Bir gecenin geç bir saatinde gözlerime uyku girmez oldu. Sebep nedir bilmiyorum ama hayaller, hülyalar peş peşe sıralanınca ne uyku kalır ne de huzur. Düşünüyorum da eski yeni kıyaslaması yaptım.

İlmin, irfanın zirve yaptığı bu asırda ben birçok nedenle bugünkü durumu bundan üç, beş yüz sene öncenin gerisinde görüyorum. Diyeceksiniz bu da nereden çıktı? Evet, bu cahil kafamla, bu tahsilsiz tecrübemle bunun gerçekten böyle olduğunu düşünüyorum.  Ve gerçek de budur.

Kim hangi planı yaparsa yapsın, kim ne icat ederse etsin, eğer o hizmet insanoğlunu dilediği bir yaşam seviyesine getirmezse veya bütün tabiat varlıklarını israf ederse, Allah’ın beni ademe layık gördüğü her şeyi talan ederse, ne mutluluk olur ne saadet olur kimi yer kimi bakar, kimi ağlar, kimi güler, o zaman ne ağlayan mutlu olur ne de gülen.

Sözü uzatmadan yaşadığım, gördüklerim kadarıyla konuyu aydınlatmaya çalışayım. Ben, bu yaşımda yurdumun yüzde 80’ini gezdim, gördüm. Yalnız isim vererek yöremi anlatayım. Hemen hemen vatanımın her tarafı aynıdır. Bunları şöyle sıralayabilirim.

Yerleşim yerleri, tarım arazilerinin israfı, istihdam sahaları, yanlış sanayi mekanları ve bu sanayi mekanlarının sebep olduğu iç göçler ve insan yığılmaları, milli eğitimin getirdiği büyük ve çok kalabalık işsiz, güçsüz gençlik.  

Bütün aklı başında herkes, karış karış yöremizi gezsin. Bütün köylerin konut yerleri köye su temin eden çeşmelerin üst tarafında kurulmuş. Tek bir metre sulu tarım arazisi israf edilmemiş. Çünkü eskiden o dönemde geçimin ana kaynağı tarım idi. Arpa, buğday, bağ bahçe, her şey arazide ve en kıymetlisi de sulu arazide olduğu için bir santim tarım arazisi tarıma elverişli arazi heder edilmemiştir.

Misal eski Harput’a bakın, bir de bugünkü Elazığ’a. Eski Mardin’e bakın bir de bugünkü Mardin’e. Kırlar, bayırlar boş duruyor. O güzelim tarım arazileri gökdelenlerle dolduruldu.

İki fabrika ve iş sahaları. Bütün fabrikalar ve iş sahaları insanları belli bir bölgeye kaydırdı. Bütün halk oralara yığıldı, binlerce yıl bu milleti doyuran güzelim vatan toprağı bomboş kaldı. Giden gelmedi. Nüfus arttı. İşsizlik aldı başını yürüyor. Çünkü ne tarlada Rençber kaldı ne de dağda çoban. Herkes şehirlerin varoşlarına gitti. Hâlbuki ben 1956’da hudutta askerdim. Kaçakçılarla çok mücadele ettim. O tarihte bizden dışarıya en çok canlı mal kaçırılırdı. Dışarıdan ise kalem, çakmak gibi basit şeyler gelirdi. Durum öyle oldu ki artık ne eşeğe semerini vurmasını bilen bir erkek, ne de kolu koyun sağmasını bilen bir kadın kaldı. Hepsini hanımefendi beyefendi oldular ama babalarının evinde her gece üç beş kat misafir yatağı serilirken şimdi kimsenin kapısını bir Allah’ın kulu açmıyor.

Şu andaki yatırımlar da bir de eski yatırımlara bakıyorsun çok ileri gitmeye gerek yok. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de 3 tane şeker fabrikası yapıldı. Biri Alpullu, biri Uşak’ta biri Turhal’da. Ne güzel eşit olarak vatana dağılmış. Şimdi bütün fabrika ve iş sahaları belli bir bölgeye taşınmış, halk oralara yığılmış sanki bir diğer yüzeyi bu milletin vatanı değil. Gelin bakın Erzurum’un, Erzincan’ın Sivas’ın Maraş’ın Bingöl’ün köylerine. Bomboş ama İstanbul, Bursa, İzmit gibi yerlerde yağmur yağmasa içecek su dahi kafi gelmiyor. Niye bu fabrikaların hepsi o bölgeye yığılacağı yerde Kayseri’den Sivas’a Malatya’ya kadar, Erzurum’dan Van’a kadar, o devasa boş bırakılmış arazilere yapılsa ne olurdu? Gece gündüz televizyonlar bağırıyor. Çorlu’da, Didim’de, Kuşadası’nda arsaların reklamlarını yapıyorlar. Sanki oradaki toprak orada aldığı bir arsa ev ile senin karnın doyuyor. Herkesi oralara teşvik ediyorlar. Herkesi oralara yığdılar. Bu defa işsizlik, yolsuzluk aldı başını gitti.

