YALÇIN ÇAKMAK
 Türkiye’de yayıncılık sektörü bilhassa son dönemlerde ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bunlardan biri de Dersim tarihinden başlayarak Alevi ve Bektaşi tarihine uzanan çeşitli konularda birçok eseri okurla buluşturan Kalan Yayınları. 1999 yılında Ankara'da kurulan yayınevi yayın hayatına şimdilerde Dersim'de devam ediyor. Yayınevinin sahibi Mesut Özcan 2000 yılından itibaren, üç ayda bir düzenli olarak yayınlanan etnografya dergisi Munzur'u da çıkarıyor.
İyi bir arşive sahip olan Özcan, Tunceli Belediyesi ile gerçekleştirdikleri protokol ile bugünlerde şehre bir de Vecihi Timuroğlu'nun adını taşıyan bir kütüphane kazandırdı. Özcan ile yayın hayatı ve halihazırdaki çalışmaları üzerine konuştuk.

'ALEVİLİK KONUSUNDA DERSİMLİ ARAŞTIRMACILARIN YAYINLARINI BASMAYI ÖNCELİKLİ GÖREV SAYDIM'
Uzun süredir Dersim tarihine dair ciddi araştırmalar yapıyorsunuz. Bunlar arasında bilhassa sahadan derleyip kayıt altına aldığınız çok önemli kayıtlar var. Biraz bu serüvenden, daha doğrusu Kalan Yayınları ve Munzur dergisinin serüveninden bahsedebilir misiniz?

Evet, 30 yılı aşkın bir süredir Dersim tarihine dair alan çalışmaları, derlemeler yapıyorum. Bugün, söyleşiler yaptığımız insanların neredeyse tümü yaşamıyor artık. Yaptığım bu çalışmaları kitaplaştırdım. Fakat o zamanlar, henüz Kalan Yayınları’nı kurmadığım için kitaplarımın bir bölümü başka yayınevlerinden çıktı. İlk kitabım 1992 yılında çıktı. Bugüne kadar, ortak çalışmalar da dahil 16–17 yayımlanmış kitabım var. Önsözünü Yaşar Kemal’in yazdığı iki ciltlik 'Öyküleriyle Dersim Ağıtları', yine önsözünü Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaleme aldığı 'Dersim ve Madımak Söyleşileri' ve 'Darbe Yıllarında Dersim', 'Bir Amerikan İşbirlikçisinin Faaliyetleri', 'Dersim Aşk Türküleri' bunlardan bazıları….

Kalan Yayınları'nı 1999 yılı Ağustos ayında kurarken amacım şuydu: Hiçbir ticari kaygı olmaksızın, yani bir kitabı basarsam yayınevinden, satar mı satmaz mı kaygısı taşımadan, “gelen dosya, içerdiği bilgiler itibariyle değerli mi, değil mi? Topluma bir katkısı olacak mı, olmayacak mı? Bu alanda çalışan insanlara bir kaynak oluşturacak mı, oluşturmayacak mı?” buna baktım. Eserin sahibi isim yapmış mı yapmamış mı? Buna bakmadım. Hala da bakmıyorum.


Bir de özellikle Dersim konusunda, Alevilik konusunda Dersimli araştırmacıların, derleyicilerin yayınlarını ve yine özellikle de akademik çalışma yapan arkadaşlarımızın kitaplarını basmayı öncelikli görev saydım kendime. Akademik çalışma derken, örneğin bir son sınıf öğrencisinin tezini gönül rahatlığıyla bastım. Bir doktora öğrencisinin çalışmasını yayımladım. Hatta bu çalışmanın daha da zenginleşmesi için, arşivimden bilgiler ve belgeler de verdim. Hala paylaşıyorum da… Şunun için görev saydım: Bizim hakkımızda başkaları değil, biz yazalım. Alevilik konusunda, neden Alevi araştırmacıların, Aleviliği bilen genç arkadaşlarımızın kitaplarını yayımlamayalım? Neden biz Aleviliği, örneğin ilahiyatçılardan öğrenelim, onların yazdıklarına itibar edelim?

