Türkiye’nin, 15 Temmuz’da teşebbüs edilen darbe girişiminden sonra pek fazla konuşacak bir şeyi kalmadı gibi. Siyasetten, günlük yaşama nerdeyse her şey, adeta bir yat-kalk düdüğünün tekrarı gibi, dönüp-dolaşıp aynı konu üzerine odaklanıyor. Bu vesileyle her gece, “kandırılmış” ve nedamet getiren itirafçıların boy gösterdiği tv ekranları yeni bir popülerleşme merkezi haline geldi. Bu amentü gibi tekrar edilen “kandırıldık” lakırdıları samimiyetten o kadar uzak ki, kandırıldık demekle iş bitseydi tanrı ilk başta Adem ve Havva’yı affederdi!

Biliyoruz ki, bu darbe girişimi başarılı olsaydı, daha düne kadar Cemaat’i yere göğe sığdıramayan ve her defasında “Fetullah Gülen Hoca Efendi Hazretleri” demeyi adeta bir besmele gibi tekrarlayan “bazıları”, o Gülen’i Humeyni gibi havaalanında karşılamaktan da geri durmayacaktı! Neden mi? Çünkü “yüzük kimdeyse Süleyman odur” dercesine her defasında güçlü olanın yanında yer edinmek bu ülkenin büyük bir çoğunluğunun fıtratında var. Çünkü ortada özgür iradesiyle düşünecek bir “birey” ve bunu edinmesine olanak sağlayacak bir devlet hiç olmadı…

Şimdilik, varsın yine “bazıları”, demokrasi mitinglerinde kalabalığı arkalarına alarak çektirdikleri selfielerle çirkin yüzlerini perdelemeye yeltensin… Ama zaman yeri gelince öyle acımasız bir yargıç oluyor ki, bunu kim bilir nasıl anlatsam!

Bu arada yeri gelmişken şu “FETÖ-PDY Terör Örgütü” tanımlamasıyla ilgili de bir açıklama yapayım.  Resmi söylemin Fetullah Gülen ve Cemaat’ine dair oluşturduğu bu algının, hem alttan alta Türkiye tarihinde sürekli Sol ile özdeşleştirilen “terör” vurgusu üzerinden Sol’u; hem de, PDY vurgusu ile Suriye’deki Kürt siyaseti PYD arasında söylemsel bir ilişki kurarak, en nihai kertede Sol ve Kürt siyasetini olumsuzlamak gibi bir amaç taşıdığını düşünüyorum.   Böylelikle, bir taşla bir kaç kuş vurmak amacına dayalı, resmi bir söylem inşasına girildiğini görüyoruz…

Şimdi kaldığımız yerden devam edelim…

HERKES İÇİN ADALET VE DEMOKRASİ

Bundan sonrası için öyle koca koca sosyolojik ve siyasi tahlillere girişmek gibi bir niyetim de, takatim de yok. Çünkü artık “mal” hiç olmadığı kadar ortada. O nedenle şimdi, demokrasiyi savunanların tamamı olmasa da, en azından bir kısmının samimiyetinden şüpheliyim. Şüpheden de ziyade, bu ülkede aldığımız her soluğun geleceği dahi belirsizliğe doğru yol alıyor. Çünkü bu toprakları Osmanlı’dan günümüze değin adeta bir “hayaletin” korkusu idare ettiği gibi, meğerse öyle bahsedildiği gibi, ortada devlet filan da yokmuş. Bundan ötürü, bizleri her gün “güvercin tedirginliğiyle” yaşamaya mecbur bırakan bu lanet olasıca kaderden ve bu kaderin en dipten en uca değin destekçisi olan herkesten hem tiksiniyor, hem de dünya-ahiret hakkımı zehir-zıkkım ediyorum.

Her neyse….

Şimdi herkesin bir Cemaat mağduru ve karşıtı “rolü” oynadığını gördükçe içimi bir ürperti kaplıyor.  Acaba daha düne kadar Cemaat, nice ailenin evini-ocağını söndürüp insanlara olmadık zulmü reva görürken, nerdeydi bu duyarlılar?

Hikâyesi hiç bilinmeyen ya da Cemaatin müdahaleleriyle seslerinin çıkması engellenenlerin hayatları nasıl karartıldı, biliyor musunuz?

Sizin demokratlıktan ve özgürlükten anladığınız, bu değerleri sadece kendi durduğunuz yer üzerinden yorumlamak mıdır? Durun, dahası da var.

