Başbakan Davutoğlu’nun, Kürt sorunu ekseninde yaşanan sorunlara ilişkin olarak “sorunun çözümünde kimse bize 90’lı yıllardaki uygulamalardan ve OHAL dönemlerine geri dönüleceğinden bahsetmesin, Türkiye eski Türkiye değil, O günler artık geride kaldı, Kürt kardeşlerimizi kucaklayacağız. Milli birlik ve kardeşlik temelinde mevcut sorunlarımızı çözeceğiz” türünden açıklamalar yaptığını sık sık duymuşsunuzdur.  Ancak bugün bazı yerleşim yerlerinde yüzbinlerce insanın evlerine kapatılarak maruz kaldıkları uygulamalar ve bölgede yaşanan diğer hak ihlallerinin, 90 yılları aratmadığını hatta o dönem dahi başvurulmayan yöntemler olduğu aşikârdır.

Bilindiği üzere son günlerde özelikle Şırnak’ın Cizre, Silopi ile Mardin'in Nusaybin, Dargeçit ve Diyarbakır’ın Sur ilçesi başta olmak üzere bölgede birçok yerleşim yerinde, günlerdir sokağa çıkma yasakları uygulanmaktadır. Şu an söz konusu ilçelere yönelik, binlerce asker, polis ve özel eğitimli birliklerin katılımı ile operasyonlar başlatılmıştır. Operasyonlar kapsamında evlere doğru tanklarla doğrudan ateş edilmekte, ağır silahlar kullanılmaktadır. Siviller ölmekte ve evler tahrip edilmektedir. 3 aylık bebekten 80 yaşındaki yaşlıya birçok insan hayatını kaybetmiştir. Operasyonlar öncesi resmi makamlardan gönderilen SMS mesajları ile bu ilçelerde görev yapan öğretmenlerin ilçeden ayrılmaları ve memleketlerine gitmeleri istenmişti. Öğretmenlerin zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınmış,  önemsenmeyen ve insan yerine konulmayan yerli halk ise, sokağa çıkma yasağı ilan edilerek evlerine kapatılmıştır. Bu kapsamda Şırnak Baro Başkanı Nuşirevan Elçi’de 15 gündür Cizre ilçesinde evinde mahsur kalmıştır. Sokağa çıkma yasağının devam ettiği yerleşim yerlerinde bugün 500 bine yakın insan yaşamakta, daha doğrusu hayatta kalmaya çalışmaktadır.  

Bölgede son yaşanan çatışmalar ve uygulamalar nedeni ile on binlerce insan göç etmeye başlamıştır. Türkiye İnsan Hakları Vakfının (TİHV), 12 Aralık 2015 tarihinde sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili yayınladığı raporu göre: 16 Ağustos - 11 Aralık arasında yedi kentteki 17 ilçede, 52 kez süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş, sokağa çıkma yasaklarından, şimdiye kadar 1 milyon 299 bin 61 kişi etkilenmiştir. Ağustos ayından itibaren Diyarbakır'ın sekiz ilçesinde 31 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, Mardin'de 3 ilçede 9 kez; Şırnak'ta 2 ilçede 5 kez; Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde toplam 4, Muş'un Varto; Batman'ın Sason; Elazığ'ın Arıcak ilçelerinde ise 1'er kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bu uygulamalara maruz kalan insanların sayısı bugün itibari daha da artmaya devam etmektedir.

İdari kararlar ile alınan sokağa çıkma yasaklarının, hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Türkiye'deki mevcut hukuk düzeninde, sokağa çıkma yasağı yetkisi iki durumda öngörülmüştür: Olağanüstü hal ilanından sonra olağanüstü hal idaresine ve sıkıyönetimden sonra sıkıyönetim komutanına bu yetkiler tanınmıştır.

1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, sıkıyönetim komutanının yetkilerini düzenleyen madde şu şekildedir: Madde 3/l.   “Sokağa çıkmayı kayıtlamak ve yasaklamak ve gerektiğinde sivil savunma tedbirlerinin tümünü veya bir kısmını aldırmak;” 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun a ve b bentleri de şöyledir: “a) Sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak, b) Belli yerlerde veya belli saatlerde kişilerin dolaşmalarını ve toplanmalarını, araçların seyirlerini yasaklamak,”

Son sokağa çıkma yasaklarına hukuki dayanak olarak kullanılan 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi ise şu şekildedir: “C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında 66. madde hükmü uygulanır.” Madde 66 ise “ İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32. maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır ” şeklindedir.