Kendi tarihimizle, kendi inancımızla ilgili kendi akademisyenlerimizin, kendi araştırmacılarımızın yazdıklarına, alandan derlediklerine değer verdim, veriyorum da. Kendi tarihçimizi, kendi sosyoloğumuzu, kendi etnoloğumuzu neden yetiştirmeyelim, neden üniversitelerin bu alanlarından mezun olan arkadaşlarımızın, gençlerimizin elinden tutup da onları yazın dünyasının içerisine sokmayalım da zaten en başından beri yanlı davranan, “bizden” olmayan ve bizi yazan, “bize” karşı olan insanların yazdıklarını, ürettiklerini kitaplaştıralım? Neden bizi bilen, dilimizi, inancımızı bilen arkadaşlarımıza alan açmayalım da bizi bilmeyen, dahası bizi istediği gibi yorumlayan insanlara alan açalım? Zira Alevi dernekleri yıllar önce şöyle bir hata yaptılar: Bütün panellerine, etkinliklerine ilahiyatçıları çağırdılar ve onlar Aleviliği anlattı, bizimkiler dinledi… Çoğu Alevi örgütü yöneticisi de Aleviliği bilmediği için, baş salladılar anlatılanlara. Hatta bu kişilerin masraflarını karşılayarak yurt dışına bile götürdüler.

Bu, ilahiyatçıların arayıp da bulamadıkları bir şeydi. Sonra bunlar döndüler, iktidarın Alevilik politikasını belirleyen kişiler olarak yer aldılar. Aslında bir nevi, Alevilerin kendi içlerine aldıkları misyonerlerdi bunlar! Bugün, herhangi Alevi kurumunun yetiştirdiği, emeğinin geçtiği bir araştırmacımız, tarihçimiz var mı?

'MUNZUR, TÜRKİYE'DE EN UZUN ÖMÜRLÜ YEREL DERGİLERDEN BİRİ'
Halihazırda hala çıkardığınız Munzur dergisinden bahsedersek biraz...

Derginin ilk sayısını 2000 yılının Ocak ayında çıkarmaya başladık ve aradan 21 yıl geçmesine rağmen Munzur Dergisi yayınına devam ediyor. Dergi, bir etnografya dergisi ve sanıyorum ülkemizde en uzun ömürlü yerel dergilerden biri, belki de ilkidir.
Munzur Dergisini, üç arkadaşla 1997’te çıkarmayı planladık ancak ilk sayısını yine bu üç arkadaşımla birlikte 2000 yılının ocak ayında çıkardık ve hala bu üç arkadaşımla birlikte derginin yayınını sürdürüyoruz ve dergimizde de Kalan Yayınları’nda izlediğimiz yöntemi izliyoruz.
Bir etnografya dergisi olmasına karşın, bütün bu kütüphanelerin ve arşivlerin Dersim’e taşınmasında Munzur Dergisinin de katkısı var, Kalan Yayınları'nın bahsettiğim çizgisinin de katkısı var. Tabii ki bir de güven. Güven olmazsa, insanlar bana güvenmezse neden kütüphanelerini, arşivlerini; babasından, dedesinden, annesinden kalan her şeyi bana versinler ki? İşte bu 30 yıllık geçmişimle, geçmişimizle bu güveni herkese verdiğimizi düşünüyorum.
Tabii başlangıçta odağında Dersim olsa da hem yayıneviniz hem de derginizin Kızılbaş-Alevi ve Bektaşi inanç, tarihine dair de ciddi anlamda katkıları oldu ve oluyor. Bu anlamda kendinizi etnik ve inançsal olarak sınırlandırmak gibi bir çerçeveniz oldu mu?

