİNİN TEHLİKE ÜRETTİĞİ DÜŞÜNÜLDÜ''

Madımak Oteli'ndeki facianın katılımcıların tamamı tarafından lanetlendiği, olayın derin bir provokasyon olduğunun altının çizildiği ifade edilen raporda, şunlar kaydedildi:

''Özellikle Alevi katılımcılar, kendi aralarında yüksek bir sembolik değer olarak gördükleri Madımak Oteli'nin, bütün bu duyarlılığa rağmen ülkenin birlik ve düzeninin esastan korunmasını dikkate alan bir düzenlemeyle yeniden düşünülmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Bu bağlamda müze fikrinin tehlike ürettiği düşünülmüş, bunun yerine binanın yıkılarak bir parka dönüştürülmesini katılımcıların büyük çoğunluğu desteklemiştir. Etraftaki birkaç binanın da kamulaştırılarak bu alana dahil edilmesini önerenler olmuştur.

Sivas'ta sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve resmi katılımcıların da ortak olabileceği değişik platformlarda bu süreci rehabilite ederek dönüştürecek girişimlere başlanması gerektiği üzerinde ısrarla durulmuştur.''

DEDELERE HİZMET İÇİ EĞİTİM

Rapora göre, dedelerin statüsünün Aleviler arasındaki yerinin tartışılmaz olduğu vurgulanan çalıştayda, ancak yeni koşulların özellikle de kent Aleviliğinin göz önüne alınarak statünün yeniden değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi.

Dedelere maaş bağlanmasına olumsuz bakanlar kadar, olumlu yaklaşanların da bulunduğu ifade edilen çalıştayda, dedelerin eğitimine ihtiyaç duyulduğu vurgulandı. Bu ihtiyacın bir an önce giderilmesi için dedelere hizmet içi eğitimler verilmesi istendi.

Alevi bilgi ve külliyatının derlenmesi ve korunması amacıyla geniş ölçekli bir araştırma merkezinin kurulması önerilirken, ısrarla üzerinde durulan konulardan biri de Alevi-Sünni ortak tarih bilincine yönelik çalışmaların gerekliliği oldu.

Yasaların dedeliğin misyonunun sürdürülmesine izin vermediği işaret edilen raporda, ''Dedeliğin misyonunu modern bilgi ve kültür kalıpları içinde rasyonalize etme konusunda da güçlükler vardır. İnanç önderi ya da rehberi olarak yeniden isimlendirilen dedeler, manevi bilgi kanallarına açık oldukları iddiasıyla tanımladıkları kişiliklerinin modern eğitimle hangi çerçevede buluşacağı önemli bir sorundur'' denildi.

''KARŞILIKLI HOŞGÖRÜ, DİYALOG, EMPATİ''

Çalıştaya katılan Alevilerin her alanda ayrımcılığa uğradıklarını ifade ettikleri kaydedilen raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:

''Sorunun gerek Sünni gerekse Alevi kesimlerinin karşılıklı hoşgörü, diyalog ve empati eksenli girişimlerle aşılabileceği paylaşılmış, bu bağlamda kimlik ve beyan konusunda ortaya çıkan sorunların eğitim müfredatı, tarihsel ön yargılar, iç ve dış kışkırtmalar, cehalet ve iyi niyet eksikliğiyle pekiştirildiğine vurgu yapılmıştır.

Alevilik bağlamındaki tüm sorunların her şeyden önce 'taraflar'ın birbirlerine karşı yakınlaşmasını artırıcı, psikolojik süreçlere tabi olması gerektiği her vesileyle teyit edilmiş, bunun için de Sünni ve Alevi vatandaşların özenli çabalarına duyulan ihtiyacın altı çizilmiştir.

Konunun belli başlı unsurlarının ele alınmasında kaçınılmaz bir şekilde dikkate alınması gereken birkaç temel Anayasa maddesi hakkında çekingen davranıldığı anlaşılmıştır. Örneğin 'Tekke ve Zaviyeler Kanunu', 'Tevhid-i Tedrisat Kanunu' ve yine Anayasa'nın 24. Maddesi gibi konularda tartışmanın derinleştirilmesine ihtiyaç duyulmadan, sorunların bu kanunların sınırlarına dahil olmaksızın aşılması istenmiştir. Bu vesileyle söz konusu kanunları ele almanın zorunlu olduğunu vurgulayan kimi itirazlar da toplumsal birlik ve karşılıklı güven havasını zedeleyeceği kaygısıyla rağbet görmemiştir.''

CEMEVLERİNİN BİR STATÜYE KAVUŞTURULMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİ

Rapora göre, çalıştayların cemevlerinin bir statüye kavuşturulması konusunda herhangi bir görüş ayrılığı yaşanmazken, bu mekanların birer ibadethane olarak tanımlanması konusunda Alevi olmayan katılımcılar da kaygılarını ifade ettiler.

Katılımcıların bir kısmı cemevlerine ibadethane statüsü tanınmasının İslam içinde bir bölünmeye yol açabileceğini, çünkü her dinin ancak bir mabedi olabileceğini, Alevilerin ibadethane vurgusu yapmaktan kaçınarak, devlet tarafından bilinen statüsü teyid edilen cemevleri ifadesiyle yetinmeleri gerektiğini ifade etti. Bir kısmı da bu mekanlarda icra edilen erkan ve uygulamaların ne olup olmadığına, ne sayılıp ne sayılmayacağına Alevilerin karar vereceğini dile getirdi.

Cemevlerine ''ibadethane'' demeksizin, dernek ve vakıflarına imkan tanımak ve kamu düzenini bozmadıkça bu kurumlara yerel yönetimlerin yardımcı olması da önerilirken, bütün bu önerilerin sonuçta teknik bir çalışma gerektirdiği görüşüne ulaşıldı.

Çalıştayda, mevzuatta doğacak sıkıntıları aşmak üzere ilgili kanuna, ''Birer inanç ve erkan merkezi olarak değerlendirilen cemevleri de kanunlarda ibadethanelere tanınan bütün imkanlardan yararlanır'' veya ''Cemevlerine de aynı imkanlar sağlanır'' şeklinde bir ekleme yapılması önerildi.

''HİÇBİR PAZARLIĞA MEYDAN VERMEKSİZİN...''

Çalıştayların olumlu bir havanın doğmasını hızlandırdığı ifade edilen raporda, tartışılan tüm konularda ülkenin birlik ve beraberliğine ortaklaşa yapılan atıfların heyecan verici olduğu belirtildi.

Raporda, ''İlkesel düzeyde barışın ve bir arada yaşamanın hiçbir pazarlığa meydan vermeksizin kabul edilmiş olması sorunun çözümü noktasında taraflara emsalsiz fırsat alanları sunmuştur'' görüşüne yer verildi.