“En kritik seçimlere” giriyoruz demek bu ülkede artık âdet hâline geldi. Malum, necip halkımız uzatmaları öyle çok oynamayı sevmediğinden, siyasetin girdisi çıktısı da buna göre şekilleniyor. Bir nevi bilinçli bir tercihle karşı karşıyayız. Doğrusu, ‘sağ olsun’ devletimiz yedisinden yetmişine kadar tüm vatandaşlarının DNA’sıyla oynadığı için, pek de sağlıklı değerlendirmeler beklemiyorum. Bu nedenle eğer devlet bir gün gerçekten de özür dilemeye razı olursa, bunu en çok da züğürt tesellisi bir oyuncağı eline vererek hoşnut kıldığı Türk halkından dilemeli. Yanlış anlaşılmasın sakın, kastım, Anayasa’nın 66. maddesine ‘sözde’ bağlı kılınan ‘Türkler’e değil, bizzat ‘özden’ bağlı olanlaradır. Öyle ya, bir akademisyenimizin de dediği gibi “bildiğiniz gibi bir asal sayı olan” Türkiye’nin ha bölündü ha bölünecek korkusunun yükünü, en çok da bu özde vatandaşlarımız çekti. Sözün kısası, üç yanı denizlerle, dört yanı da düşmanlarla çevrili bu memleketin içeride ekili olan ‘nifak tohumlarıyla’ uğraşmak için az mücadele etmediler.

Ta ki, AKP ile birlikte her türlü kutsalın hammadde değeriyle alenen piyasaya sürülmesine değin. Zira reisin en son çare olarak, elinde Kur’an ile sahnelere arz-ı endam etmesi tamamen bunun resmi. Demek ki Marx’ın, ‘katı olan her şeyin buharlaştığı, kutsal olan her şeyin de dünyevileştiği’ sözünü Türkiye’ye uyarlamak da, birçok ilke imza atan, sözü geçen ama adı geçmeyen bu şahsa nasipmiş! Bu arada Kur’an’ın, Ayhan Bilgen’in çok iyi benzetmesiyle ifade edersek; Sıffin Savaşı’nda Muaviye’den sonra ilk kez bir hile için başkası tarafından alenen araçsallaştırılmasına da tanık oluyoruz. Peki, nasıl oluyor da bu denli fütursuzca davranılabiliniyor?

ŞİRKİN ORTAKLARI

Zannımca buna verilebilecek en makul cevap, halkın korkularına hükmetmesiyle alakalı. Başlangıçta, iktidarı hâlinde bu korkulara neden olan gerekçeleri ortadan kaldıracağını; şimdiyse yokluğu durumunda, korkulara neden olanların tekrardan geri döneceğini telkin ediyor. Ama iş sadece bununla kalsa iyi. En az onun kadar bugün onun can-ı gönülden holiganlığına soyunanlar da geçen bu süre zarfında işlenen onca suça ortak oldu. Hani şu evinde zor zaptedilen, orasının burasının kılı olmaya teşne ve huzurunda el pençe divan durmaya gönüllü ‘kulluk ordusu’.

Hiç kusura bakmayın ama ben böyle bir halka ve kararına saygı duyma hususunda kendimi sorumlu hissetmiyorum. Kararsa şayet, dünyanın en bilindik diktatörlerinin de vakti zamanında halkın onayını alarak nice vahşiliklere giriştiklerini ve neden oldukları sonuçları hatırlatırım. O hâlde, yaşanan bunca kepazeliğin faturasını sadece birine çıkararak, halk güzellemesi yapacak kadar safdil olmadığımızı hatırlatırım! Eğer onlar bugün yapılanları İslam ve dindarlık adına halen sahipleniyorsa, bilsinler ki, dünya ahiret omuzlarına yük olacak kul hakkının günahı ve vebali başlarından hiç eksik olmayacak!

ALGIDA ‘MALLIĞIN’ SIĞINAĞI: ‘AMA, FAKAT, DE, DA…’

Hâlihazırda bu organize suç şebekesine karşı en etkili muhalefeti yürüten Selahattin Demirtaş’a yönelik dile getirilenler apayrı bir pespayelik. Adam onca güzel şeyden bahsederek yaşanılası bir ülke için ilkeler etrafında birleşmeyi önerirken, bu içi kararmışlar “iyi güzel de söyledikleri ama en sonunda bana da güvenmeyin diyor” lafını akıl kârı bir zekâyla yorumlayıp, hâlihazırdaki bu alternatifi etkisizleştirme arayışında. Bir de, dört başı mamur çanak yalayıcısı reel siyasetçilerimizin Demirtaş’ın beyanlarıyla ilgili olarak “söylediklerinin gerçekte bir karşılığı yok ve de olamaz” yönlü kahredici akıl yormaları yok mu?

Yazının başında da dile getirdiğim gibi, devletin, düşünme yetilerine müdahale ederek “önce vatan ve din, sonrası Allah kerim” diyerek insanlıktan izole ettiği halka bundan fazlası bir kere haram görülmüştür. Ne de olsa, baba olan devletin kucağında oturan sevimsiz devlet büyükleri halk yerine düşünür ve ne lazımsa şayet, buna da onlar karar verirler. Onların dirlik ve düzenini bozacak her türlü şey, ya ebedi düşmanların oyunu, ya da gerçeklikle alakası olmayan bir ‘deli saçması’ olarak başından yaftalanmıştır. Çünkü akıl bir tek onlara bahşedildi. Kadim devletleri bugüne kadar ayakta durmuşsa eğer onların meziyetlerinin yüzü suyu hürmetinedir. Hâsıl-ı kelam, bir sirke çevirdikleri demokrasi adına tebaanın vicdan ve aklı ancak onlardan sorulur. Aksini savunanlara biçilmiş bir deli gömleği her zaman yedeklerinde olmuştur. Ama hatırlatmakta fayda var: Terzinin biçtiği artık bedene uymayacak kadar ufak kaldı ve kral çıplak demeye, merhametliler tüm delilikleri göze alarak yola koyuldu!