Bir çoğumuzun bildiği Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında İran Seferi’ne çıktığında, Çaldıran Savaşı’ndan önce Fırat Nehri boylarında yaşamakta olan Alevi-Bektaşi inancına sahip insanları katletmiştir. Yavuz efendinin sırf inançlarından ötürü katlettiği insan sayısı tarafsız tarihçilere göre en az 40 bindir. Gerçek rakamın bu sayının çok çok üzerinde olduğu da söylenir.

Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in bu korkunç katliamından kaçarak canlarını kurtarmak için çevredeki dağlık alanlara sığınan değişik Aşiret-Oymaklardan binlerce insan da yerini-yurdunu terk eder. Daha doğrusu terk etmek zorunda kalır.

Yavuz Selim’in katliamından kaçarak canlarını kurtarmak için Dersim Dağlarına sığınan birçok aşiretten biri de Şeh Hesen’liler (Şıh Hasan)dir. Keban-Baskil Çemişgezek üzerinden Hozat -Ovacık’a gelen Şeh Hesenliler bu coğrafyayı mesken ve yurt tutarlar.

Şeh Hesen’liler zamanla nüfus olarak büyürler. Aradan yıllar geçtikten sonrada, Şeh Hesen’in çocuklarına izafeten o isimlerle anılan aşiretler oluşur. Örneğin Abbas ismindeki oğulun sülalesinden gelenler “Abbasanlar”, Bahtiyar ismindeki oğulun sülalesinden gelenler “Bahtiyaran”lar olarak ayrı ayrı aşiretlere dönüşür. Bunların haricindeki Ferhathanlar, Karaballılar vb birçok aşiretin ana gözdesi Şeh Hesen’dir. Hepsi aynı babanın çocuklarıdır.

Seyit Rıza’da Abbasan aşiretinden olup, yaşadığı sürece de aşiretinin önderi reisi konumundaydı. Kendi aşiretinin haricinde, Dersim’deki diğer aşiretlerce de sevilmekte ve sayılmakta olan bir şahsiyetti.

1938 Katliamının sembolü olması, onun şahsında odaklanması “Devlet’inde 38’in önderi olarak muhatap olması; onun önemini göstermektedir.

Seyit Rıza 1915’de Ruslar’ın Dersim’e girmesine engel olan ve savaşanların başından gelir. Yine Seyit Rıza Erzincan’ın Rus işgaline karşı, Erzincan’ın kurtuluşuna Dersim aşiretleriyle birlikte destek veren ve savaşanlardan birisidir.

M. Kemal Atatürk’ün Erzurum’dan, Sivas Kongresine geçişinde, Harput Valisi Ali Galip Paşa’nın suikast yapacağı haberi üzerine, Kemah Sivas arasında günlerce milisleriyle birlikte nöbet tutarlar ve olası bir suikastı önlerler.

1938’de Dersim’de yapılan katliamı; Resmi otorite meşru kılmak için, olayları hep “isyan” temeli üzerinden ele almakta ve de o şekilde lanse etmektedir. Halen bugün 38’in acısını, akan kanın üzerini “isyan ettiler” bahanesiyle kapatmaya çalışmaktadırlar.

1929’dan itibaren Amerika’dan başlayan ve tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz tüm ülkelerde birçok zorluk ortaya çıkardı. 1930’lardan itibaren Anadolu’nun her yerinde yoksulluklar ve kıtlıklar yaşandı.

Hiçbir ekonomik üretimin olmadığı Dersim coğrafyasında yokluk ve kıtlıklar daha da fazla bir şekilde yaşandı. Tarımsal üretimin için yeterli arazisi bulunmayan, küçük tarlalarda buğday-arpa-darı üretmesiyle kıt kanaat geçinmek zorunda kalan dağlık alanlarda sıkışmış kalmış Dersim köyleri açlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Özellikle 1932-1938 yılları arasındaki kuraklık küçük çapta üretimi daha da olumsuz etkilemişti. Kuraklığa ilaveten; o yıllarda ekinlere kımıl ve çekirge haşerelerin verdiği zarar sonucunda insanlar kıtlığın ötesinde açlıkla yani ölümle karşı karşıya kalmanın yarattığı çaresizlikle; bazen komşu köylere bazen de diğer aşiretlere ait yerleşim yerlerine saldırılar düzenleyerek yiyecek temin etmeye, daha doğrusu yaşamaya çalıştıkları sır değildir. En çok saldırılara maruz kalan yerlerde Erzincan, Kemaliye ve Çarsancak Beyleri merkezi hükümete şikayet üzerine, şikayetler yaparak münferit olayları abartılı bir şekilde değişik yönlere çekerek Dersimlilerin cezalandırılmalarını talep ettikleri bilinmektedir.

