Darda, zorda kalanların imdadına sen yetiş Ya Bozatlı Hızır.

Hızır Aleyhisselam kimdir?

Ailemden, atalarımdan işittiğim, duyduğum ve sözlü gelenekle bize anlatılan Hızır Aleyhisselam hazretleri hakkındaki bildiklerimi yazarken evvela bana göre gerçek dışı bazı anlatımlara değinmek istiyorum.

Aklı eren ermeyen, kalemi eline aldığı gibi o anki şartlarla kendisine kolay gelen veya kendisine öyle anlatılan bir olayı yazmaya başlar. Ve de en doğrusunun o olduğunu sanır. Şunu herkes iyi bilsin ki saha araştırmaları yapılmadan yazılan her konu eksiktir, noksandır.

Hızır Aleyhisselam hakkında yazılan birçok eseri okudum ve gerçeği söyleyeyim ki çok üzüldüm. Bir Hıdır, İlyas yaratılmış. Birini denizde birini karada gezdiriyorlar. Düşünüyorum da acaba yakında bir tane de havada hava için yaratılmıyor mu? Çünkü eskiden hayat, kara ve denizde devam ediyordu. Oralara kurtarıcı olarak iki isim koydular. Hızır ve İlyas. Şimdi hayatın çoğu havaya döndü oraya da biri lazım bekliyorum. Bakalım ona kimi atayacaklardır. Yapmayın kardeşlerim, yapmayın. Bu bilinçsiz davranış çok acıdır çok üzücüdür.

Benim memleketim olan bu kutsal topraklar olan Tunceli’de “Dersim’de” atalarımızdan bize miras kalan Hızır Aleyhisselam olayı şudur ve bütün eski Dersimlilerin inancı da bu idi. Anlatayım. İskender Zülkarney’nin babasının Belban veya “Belbin” isminde bir çobanı vardı. Gece gündüz yazıda, obada, onun koyunlarını otlatırdı. İskender’in babası olan ağa bir gün bir rüya görüyor. Filan istikamette bir yıldız doğacak ve o yıldızı görenlerden kim en evvel hanımıyla cinsellikte bulunursa o birleşmeden çok hayırlı bir evlat dünyaya gelecek. Ve bu rüya birkaç gece aynı mealde tekrarlanıyor.

İskender’in babası bunun üzerine yıldızı ilk kendisinin görmesi için uğraşmaya başlar. Fakat doğacak yıldızın zamanı, saati belirsiz olduğu için bir şey de yapamaz. Kimseye de bu sırrı açamaz. Birden aklına çoban Belbin gelir. “Yahu, çoban gece gündüz arazidedir. Ancak o görür ve gelir bana haber verir” der. Ve kalkar araziye çobanın yanına gider. Kendisine der ki “şöyle şu istikamette bir yıldız doğacak. Sen o yıldızı gördüğün an nerede olursan ol davarı bırak koşa koşa bana gel. Ben o yıldızı göreyim” der.

Ağa evine döner. Çoban sürüsünü yayar. Aradan bir müddet geçer. Gecenin birinde çoban bakar hakikaten o yıldız doğdu. Davarı bırakıp ağaya koşar. Bulundukları yerleşim yerine gelince yol çobanın kapısının önünden ağanın evine gidiyor. Çoban düşünür. “Ben şimdi gidip ağaya haber verirsem ağa beni gene araziye gönderir. En iyisi eve gidip hanımımla ile bulaşayım sonra gidip ağaya haber vereyim” der. Evine girer, hanımıyla buluşur çıkıp gider. Ağayı çağırır. Ağa uyanır bakar gerçekten yıldız doğmuş. Çobanı araziye gönderir. Kendisi evine gider. O da eşiyle buluşur.

