Gelirler Genel Müdürü Aykon Doğan’ın, “Hazırlan Ankara’ya gidiyoruz” demesiyle, Ankara günleri başladı ama 8 ay hiçbir görevi olmadı.

“Bir gün Aykon Bey, bir konuşma metni hazırlamamı istedi. Çok beğendi. Sonra hayatımın önemli kısmı bakanlara ve genel müdüre konuşma metni hazırlamakla geçti” diyor Kemal Bey. Gelirler Genel Müdürlüğü’ne “Güneş batmayan imparatorluk” deniyordu.

HESAP uzmanlığı sınavını kazandığını öğrendiği an Ulus’tan Kızılay’a kadar koştu. Sınava birlikte hazırlandıkları arkadaşları Milli Kütüphane’deydi. Sevincini onlarla paylaşmak istiyordu. Zor bir sınavdı bu. Bütün fakültelerin son sınıf kitaplarını okuyarak, günlerce geceli gündüzlü çalışarak hazırlanmış, emeğinin karşılığını almıştı. Hayatının yol ayrımında olduğunun farkındaydı. Hesap uzmanlığının bir kariyer mesleği olduğunu biliyordu: “Koşa koşa Milli Kütüphane’ye geldim, arkadaşlarıma haber verdim hesap uzmanlığını kazandığımı. Onlar kucakladılar beni. Beraber çalıştığımız arkadaşlardan Turgut Atalay, Maliye müfettişliğini, Mehmet Topçu bankalar yeminli murakıplığını, Abdurrahim Tanrıkulu gelirler kontrolörlüğünü kazandı. Yani herkes bir yeri kazandı.”

Üstadın yediği yenir

İlk atandığı yer İstanbul’du. Karaköy’deki binaya giderken kravat takmayı akıl edememişti, üstelik hafif sakallıydı. Üstat diye adlandırdığı bir meslek büyüğü, onu karşısına oturttu. “Kemal bey, öğleden sonra bir mükellefe gideceğiz. Bir kravat takar ve sakalınızı keserseniz iyi olur” dedi. Sınava girerken favorisini ve sarkık solcu bıyıklarını düzelttirmiş olan Kemal, o gün görünümüne bir kez daha çekidüzen verdi. Karaköy Altgeçidi’ne indi, orada tıraş oldu ve bir kravat satın alıp öyle döndü. O ilk gün taktığı kravatla hesap uzmanlığı boyunca bütünleşecek, kravat bir parçası olacaktı: “Sonra epeyce kravatım oldu. Antalya’da o sıcakta bile kravat takardık. Sadece hafta sonları kravatsız dolaşırdım. Hesap uzmanlığı, çok tutarlı, sağlıklı yapmaya koşullandırır insanı. Üstatlara saygı temel kuraldır. Üstatlarla ilişki, askeri bir hiyerarşi gibidir. Örneğin Antalya turnesi sırasında lokantaya giderdik, üstat ne yemek yerse biz de aynı yemeği yerdik. Üstat kabak tatlısı ısmarladı, ben hiç kabak tatlısını sevmezdim. Yedim elbette ama yediğim en güzel kabak tatlısıydı. Ondan sonra sevdim kabak tatlısını. Böyle bir yapısı var bu mesleğin.”

8 bin franklık dil eğitimi

Devlet tarafından dil eğitimi için Fransa’ya gönderilmesi, tam bir tatildi onun için. Poitiers Üniversitesi’nde geçen o bir yıl içinde sakal bile uzattı. 8 bin frank aylık aldığı için hayatının ekonomik açıdan en rahat dönemini geçirdi. Hem para biriktirdi, hem de arkadaşlarıyla Fransa, Hollanda, Almanya, İngiltere dolaştı durdu. Döndüğü yıl bir akşam, Hesap Uzmanları Kurulu Başkan Yardımcısı Niyazi Adalı, Kemal Bey’in evine geldi. “Öğrenciliğinde hiç gözaltına alınma, tutuklanma falan oldu mu?” diye sordu. Kemal, “Yok olmadı” dedi, “Hayrola niye soruyorsun” diye de ekledi. Adalı, “Gelirler Genel Müdürü Aykon Doğan, ‘Bana cevval bir hesap uzmanı bulun’ dedi, aklımıza sen geldin” cevabını verdi. O görüşmeden sonra Kemal’e Ankara yolunu açan takvim işlemeye başladı:

