SAKLI KALMIŞ HİKAYELER

Aslında yazacağım yazım bu değildi. Ama güncel bazı olaylardan sonra yazmayı düşündüğümü yazıdan vazgeçip, köşede bucakta kalmış ve benim de bizzat tanığı olduğum, yaşadığım birkaç hikayeyi yazmaya karar verdim.

Bu hikayelerle aynı zamanda birçok kişinin kafasında soru işareti olarak kalan bazı olaylara ışık tutmayı, bazı hikayelerle de yaşanmış olup, çok kişi tarafından bilinmeyen bazı öyküleri dostlarımla paylaşmayı düşündüm.

KARADAYI’LAR

Geçtiğimiz günlerde vefan eden Genelkurmay Eski Başkanı İsmail Hakkı KARADAYI’nın Dersim kökenli olduğunu birkaç kişi sanal ortamda yazınca çok kişi tepki göstererek bunun yanlış olduğunu dile getirmiş ve tepki göstermişlerdi.

Bu konuda yaşadığım bir anımı kısaca anlatarak bu olaya en doğru yanıt vermiş olalım.

Yaklaşık onbeş yıl önce olacak, belki bir yıl eksiği veya bir yıl fazlası da olabilir. Neyse bu önemli değil. Ankara’dan İstanbul’a gitmiştim.

Tarihçi Yazar sevgili dostum Ali KAYA ile birlikte Avukat İsmet Kemal KARADAYI’nın, Kadıköy’deki Hukukçular sitesi lokalinde misafir olmuştuk. Merhum Avukat İsmet Kemal KARADAYI, bizi çok güzel ağırladı. Lokal bahçesinde yedik, içtik. Uzun ve güzel bir sohbetimiz oldu. Sohbetimizde İsmail Hakkı KARADAYI’yı da konuşmuştuk. Amcası oğlu olduğunu yani yakın akrabası olduklarını, Dersim-Pülümür kökenli olduklarını, Osmanlı döneminde sürgünlerde Çankırı’ya ailelerinin göç ettirildiğini falan çok net bir şekilde ayrıntılı bir şekilde bize anlatmıştı.

Çok kişi sanıyor ki Dersim sürgünleri sadece 1938’de olmuş. Hayır, 38’deki sürgün ne ilk, ne de sondur. Osmanlılar zamanında da çok sürgünler olmuştur. Yine sürgünlerin haricinde normal koşullarda, değişik nedenlerden ötürü değişik yörelere göç eden birçok insanımız da olmuştur.

Kısaca ve özetle; İsmail Hakkı Karadayı, Dersim kökenlidir. Hatta Dersim’de İklim Gazetesi’nde bir yazımda demiştim ki, “Şu feleğin işine bak; 1938’de Dersim katliamının olduğu bir süreçte Genel Kurmay Başkanlığı yapmış Mareşal Fevzi Çakmak’ın koltuğuna bir Dersimli oturmuş.

KEL BEKİR (BEKİR ŞENLİ)

Bekir Amca, yani namı diğer ismiyle Kel Bekir, benim çok eski bir dostumdur. Rahmetliyle ilk tanışmamız 1970 yılında olmuştu. Ben o tarihte Nazımiye İlçesi’nde bir yıllık ziraatçı olarak görev yapıyordum. O da Tunceli merkezde Munzur Gazetesi’ni çıkartıyordu. Hatta o gazeteye birkaç bulmaca hazırlayıp göndermiştim. O da yayınlamıştı. Çok güzel ve ılımlı, sevecen bir insandı.

Aradan çok uzun yıllar sonra, yaklaşık 13-14 yıl önce, İstanbul Erenköy’deki Nazımiyeliler Derneği’nde buluştuk. O buluşmamızda, dernek yönetim kurulu üyeleri ve diğer dostlarımın çok katkısı olmuştu.

Bekir Amca çok yaşlanmış olmasına rağmen hala yüzü pırıl pırıldı. Sevecenliği, hoşgörüsü ve güler yüzüyle çok tatlı bir sohbet yapmıştık.

