Dersim’e olan sevgimiz, deyim yerindeyse çok zaman önceydi. Aslında zaman diye bir şey yokken bizim sevgimiz vardı. Bir elimiz yarındayken, bir elimiz ile düne tutunuyorduk. Oysa yarının telaşı ve dünün muğlaklığı ile bu gün dediğimiz zamanda, o güzelim umutlarımız isteklerimizin tutsaklığına takıldı maalesef.

 

         Değişiyoruz... Anlaşılıyor ki, bindiğimiz tren hiç bir yere gitmiyor. Dünden kalan atalarımızın mirasını hoyratça harcarken, telkin edilen bütün şeylerin sığınağından öteye gidemedik. Değiştik, başkalaştık ve umutlarımız iş göremez oldu. Dert, gurbet, ayrılık, yalnızlık, telaş, zulüm, arayış bizi isyankar bir evlat gibi olumsuzluklar eksenine oturttu. Taklit etmekten ve başkalarına benzemekten her türlü kültürel-inançsal sermayemizi kediye yüklemek üzereyiz.

 

         Ana sütü gibi temiz, Munzur kadar berrak olan umutlarımız, hüzünlü bir ıslık gibi bizi kandıran zamanlarda kayarak kaybolurken, bizler tekrarlanan hayatların artığı gibi geriye dönüşen bir sürecin ufkundayız. Anlatılan hiç bir masalda, yazılan hiç bir şiirde, oynanan hiç bir oyunda, gösterilen reflekslerde, şakalarda, ağlamalarda yoksam eğer, başka bir hayatın peşinde geçmişimi unutuyorum demektir. Artık o coğrafyada çığlıkları tarihe saplanmış bir hançer, sen ise; gezinen bir göçebe gibisin demektir. Geçmiş hatıraları öpecek ne dudak, ne de öpülen elleri koyabilecek bir alnımız yok demek yerinde olur.

 

         Kendimize yabancılaşarak yüreğimizdeki bütün renkleri solduruyoruz. Griye dönüşen bir sürecin konuklarıyız artık. Çok zaman öncesine dayanan sevgimiz, sadece puslu bir yalnızlık ve gidilmeyen bir dağın gökle öpüştüğü yerdir artık. Sadece Munzur’un güzelliklerine sığınarak ve yeşilliklerin kokusunu kovalamakla meşgulken veya o özlemi yüreğimize sardıkça, uykularımıza hasretler saldırıp yurt edinmeleri, yüreğimizle beraber zamanlardan da önceki bu sevgimizi kirletmiyor mu? Evet, hüzünlerle yalpalayan bir hayatın peşinde anılarımızı unutuyoruz sanırım.

 

         Hayatlarımızın istikametsiz oluşu, değerlerimizin içinin boşaltılmasına alet olma eğilimimiz, maalesef bizi hedefsiz bırakmıştır. Hafızasız- ütopyasız ve üretimsiz bırakıldıkça, geçmişinden beslenemeyen ve gelecek kaygısı duymayan bir kalabalık olmaktan öteye gidilemeyeceğini görmek gerekir. Bu kaygıya sahip bireylerin geçmişle gelecek arasındaki köprüleri yıktırmamaları, aydınların omuzlarına yüklenmiş bir yük ve zorunluluktur.

 

         Zaman bu coğrafyada demlenen hüzünlerin toplamı olmamalıdır. Her seferinden yaramıza tuz getirenlerin, umutlarımızı çalmaya çalışanların cüreti gerçekleri saklamaya yetmemelidir. Buna aydınların izin vermemesi gerekir. Çünkü aydın tarihin mezarlıklarını ayağa kaldıran insandır.

 

         Bana göre Dersimli güneşi sırtında, anıları yüreğinde taşıyandır. Nerede devşirildiği belli olmayan, kültürümüzün ve inancımızın haini olan, yüreğini rengârenk bir çiçek bahçesine çevirmeyenlerin bu kültürü sahiplenmesinin gülünç olacağını, toplumun dokusuyla oynamak olduğunun farkında olması, Dersim’in adı kadar gerçek olduğunu bilmeleri umuduyla...

 

       

Hüseyin KAYA