Cemaat sadece Ergenekon ve türevi operasyonlarla mı bazı insanların ocağına, gençliklerinin baharına incir ağacı dikti sanıyorsunuz?

Bu işler öyle kandırıldık demekle de sıyrılacak tipten değil. Madem iyi niyetlisiniz, o vakit Cemaat polislerinin yaptıkları ve yargıdaki ayağının verdiği kararların nice insanın hayatına nasıl mal olduğuna kulak vererek, gereğini yapın!

DERSİM’E SON ‘SEFER’ CEMAAT

Daha bir kaç yıl önce Dersim’de yaşananlar tam da bu açıdan ibretlik bir tablo sunuyor. Gülen Cemaati Dersim’de açtığı okullar, yurtlar, Tunceli Üniversitesi’ndeki etkinliği ve kadrolaşması başta olmak üzere, nüfusunun neredeyse % 90’nının Alevi olduğu bu şehirde ciddi bir egemenlik tesis etti. Burada emniyet ve yargıda alınan kararların tamamen Cemaatin direktifleri ile devreye sokulduğu artık herkesin malumu. Bunun yanı sıra Alevilik üzerinden Dersim insanının inancına ne tür müdahalelerde bulunduğu ve içerden satın aldığı birkaç “piyon” ile bu müdahaleleri meşrulaştırma girişimleri de hali hazırda halen konuşulmakta.

Buna rağmen devlet, 15 Temmuz’dan sonra Dersim’de Cemaat ile bu tür ilişkiler içerisinde olanlara yönelik ciddi herhangi bir müdahalede bulunmadığı gibi üniversitede sosyalist ve Cemaat karşıtı kimliğiyle bilinen Candan Badem’in de arasında bulunduğu hocalara yönelik akıl almaz gerekçelerle gözaltı ve görevden uzaklaştırma kararları aldı! Güler misin, ağlar mısın?

Bu da ister-istemez devletin, Dersim ve inancına yönelik halen Cemaat ile paralel düşündüğü şüphesini uyandırıyor. Zira Fetullah Gülen’in Dersim Alevileri için dile getirdiği şu sözler yoruma gerek kalmaksızın, gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor: “Fakat Türkiye’de ben Alevi demiyorum, onlar Alevi değildir. Anadolu’daki Aleviler, Yörükler, bizim Tahtacılar, onlar her zaman bizim kendileriyle anlaşacağımız insanlardır. Fakat esas, aslen Nuseyri olan, Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş, aslen Nuseyri olan Tunceli civarındaki Aleviler bu işin arkasında. Bunlar Türkiye’de gaileler açtığı zaman, devletinizle, ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız. Ve bunların dinleri yoktur. Nuseyri akidesi vardır.”

Hani derler ya “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” diye, işte asılardır bu seferlere maruz kalan Dersim, en son Cemaat’in devreye koyacağı bir “içten kuşatmaya” maruz kaldı.

CEMAAT’İN KÖTÜLÜK LABORATUVARI

Dersim için bunları düşünen Gülen ve cemaati gereğini de ziyadesiyle yaptı. İlk işi, kurumsallaşmasını tesis ettikten sonra kentte önüne gelen ve özellikle de Cemaati eleştiren bütün muhalifleri teker teker etkisizleştirmek oldu. Bu açıdan özellikle kendisiyle görüştüğüm Tunceli Baro Başkanı Özgür Ulaş Kaplan’ın kendi müvekkillerine yönelik gerçekleştirilenlere dair anlattıkları gerçekten de akıllara durgunluk verecek cinsten olup, Cemaat’in onca hayatı nasıl kararttığına ışık tutan deliller içeriyor.

Cemaat’in Dersim’de yürüttüğü çalışmaları kendi inançlarına müdahale ve art niyet olarak değerlendiren Dersim Kültür Derneği ve Demokratik Halklar Federasyonu ilk olarak 18 Aralık 2010 tarihinde “Yozlaşmaya Karşı Çık, Ortak Olma” söyleminden hareketle bir eylem gerçekleştirecektir. Aynı dernek bir gün sonrasında Gülen cemaati eliyle açılan okullara ve dershanelere halk tarafından kutsal sayılan isimler verilmesini de haklı olarak eleştirir. Baro başkanı Kaplan’ın ifadesiyle, bütün bu eylemlerden sonra “cemaat sahaya inecek ve 3 Ocak 2011 tarihli Aksiyon Dergisi’nde ‘mahalle baskısı’, ‘Tunceli birahanelerinde örgüt provası’ başlıklı yazılar yayınlayacaktır.”