O sohbette, Süleyman Demirel ile yaşadığı bir öyküyü hatırlattım. Çok güldü ve öyküyü doğruladı. Öykü şöyle:

Merhum Süleyman Demirel’in Başbakanlık döneminde, AK Tunceli Heyeti Başbakanlıkta, Başbakanı ziyarete giderler. İlk başta il başkanı konuşur, daha sonra da sıra ilçe başkanlarına gelir. Bekir Şenli o tarihte, Nazımiye AP (Adalet Partisi) ilçe başkanlığı görevini yürütmektedir. Sıra Bekir Şenli’ye gelir. Bekir Şenli kendisini tanıtmadan, heyecanlı bir şekilde;

-Sayın Başbakanım, bizim bu Nazımiye’nin hali ne olacak? diyerek konuşmaya başlar. 

O tarihlerde bir iki magazin gazetesinde Rahmetli Demirel’in Rahmetli Eşi Nazmiye Hanım hakkında çok çirkin ve ahlaksız bazı iddialar yazılıp, çizilmektedir.

Süleyman Demirel çok bozulur. Kızgın bir ifadeyle Bekir Şenli’ye hitaben:

-Ne olmuş Nazmiye’ye, neyi var? Der. Salonda buz gibi bir hava eser. Durumu anlayan il başkanı, Bekir Şenli’den önce lafa girerek;

-Sayın Başbakanım Bekir Bey, bizim Nazımiye İlçe Başkanımızdır diye açıklama yapınca Süleyman Demirel rahatlar ve yüzündeki kızgınlık gider. Tebessüm ederek Kel Bekir’e söz hakkı verir.

-Peki, anlat bakalım başkan. Nazımiye’nin neyi var?

Kel Bekir:

-Efendim yoku yok, elektriği yok. Doğru dürüst suyu yok diyerek sorunları anlatır.

Daha sonraki yıllarda AP Tunceli İl Başkanı olan Bekir Şenli, Süleyman Demirel ile çok samimi dost olur. Bekir Şenli o sohbetimizde bunu da açıkladı.

  • Beni yılda bir iki kez telefonla arayıp halimi, sağlığımı sorar. Son göz ameliyat paramı da o gönderdi dedi.

Bekir Şenli, geçtiğimiz aylarda İstanbul’da öldü. Korona virüsü nedeniyle cenazesine gidemedim. Bu yazımda o güzel insanı bir kez daha rahmetle, saygıyla anmış olayım.

TÜRKAN SAYLAN

18 Mayıs 2009 yılında Hakk’a yürüyen efsane kadın Türkan Saylan’ın ölüm yıldönümünde hak ettiği şekilde görkemli bir şekilde anıldı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucusu ve Genel Başkanı, Doktor, Eğitimci, Toplumcu, Aktivist bu güzel insanı anlatmaya gerek yok. Gerçekleştirdiği, yetiştirdiği eserleri, çalışmaları yazmaya kalksak, sayfalara sığmaz.

Ben, bu güzel insanın aynı zamanda Dersimlilerin gelini olduğunu söylesem, biliyorum çok kişi şaşırır.

Evet, Prof. Dr. Türkan Saylan’ın ikinci eşi yakinen tanıdığımız Heykeltıraş Çevdet Bilgin’dir. Pertek İlçesi’ndendir. Nüfusta Cevdet olsa da bizler ona Cevat Abi derdik. Cevdet Bilgin Pertek Camiikebir Mahallesi’nden, Türkiye’nin en önde gelen heykeltıraşlarından birisidir.

Cevdet Bilgin, heykeltıraşlıktaki ününün yanı sıra siyasi ağırlığı olan da entel bir insandı. TKP’nin önde gelenleri arasında olduğunu 1987 yılında İstanbul Ortaköy’de evini (Avukat Oğuz Dilek, Öğretmen Rahmetli Mehmet Genç ile birlikte ziyaret etmiştik.)

Ziyaretimizde bize anlatmıştı. Türkan Saylan’la evlilikleri sürmüyordu. Tek başınaydı. Biz de neden ayrıldıklarını sormadık. Bize hep Pertek’le ilgili sorular sormuştu. Çok birikimli ve çağdaş bir insandı. Bu vesileyle bu iki güzel insanı da rahmetli, saygıyla anmış olduk.