“Aykon Bey’e söylemişler, o da ‘Nereli bu arkadaş?’ demiş. Tuncelili deyince, ‘Nereden buldunuz Tunceliliyi? Ben askerlere Tuncelili desem gözleri gider gelir’ demiş. Arkadaşlar, ‘Bize çalışkan, tuttuğunu koparan bir hesap uzmanı bulun dediniz biz de bulduk’ demişler. Aykon Bey, İstanbul’a geldiğinde beni çağırdı, görüştük. ‘Hazırlan Ankara’ya gidiyoruz’ dedi. Ben ‘Efendim ben evliyim, en azından eve haber vereyim’ dedim. ‘O zaman yarın sabah gel’ deyip kapattı konuşmayı. Müthiş bir kar-kış vardı. Ertesi gün cumartesiydi, trene bindim, Ankara’ya geldim. Gittim odasına, ‘Ha geldin mi Kemal. Git dinlen pazartesi gelirsin.’ Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bari bıraksaydınız hafta sonu orada kalsaydık diyemedim. Ankara’ya gelişim böyle oldu. 8 ay hiçbir görevim olmadı. Bir gün Aykon Bey, bir konuşma metni hazırlamamı istedi. Çok beğendi. Sonra hayatımın önemli kısmı bakanlara ve genel müdüre konuşma metni hazırlamakla geçti.”

Gelirler Genel Müdürlüğü’ne “Güneş batmayan imparatorluk” deniyordu. Günün 24 saati çalışan bir mekanizma vardı orada. Kemal Bey de önce daire başkanı, sonra da genel müdür yardımcısı olarak geceli gündüzlü çalıştı. Katma Değer Vergisi uygulaması başlarken sistemi oturtmak için ter döken ekipteydi.

Sigarayı neden bıraktı

Maliye’den Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’ne geçiş önemli bir değişimdi onun için. Dönemin SHP’li bakanı Mehmet Moğultay’ın teklifine, üstatlarına sorduktan sonra olumlu yanıt verdi. Zaten Bağ-Kur’da çok kalmadı, bir yıl kadar sonra SSK Genel Müdürlüğü’ne atandı. Adıyla bütünleşecek olan bu görevde gelen bakanlarla sürekli çatıştı. Buna rağmen en uzun süre genel müdürlük yapan kişi oldu. En sert kavgayı Refahyol hükümeti döneminde yaşadı:

“Rahmetli Necati Çelik’in gönderdiği ilk görevden alma kararnamesini dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel iade etti. Belki de Türkiye’de ilktir. Bakan basın toplantısı düzenleyerek beni suçladı. Demirel’e, ikinci kararname gittiğinde imzalandı ve ben Müsteşar Yardımcılığı’na atandım. Görevden alındığım gün sigarayı bırakmaya karar verdim. Güçlü olmam lazımdı, yargıya başvuracaktım. Ondan sonra da hiç sigara içmedim, bıraktım. Bana öyle bir katkısı oldu o olayın. Bazen günde 1 paket içerdim, bazen 3-4 tane. Evde sigara içmezdim. Göreve iade davasını kazandım. Savcılığa intikal eden hakkımdaki dosyalarla ilgili de savcılık takipsizlik kararı verdi.

Akit’in logosu benim

Bu sırada aleyhimde yayın yapan gazetelere tazminat davaları açtım. Akit Gazetesi’nden aldığım tazminatlarla Atatürk rozeti yaptırıp bakanlıktaki arkadaşlarıma dağıttım. Sonra paralarımın bir kısmını alamadım. Çünkü kaçıyorlardı. Onun üzerine Akit’in logosu üzerine tedbir koydurdum Patent Enstitüsü’nden. Şu anda Akit’in logosu bana ait. Mahkemede tedbir kararı var.” 1999’a kadar devam etti SSK Genel Müdürlüğü. Kendi isteğiyle emekli olurken niyeti siyasete girmekti.