Ve Allah-u Tealanın hikmeti her iki bayan hamile kalır. İkisinin de birer erkek çocuğu dünyaya gelir. Dünyaya gelen bu çocuklardan ağanın çocuğu gece gündüz ağlar. Evde ne huzur ne rahatlık kalır. Ağa der “Biz,  mevladan hayırlı bir evlat beklerden bize böyle bir çocuk verdi” diye kendi kendine üzülür. Bir gün ağanın hanımının bir işi çıkar. Ağanın hanımı çobanının hanımına haber gönderir. “Gel şu işi beraber yapalım” der. Çobanın hanımı kundağını da alarak ağanın evine gider. Hanım eve girer girmez ağanın oğlunun ağlaması durur. Kadınlar işlerini bitirene kadar oğlan ağlamaz. Ancak iş bitip kadın çocuğunu alıp dışarı çıkar çıkmaz ağanın oğlu gene feryada başlar. Kadını çağırırlar kadın içeri girer girmez çocuk susar. Bu durum ağaya söylenir. “Öyle ise konağın bir yanında bir ev yapalım çobanın karısını buraya yerleştirelim” der ve öyle yaparlar. Çobanın karısı eve gelince ağanın oğlu olan İskenderi Zül Karneyin susar. Ve o günden sonra ikisi aynı evde beraber büyürler. Bunlar delikanlılık çağlarına gelince karanlık yani “Zulumat” ta bir yerde abı hayat olduğunu ve bu suyu içenin ölmezliğe erişeceğini öğrenirler. İskender durumu babasına söyler. Bir sefere çıkacağı için yardım etmesini söyler. Babası bunlara bir gemi hazırlar. Gereken ihtiyaç malzemesini gemiye doldurur ve bunları yola koyar.

Gemi ilerler. Karanlık denilen yere gelir ve üç gün üç gece zulumatta yol alırlar. Burada iki farklı anlatım oluyor. Kimileri diyorlar ki Hızır’ın yemek torbasında pişirilmiş bir balık vardı. Karanlıkta yere inip gezerken Hızır bir çeşme gördü. Eğildi çeşmeden su içmeye o zaman torbasında olan o pişmiş balık suya düştü ve dirildi. Hızır da sudan içti. Su kayboldu. Böylelikle yalnız Hızır suyu içti. İkinci bir anlatım gemi karanlıkta yol alırken Hızır geminin güvertesinde idi. Aniden güvertede bir kız belirdi. Elinde bir tas su vardı. Onu Hızır’a uzattı. Hızır suyun yarısını içti. Artanı denize dökerken İskender gördü.

“Sen niye o suyu denize döktün bana vereydin” dedi. Hızır da dedi ki “bu dünyada bir tane lazımdı. İki tane değil.” Ve Hızır Aleyhisselam böylelikle ölümsüzlüğe ulaştı. Odur budur darda zorda kalanlar Bozatlı Hızır’dan imdat bekliyor, yardım istiyor.

İşte Dersim halkı olarak atalarımızdan bize intikal eden Hızır Aleyhisselam inancı budur. Bu gün anıldığı güne yöremiz Hıdır İlyas diye kutluyorlar. O günkü şartlarda veya inançta bugüne niye Hıdır İlyas diye isim vermişler bilmiyorum. Fakat bundan yola çıkarak çoğu Hızır ve İlyas’ın da peygamber İlyas peygamber olarak yazıyorlar. Birini karada biri denizde görevlendiriyorlar. Onun için diyorum ki yakında bir tane de havada görevlendirilirse hiç de şaşmam. Şu sıra onları musahip yapmaya da başladılar. Sanki o zaman musahiplik vardı. Musahiplik son veda haccında başladı. Yok dostlar, kardeşler hakkın birliğine inananlar, eğer böyle bir ihtiyaç olsa idi bu görev İlyas peygambere değil de iki cihanın serveri Hazreti Muhammed Mustafa’ya verilirdi. Onun için bir Hıdır İlyas kutlama günü kelimesinden esinlenerek Hızır’ı ayrı İlyas’ı ayrı göstermeyin. Ab-ı hayatı yalnız bu dünyada Hızır Aleyhisselam içip ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Yine diyorum darda olanın imdadına yetiş Ya Hızır. Bu Hızır günleri hepimize hayırlar getirsin.

Şıh Delili Berğecan Evlatlarından Seyit Hüseyin Erdoğan