Temiz, saf, dürüst insanların kanını emmek için hırsızlık, yolsuzluk, kapkaççılık çeteleri kuruldu. Kimse mal ve canından emin değil. Fakirlik ve yoksullukla aile hayatı kalmadı. Herkese perperişan.

Milli Eğitim kreşten başlar. Ta üniversiteyi bitirene kadar bireyler aile ortamından koptu. Komşuluk ortamından koptu. Tarım ortamından koptu. Çalışma ortamından koptu. Orman gibi gür değil de birer tek dikili ağaç oldular. Sevgi, saygı, kazanma aşkı hele hele icat etme emek vererek kazanma, sevgisi yok oldu. Herkes hazır bulup yemeye alıştırıldı. Hâlbuki bizim zamanımızda dahi beni yetiştiren öğretmenlerim okula gelirken yanlarında keserleri, testereleri, aşı bıçakları vardı. Ve onlara tarımsal destek verilirdi. Onlar da hem o ücra köy çocuklarını okutur hem de koyun nasıl sağılır, öküzün boynuna boyunduruk nasıl yerleştiriliri öğretirdi. Okul uygulama bahçelerinde her türlü fidan dikilir. Bunların ekimi, dikimi, bakımı öğretilir idi. Her köyde okul olduğu için o çocuklar o ekim, dikimde o inek koyundan kopmaz idi. İş bulma diye bir derdi yoktu. Çünkü herkesin işi evde kendisini bekliyordu. Atı, eşeği, katırı, koyunu, keçisi, bahçesi vardı. Orada çalışır, geliri az ama bereketi çok bir gelir bir kazanç olurdu. Bu sözüme gülenler olur. Az olan gelirin ne bereketi olur diye. Olur, kardeşim olur. Misal vereyim. Bizim köy yol üstü bir köydü. Giden gelir köyde kalır. Sabahtan şehre gider, gene dönüştü gelir köyde kalır. Sabahtan evine giderdi. Şimdiki gibi herkesin altında bir araba olmadığı gibi köylere yol da yoktu. İşte her akşam bilhassa kış aylarında her evde üç beş misafir olurdu. Bizim evde bir gecede 10-12 misafir gördüm. Bunlara yetecek yatak da yoktu. Fakat herkes rahattı. Gülerdi, eğlenirdi. Gönüller geniş, rahattı. Şimdi 10 bin lira maaş alan birinin evine 10 gün o misafirler gelsin evini yolunu şaşırır. Evde huzur kalmaz. İşte o az kazanç ve bereket çünkü ekmeği, bulguru, mercimeği, balı, peyniri, yağı, yumurtası hepsi evde çıkıyordu. Dışarıya bir kuruş para verilmiyordu. Şimdi herkes okuyor. Ama üretim üzerine değil. Tüketim üzerine okuyor. Herkes, hakim, savcı, vali, general olmak hayaliyle okuyor. Ve büyüyüp eline geçmeyince feryada başlıyor. İş yok. Evet, kardeşim, bu memlekette 81 milyon valiye ihtiyaç yok. 81 valiye ihtiyaç var. 81 milyon paşaya ihtiyaç yok. Lüzumu kadar ihtiyaç var. Hiç bağırıp çağırmaya gerek yok. İş yok diyorsun ama bugün iyi bir koyun çobanının aylığı 7-8 bin liradır. İyi bir kaynakçının aylığı 5-6 bin liradır. Gürcistan’dan Türkiye’ye çay toplamaya 20 bin kişi geliyor. Bir kilo nohut 10-12 lira. En kötü inek, 15-20 bin lira. İşte iş. Fakat yanlış politikalardan bu işlerin raconunu kaçırdı. Mesela bizim küçücük ilçemiz Pertek’te bir ara bir halı ipliği fabrikası çalıştı. En aşağı 100 aile orada işte çalışıyordu. İlçenin bütün bakkalı, manavı, fırını, şoförü, esnafı istifade ediyordu. Fabrikayı kapattılar. İşçileri dağıttılar. İlçe büyük bir gelirden mahrum kaldığı gibi Batı’ya göçler başladı. Şimdi oradaki yığılmaların hali işte gözler önünde. Bir virüs en çok oraları perişan ediyor. Allah göstermesin ağır bir depremde oraların hali ne olacak diye bu cahil kafamda düşünüyorum. Düşündükçe böyle geceleri uykum kaçıyor. Memleketim, milletim, halkım için uyuyamıyorum. Zenginler için değil fakirler için uyuyamıyorum. Çünkü o fabrikayı oralara zenginler yaptı. Eğer İç Anadolu’da, Karadeniz’de, Doğu Anadolu’da o işyerleri açılsa idi halk oralara yığılıp perişan olmazdı. Allah Yardımcınız olsun.

Şıh Delili Berğecan Evlatlarından Seyit Hüseyin Erdoğan