‘Devrim’in üstünde

- Kılıçdaroğlu, bir tatil gününde arkadaşlarıyla birlikte. 12 Eylül öncesi olduğu için duvarda “Devrimci...” yazısı dikkat çekiyor. Kılıçdaroğlu, bugüne kadar tatillerinin çoğunu Maliye Bakanlığı’nın Ayavalık, Antalya ve Marmaris’teki kamplarında geçirmiş. Beş yıldızlı tatil köylerine ise ancak konferanslar, toplantılar nedeniyle gidebilmiş.

Mazlumgil’in bahçe

- Bu fotoğrafın arkasına Kılıçdaroğlu, “26 Mayıs 1967. Cuma günü Mazlumgil’in bahçesinde arkadaşım Cemal Çağlı ile çektiğim bir fotoğraf. İkimiz de Ticaret Lisesi son sınıftayız. Kemal Kılıçdaroğlu.” Bu yazının hemen altına da arkadaşı, “Kerdeşim Kemal. Beni hatırladıkça bu fotoğrafa bakın. Böylece beraberce geçen günlerimizi hatırlarsın... Cemal Çavlı” diye not düşmüş. Kılıçdaroğlu’nun elinde saz olmasına bakmayın, o saz çalmayı hiç öğrenememiş ve hep saz çalan ağabeyine gıptayla bakmış.

Fabrikatör Admon Bey’i en çok etkileyen olay

- Askeri dönemde hesap uzmanlığının düzeni aynen sürdü. Sık sık farklı illere incelemelere gidiyorlardı. Kemal Bey’i en çok etkileyen 1980 veya 81’de İskenderun’da bir filtre fabrikasında yaptığı incelemeydi: “Çok ciddi bir ihbar vardı. Çift defterler kullanıldığı söyleniyordu. Mahkemeden karar alıp, aramalı inceleme yaptık. 4 ay sonra o tarihte yazılmış en büyük vergi kaçakçılığı raporunu yazdım. Aradan yıllar geçti, SSK Genel Müdürü olarak İskenderun’a gittiğimde başhekimler, sigorta müdürleri karşıladı. Baktım o şirketin sahibi Admon Azrak da orada. “Admon Bey” dedim, “Herhalde yazdığım raporun rakamı az geldi, onun için mi buradasın?” “Hayır” dedi, “Buraya gelmemin nedeni, bana karşı hiç adaletsizlik yapmadınız. Her odaya girişimde ayağa kalktınız, buyur otur dediniz. Bu olay meslek hayatımda beni en çok etkileyen olaylardan biridir.”

Dersim, feodal düzenin getirdiği olayların dramı

- Bİzİm evde anlatılmazdı ama işte çevreden, arkadaşlardan, amcalarımdan dinlerdik o acı olayları. Yanlış hatırlamıyorsam babamın halası yaşamını yitiriyor, onun dışında bizim aileden hayatını kaybeden yok. Bu konuyu araştırma gereği duydum. Lise yıllarından başlayarak yerel tarih konusunda ciddi bir merakım vardı. Tarih Vakfı’nın, dokümanlarını, kaynaklarını toplamaya çalıştım. Canlı kişilerle konuştum. Tarihçi Cemal Kutay ile görüştüm. O dönemde Başbakan olan Celal Bayar’ın konuyu çok iyi bildiğini söyledi. Ben randevu alacağım, gelirsiniz beraber gideriz dedi. Cemal Kutay randevu alınca beni çağırdı, gittim. 1986’ydı sanırım. Kutay’a güzel de bir badem ezmesi almıştım. Dedi ki, “Celal Bayar hasta, görüşme şansımız olmayacak.” Ben de içimden kızdım. “Herhalde beni atlattı” dedim. Otobüsle Ankara’ya dönerken yolda haberleri açtı şoför. Celal Bayar’ın hastaneye kaldırıldığını söyledi. Sonra Celal Bayar taburcu olmadan vefat etti ve o görüşme hiç olmadı. O görüşme olsaydı belki çok şey öğrenecektim.

İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmemi sağlayan bir yeminli mali müşavir arkadaşımdı. Onun ricası üzerine randevuyu Cavit Çağlar aldı.

Çağlayangil’in Yalova’daki evinde buluştuk. Bir arkadaşın radyo teybiyle gitmiştim. O konuştu, banda aldım. O döneme ait güzel bilgiler verdi. O yaşta müthiş bir hafızası vardı. Ben o bütün bilgileri, bendeki dokümanları araştırma yapan güvendiğim bir arkadaşıma devrettim, artık onlar yazarsa yazarlar diye.

Orantısız güç kullanıldı

Şimdi kanaatim şu: Orada feodal düzenin bozulmasını istemeyen gruplar var. Ama çok ciddi bir orantısız güç kullanılan bir hareket var. O hareket içinde kadınların da, yaşlıların da, çocukların da öldürüldüğü bir olaydı. Son derece dramatik bir olay. Bu, Dersim tarihinin bir parçası. Mustafa Kemal, Dersimliler isyan etmesin diye özel bir yasa da çıkarmış. Askere gitmeyecekler, vergi vermeyecekler diye ama o feodal düzenin getirdiği olaylar üst üste gelince böyle dramatik bir sonuç ortaya çıkmış.

Emir: Git Çapa Tıp’ın muhasebesine el koy

- İstanbul Grup Başkanı Cemal Türkoğlu, bir gün yanına çağırdı. “Kemal, Selimiye’den bir hesap uzmanı istemişler, sabah oraya uğra, bak bakalım nedir?” dedi. Hayatımda ilk kez Selimiye Kışlası’na gidiyordum. Bir sürü yoklamalardan geçtik, komutanın çağırdığı odaya gittim. Hareketli bir tartışma vardı, tek sivil bendim. Konuşmalardan bir yere gidip baskın düzenleyeceğimiz belliydi ama kimse bir şey söylemedi.

Sonra işte binildi askeri araçlara. Çapa Tıp Fakültesi’ne gittik. Onun önünde indik arabalardan, başhekimin odasına gidildi. Herkese talimatlar yağdıran komutanın gözü bir ara bana takıldı. ‘Sen niye bekliyorsun? Git muhasebeye el koy’ dedi. Gittim muhasebe müdürünün odasında oturdum. Bana hastanenin geliri-gideriyle ilgili bir tablo çıkarmasını istedim. Yarım sayfalık bir rapor hazırladım, kışlaya götürdüm. “Bu rapor kısa” dedi. Ne kadar olması lazım? 1.5 sayfalık olsun dedi. Gittim ek bilgiler alıp raporu uzattım. Götürüp verdiğimde, “evet işte rapor dediğin böyle olur” dedi. Okumadan ama. Ondan sonra çok yere gittik. Hep beni istediler. O raporları ne yaptıklarını da bilmiyorum.

En acı günüm

Hayatımın en acı günü ilk oğlumuz Devrim Fırat’ı kaybettiğimiz gündü. Ben askerdeyken eşim babamların yanına Ağrı’nın Patnos İlçesi’ne gitti, orada doğum yaptı. Oğlumuzu İstanbul’da sarılıktan kaybettiğimizde daha bir yaşını doldurmamıştı. Askerlik dört aylık kısa dönemdi. İlk 15 gün geç gittik zaten. İzmir Bornova’daki kışlada üniformaları giyince yanımızdaki arkadaşımızı bile tanıyamadık. Uçaksavar topçusuyduk. Bir otelde dolap kiralamıştık. Hafta sonları gider orada sivil kıyafetlerimizi giyer, İzmir’i gezerdik. Bir hafta sonu Foça’ya, bir başka hafta sonu Karşıyaka’ya giderdik. Bir anlamda yaz tatilini orada geçirdik.

Haber: Hürriyet