Koşun ey yüreği yaralı serçeler!

                             Koşun mavisine göçebe kaldığınız göğe…

      

 

        Bekleyişler sızar pencerelere

        Zaman kıvrılırken hasretin kollarına;

        Ay ışığı son kez akar geceye

        Analar evlat rengine bezenirken

 

        Nisan yağmurlarında incinmek değildi bu yara; değildi

        Şimdi fısıldasın bu yaranın tanığı gök!

        İnsana benziyordu cellât suretleri,

        Namlu eksenlerinin arkasından

        Kan sıçrattılar duvarlara

        Sonra tarihin yapraklarından

        Analar çıkıp geldi;

        Zaman yine de çığlık sessizliğine düştü…

       

        Acı ölüm sessizliğinde

        Uygarlığın unutulan yüzüne bulaşır;

        Çocuklar unutulmuş bir zamanda

        Mavisine göçebe kalır göğün

 

        Ağaçların yaprak dökümü değildi bu yara; değildi

        Şimdi fısıldasın bu yaranın tanığı uygarlık!

        İnsana çalıyordu cellât suretleri,

        Karanlık bakışların yamacından

        Uçurum ektiler yüreklere

        Sonra Havva’nın eskiyen yüzünden

        Analar çıkıp geldi; 

        Zaman yine de Güneşin göğsüne acıyı düşürdü…

       

        Şimdi zafer bizim sanmasın cellâtlar!

        Yine ve yeniden demesini unutmadı Güneşin çocukları;

        Bakın umutla göğün mavisine koşuyorlar…

 

       Hıdır Işık