Merkezi Hükümetin, bölgeye yaptığı katliamlarda bu şikayetlerin çok etkisi olmuştur. Hazırlanan raporlar; alınan kararlar, çıkartılan kanunlar 1937-1938’de yapılacak katliamların 1935-1936 yıllarında habercisiydi.

1937 öncesi durumu ayrıntılı bir şekilde irdelememin nedeni:  “Dersim İsyanı” diye resmi otoritenin ileri sürdüğü savın tamamen koskocaman bir yalan olduğunu belirtmek ve açıklamak içindir.

Haydi varsayalım ki “ İsyan”dı. O zaman hemen şu soruyu sormak gerekir öyle düşünenlere. 1925-1926 yıllarında Şıh Seyit tarafından başlatılan din eksenli (Hilafeti geri getirme) gerçek bir isyanda Devletin gösterdiği tepki, uyguladığı yöntem Dersim’de neden gösterilmedi? Daha açık bir şekilde, Şıh Seyit ve arkadaşlarının idamı dışında, isyan bölgesinde çoluk-çocuk demeden halk katledilmedi. (doğru olan da odur.) Ama Dersim’de 1937 yılında Seyit Rıza ve diğer aşiret Reisleri idam edildikten sonra 1938’de binlerce insan katledildi, binlercesi sürgün edildi.

Yine Varsayalım ki o katledilenler isyancılardı. Peki 1938’in en sonunda Hozat ilçesinde ki Sarısaltık Ocağına bağlı, Karaca köyünden aralarında Dedeler de dahil 37 kişi neden katledildi? Bugün dahi tek kelime Kürtçe bilmeyen, Alevi-Bektaşi inancının serçeşmelerinden biri olan bu ocağa bağlı ve birçoğu bürokraside görevli kişilerin katledilme nedeni neydi? Tek yanıtı var, Alevi oluşları.

Tekrar başa dönecek olursak; 1514’te Yavuz Sultan Selim tarafından yapılan katliamın altındaki zihniyet neyse, 1938’de Dersim’de yapılan katliamın altındaki zihniyet aynıdır. O zihniyet hiçbir zaman yok olmadı, sadece şekil değiştirdi. Ümmetçi Osmanlı dönemindeki zihniyet 1938’de de Cumhuriyet döneminde tekrar hortlamıştır. Sivas-Maraş-Çorum olaylarında ki yaklaşım ve bakış açısında eskilerin aynısıdır.

Sayın Başbakan diyor ki, “1938 İkinci Kerbeladır.” Doğrudur. Doğru olmasına doğru da; hem bunu diyeceksin hem de 1514 yılında yapılan katliamın sorumlusu olan zatın ismini yapılmakta olan 3. Boğaz köprüsüne vereceksin. İnandırıcı ve samimi olmanız için 1514’de ki katliamından dolayı da özür dilemeniz gerekir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Söylemlerle iş olmuyor. O söylemlerin inandırıcı olabilmesi için, altının doldurulması gerekir. Bir yandan 1938’den özür dile bir yandan da 1514’ün kahramanı olarak tarihe geçen kişiyi yaptığın köprüye ismini vererek onurlandıracaksın. Kim inanır o özürlere, o laflara.

Bunları belirttikten sonra; Tüm dostlarımın, Canlarımın, hemşehrilerimin yeni yılını kutlarken, Roboski’de, Kobane’de aylardır özgürlük ve onur mücadelesi veren direnen tüm insanları saygıyla selamlarken, bu uğurda can veren yiğitleri de saygıyla anıyorum.

 

Ergüder ÖNER