Sonrasında 22 Ocak 2011 tarihinde, özelde Gülen Tarikatı’nın Dersim’deki okul ve yurt faaliyetlerine, genelde ise “Her Türlü Asimilasyona Hayır” temalı bir miting düzenlenecek ve bu mitinge de yaklaşık 10 bin kişi katılacaktır. Dersim Kültür Derneği ve bu derneğin bileşeni olduğu DEDEF de (Dersim Dernekleri Federasyonu) adı geçen mitinge katılarak Gülen Cemaati’nin Dersim’deki faaliyetlerinden duydukları rahatsızlıkları açıkça dile getirmiştir.

Cemaatin ilk icraatı, bu mitingde konuşan Dersim Eğitim-Sen İl Başkanı Mehmet Ali Aslan’ı Cemaat aleyhine yaptığı konuşmasından ötürü, yasadışı sol terör örgüt üyeliğinden hapse attırmak olur. Öğretmen Mehmet Ali Aslan o tarihten beri hükümlü olup, halen cezaevinde yatıyor.

Dersim’de avukatlık yapan Uğur Yeşiltepe 18 Mayıs 2011 tarihinde Bianet’te “Dersim’de ‘Üniversitesel’ Dönüşüm” başlıklı bir makale kaleme alarak Tunceli Üniversitesi’nin üniversite misyonu dışındaki haksız uygulamalarına parmak basacak ve devamında da, 5 Kasım 2011’de Dersim Kültür Derneği, Dersim Demokratik Haklar Derneği, Tunceli Üniversitesi Öğrenci Derneği bir bildiri yayınlayarak Tunceli Üniversitesi’ndeki bir takım uygulama ve yapılara dair eleştirilerini içeren bir basın açıklaması yapacaktır.

Uğur Yeşiltepe bütün bu süreç boyunca aynı zamanda söz konusu demokratik kitle örgütlerinde aktivist olarak gönüllü faaliyet yürüten ve sonrasında da tutuklanacak olan kişilerin avukatlığını da yürütmektedir ki, sonrasında bu avukatlığın bedeli de Cemaat tarafından kendisine “ağır ödettirilecektir.”

Nihayetinde de,  Demokratik Haklar Federasyonu aktivisti olan Murat Kur ve diğer dört DHF’li örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklanıp yargılanacak ve 12 ila 14 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılarak, bu cezaları Yargıtay tarafından onanacaktır.

Netice olarak da, yukarıda da belirtildiği gibi gerek adı geçen kişiler gerekse de bu kurumlarda çalışanlar hep aynı suçlama ile yargılanacak ve avukatlarının tabiri ile “cemaat açısından çizmeyi aşar noktaya” geldikleri için, her birinin hayatı “yasa dışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla karartılacaktır.

Buraya değin ifade ettiklerimizde Cemaat şüphesinin olduğu zaten aşikâr iken, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra meydana gelen gelişmeler bu iddiayı artık netleştirmiş bulunmakta. Öyle ki, ifade ettiğimiz olaylara dair fezleke hazırlayan polisler, bu fezlekeleri iddianameye çeviren savcılar, bu iddianameler üzerinden yargılama yapan hâkimler ve en nihayetinde de bu hâkimlerin verdiği kararı onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin başkanı “FETÖ/PDY Terör Örgütü” üyesi oldukları gerekçesiyle açığa alınıp, tutuklanacaktır.

Bu durum da gösteriyor ki, devlet içerisine yerleşmiş Cemaat mensubu bu kişiler, hiyerarşik bir silsile ile Dersim’de Cemaat’i eleştiren ve başta Aleviler olmak üzere bütün Solcu, Sosyalistlere yönelik acımasız bir operasyon içerisine girişmiş. Avukatlarının müvekkillerinin adil ve yeniden yargılanma taleplerine yönelik başvurularına rağmen mağdur edilenler halen cezaevlerinde haksız bir şekilde yatıyor ve buna dair devlet nezdinde de henüz bir girişimde bulunulmamış.

Acaba iktidar sadece kendi hikâyesi üzerinden meydana gelen “Cemaat mağduriyetine” mi, yoksa ne zamandan beridir dile getirdiği, Cemaat tarafından mağdur edilen bütün vatandaşlarının maruz kaldığı haksızlıklara mı odaklanıp, çözecek? En azından şimdilik önümüzde, yukarıda dile getirdiğim ve birçok insanın mağduriyetine neden olan örnekler var ve iktidarın samimiyetini de bunlar üzerinden test edip, görebileceğiz.

Yalçın ÇAKMAK

Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü / [email protected]