MEHDİ METİN

Metin Öztürk, kendisini Mehdi ilan etmiş bir arkadaşımızdı. Ortaokulda bizden bir sınıf öndeydi. Çok zeki bir insandı. Çok zeki olması ona çok pahalıya mal olmuştu. İlk başlarda ufak tefek psikolojik rahatsızlığı hal ve hareketlerinden belli oluyordu. Daha sonraları bu rahatsızlığı daha da ilerlemiş ve tabiri caizse delilik mertebesine kadar ulaşmıştı. Psikolojik rahatsızlığının ilerlemesinde iki bedensel engelli çocuğunun olmasının da etken olduğunu düşünüyorum.

Metin, pardon Mehdi Elazığ’da oturmasına rağmen çok günlerini Pertek’te geçirirdi. Şorğu Mahallesi’ndeki akrabalarında kendini misafir ederdi. Kimse de şikayetçi olmazdı. Ailesi Pertek’in belli başlı ailelerindendi.

O nedenle misafir olmasında sıkıntı çekmezdi. Kimseye bir zararı falan kesinlikle olmazdı. Tek zaafı korkunç sigara içmesiydi. O kadar sigaraya düşkündü ki kendisine özel bir ağızlık yaptırmıştı. Ağızlığı iki bölmeliydi. Her bölmeye iki sigara birden yerleştirip, ikisini aynı anda yakar, dumanlarını tek bir bölmede birleştirip içerdi. Ağzından dumanı geri çıkartırken, sanki küçük bir bacadan çıkmış gibi, her tarafı duman kaplardı.

Bu açıklamalardan sonra esas anlatacağım öyküye gelmiş olayım.

12 Eylül 1980 faşist askeri darbenin olduğu günlerdi. Darbenin üzerinden daha bir ay falan geçmişti. Herkeste korku ve tedirginliğin had safhada olduğu korkunç günlerdi.

Hiç unutmam, hepimizin evleri didik didik arandığı, sudan bahanelerle tutuklandığı karanlık bir süreci yaşıyorduk.

İşte bu günlerden birinde, Pertek’te parkta otururken, beş, altı polis o kadar jandarma aniden parkı abluka altına aldılar. Biz dedik yine hangimizi götürecekler diye telaş ve tedirginlik içinde ayağa kalktık.

Gelen polislerin amiri, parkı çalıştırana yüksek sesle:

-Metin Öztürk kim?

Az ileride keyifli keyifli sigarasını içen Metin, ismini duyunca ayağa kalkıp:

-Benim ben. Mehdi Metin’se benim.

Polislerden çoğunu tanıdığımız için, hayırdır ne oldu diye sorduk. Birisi bize sonra anlatırım dedi. Bizler de bu adamın psikolojik rahatsızlığı olduğunu siz de biliyorsunuz diye durumu anlatmaya çalıştık.

Metin, yarım saat sonra ağzında yine ağızlığıyla parka geri geldi. Hepimiz şaşırmıştık. Şaşkınlığımız kısa sürdü. Tanıdık polislerden birisi de parka gelmişti. Daha biz sormadan kendisi anlatmaya başladı.

-Bu adam yani Metin Kenan Evren’e telgraf çekiyor. Telgrafında diyor ki sen kimsin ki darbe yapıyorsun ZINDIK. Mehdi Metin dururken darbe yapmak sana mı kalmış gibi çok ağır bir bildirimde bulunmuş.

Hepimiz gülmeye başlamıştık. Mehdi Metin aradan bir iki yıl sonra da kartvizit bastırıyor (Bu kartvizit bende duruyor) kartviziti aynı şöyle; “Metin Öztürk, Din ve Ahiret İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı)

Mehdi Metin, sekiz on yıl önce öldü. Şu anda darbe yapılacak gevezeliklerinin çokça yapıldığı, yazılıp çizildiği bu günlerde Mehdi Metin’i de rahmetle anmış olalım.

ERGÜDER ÖNER

Emekli Tarım Uzmanı

Dersim’de İklim Gazetesi Sahibi