Bu yasağa uymayınca ne oluyor? Madde 11/C uyarınca, madde 66 uygulanır. Madde 66’ya göre de, Kabahatler Kanunu Madde 32 uygulanır. KK Madde 32 ise 100 lira para cezası uygulanır. Demektedir. Emre aykırı davranış Madde 32 - (1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Görüleceği üzere, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun ilgili maddelerinde sokağa çıkma yasakları açık bir şekilde düzenlenmektedir.  Şu an itibari ile yasal olarak ilan edilen bir OHAL ve Sıkıyönetim kararı bulunmamasına rağmen, bu kanunlarda öngörülen tedbirler, yorumlama ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa dayanılarak uygulanmaktadır. Bu kanunda bir halkı zorla eve kapatmaya yönelik bir düzenleme bulunmamaktadır. Yorum ile bu tedbirlere başvurulması kanunilik, ölçülülük ve uluslararası kriterlere aykırılık teşkil etmektedir.

Bölgede sokağa çıkma yasakları ile insanların, ulusal ve uluslararası hukuk kuralları ile güvence altına alınan en başta yaşam hakkı olmak üzere, eğitim, sağlık, seyahat, mülkiyet, özgürlük ve güvenlik gibi birçok temel hakkı ihlal edilmektedir. Uygulamalar AİHS, AİHM İçtihatları ve Türkiye’nin onayladığı birçok uluslararası sözleşmeye aykırıdır. Mevcut uygulamalardan dolayı önümüzdeki süreçte Türkiye hakkında AİHM’de mahkûmiyet kararları verilmesi muhtemeldir.

Sokağa çıkma yasağına uymamanın yaptırımı, yukarıda belirttiğim yasal hükümlerde de görüleceği üzere, Kabahatler Kanununa göre 100 TL para cezası ile istisnai bazı durumlarda yine adli para cezasına çevrilebilen bir adli yargılama öngörülmüştür. Yani sokağa çıkma yasağını, batıda bir vatandaş ihlal eder ise para cezası ile bu sorunu atlatabilmektedir.   

Ancak bölgede bu yasağa aykırı hareket edenlere, güvenlik mensupları tarafından doğrudan ateş edilmekte ve öldürülmektedirler. Ayrıca doğrudan evlere ateş edilmektedir. Birçok insan evinde hayatını kaybetmiştir. Bu kapsamda binlerce insanın yaşam hakkı tehdit altındadır. En temel yiyecek ihtiyaçlarını gideremeyen insanlar, karşılaştıkları sağlık problemleri karşısında, hastanelere ulaşamamaktadır. Çok ciddi sağlık problemleri yaşayan yaşlı ve hasta insanlar bulunmaktadır. Elektrikler kesilmekte ve haberleşme kısıtlanmaktadır. Ayrıca okullar kapatılmış, öğretmenler bizzat devletin isteği ile bölgeyi terk etmişlerdir. Çocuklar eğitim hakkından mahrum edilmişlerdir. Yaşanan şiddet ortamında binlerce çocuğun maruz kaldığı durum, hayatları boyunca atlatamayacakları travmalara ve psikolojik sorunlara yol açacaktır. Bu koşullarda büyüyen çocukların, yarın devlete karşı olumlu bir bakış açısı taşımayacağı aşikârdır. Bölgenin birçok siyasetçisi ve aydını devlete, sorunun diyalogla çözümüne katkı sunmaya hazır olduklarını, bu fırsatın kaçırılması halinde gelecek nesiller ile diyalog kurmanın çok zor olacağını dile getirmişlerdir. Diyalog için son umutlar tüketilmeden, çözüm ve müzakere sürecine bir an önce geri dönülmeli, somut adımlar ile barış süreci tekrardan başlatılmalıdır. Mevcut gidişatın ve uygulamaların, kamplaşma, ayrışma, düşmanlık ve kin yarattığı ve bu durumun da çok tehlikeli süreçler doğurabileceği öngörülmesine rağmen, siyasi hesaplar, çıkarlar ve siyasi rant uğruna milliyetçi politikalara başvurulmaya devam edilmektedir.

Bugün Başbakan sokağa çıkma yasaklarının genişleyebileceğini dile getirmektedir. Yasakların artırılması yerine özgürlükler genişletilmelidir. Birkaç yıl süren barış ve çatışmasızlık ortamının kalıcı hale dönüştürülmesinin yöntemleri aranmalıdır. Yok etme zihniyeti ile dünyada hiçbir devlet benzer sorunların çözümünde başarıya ulaşamamıştır.  Bu kapsamda bölge halkını kolektif bir şekilde cezalandırma yöntemlerinden vazgeçilmelidir. Mevcut sorunların şiddet ve güvenlik tedbirleri ile çözülemeyeceğini, 30 yıllık süreç ve hayatını kaybeden 40 bin insan göstermiştir. Şiddet ortamına neden olan gerekçeler ortadan kaldırılmalı, çatışmalı süreç yerine barışın egemen kılınması, tüm Türkiye halklarının çıkarına olacaktır.