Her yayınevinin bir yayın politikası vardır. Bizim de var tabii. Daha çok Dersim ile ilgili kitaplar yayımladığımız için yayınevimiz böyle biliniyor çoğunlukla. Alevilik ile ilgili kitaplar yayımlıyoruz ancak edebiyat ile ilgili kitaplar da yayımlıyoruz. Edebiyat ile yayımladığımız kitaplar sadece Dersim ile ilgili ya da Alevilikle ilgili değil. Örneğin geçtiğimiz yıl iki ünlü romancımız ve öykücümüz Mehmet Seyda ile Demir Özlü’nün 1970 sonu ile 1980’lerin ortalarına kadar karşılıklı olarak birbirlerine yazdıkları mektupları yayımladık. Ama yukarıda da söylediğim gibi yayınevimiz daha çok Dersim ve Alevilik ve Bektaşilik alanlarında yayımladığı kitaplarla biliniyor.
Bir önceki soruda “oldu mu?” dedim, zira son dönemlerde farklı alanlarda da katkılarınız söz konusu. Mesela öncesinde sizin de belirttiğiniz gibi özel arşivlerin gönüllü olarak tarafınıza bağışlanması ve sizin de duyurularınız sayesinde gün yüzüne çıkmayan birçok şeyi öğreniyoruz. Bunlar arasında Cemal Süreya, Ahmed Arif, Nazım Hikmet gibi kamuoyunun yakından tanıdığı isimlere ait özel belgeler de söz konusu. Ve çoğundan da kamuoyu sayenizde haberdar oluyor. Bunlardan biraz bahseder misiniz?
Evet, çok ciddi bir kütüphane ve arşivimiz var. Bunu, bize bağışlanan özel kütüphanelerden ve arşivlerden oluşturduk. Bugüne değin bazı aydınlarımızın, yazarlarımızın, bilim insanlarımızın eşleri ve çocukları bize kütüphaneler ve arşivler bağışladılar. Vecihi Timuroğlu, Prof. Dr. Cevat Geray, eski milletvekillerimizden Ali Nejat Ölçen, ülkemizin çok değerli mimarlarından Hasan Sökmen, yine çok değerli felsefeci ve yazarlarımızdan Doç. Dr. Abidin Emre, şair Ergin Günçe, Ali Rıza Erenler, Karerli Mehmed Efendi ve Melûli Baba gibi…
Fakat bir de bize elindeki belgeleri, mektupları, fotoğrafları bağışlayanlar oldu: Eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen, yazar Dinçer Günday, yazar Ahmet Köklügiller, yazar Zeki Büyüktanır, yazar-şair Hasibe Ayten… Hepsi de ülkemizin çok değerli sanatçıları, bilim insanları… Hepsi de, inancı uğruna, doğru bildikleri uğruna, edebiyat adına, sanat adına bedel ödemiş insanlar.
Kütüphanemizde yaklaşık 30 bine yakın kitap ve 2 bin mektup ve belge vardır. Tabii aynı zamanda çok sayıda fotoğraf da… Bunların arasında Cemal Süreya’nın, Ahmed Arif’in, Enver Gökçe’nin, Hasan İzettin Dinamo’nun, Adnan Yücel’in, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Ceyhun Atuf Kansu’nun, Bülent Ecevit’in, Dr. Şıvan’ın (Sait Kırmızıtoprak), Yılmaz Güney’in öykülerini düzelttiği taslak ve daha birçok kişiye ait mektup ve not var. Bir de örneğin, 1950’li yılların sonlarına doğru yazılmış, Demokrat Parti’nin 1950’li yıllarda Tunceli’de izlemesi gereken politikaları anlatan, Dersimli bir DP’linin genel merkezlerine gönderdiği mektup da var…
Tabii daha ilginç belgelerimiz de var. Mesela 1969 ODTÜ işgali sırasında gözaltına alınan ve ODTÜ’deki işinden atılan (ki o dönem ODTÜ’de öğretim üyesidir) şair Ergün Günçe’nin yargılandığı bu dava dosyası bugün bizim kütüphanemizde yer alıyor. Hakeza, 1980 öncesi ve sonrası yaşanılan tartışmalara ilişkin belgeler, bildiriler de… Devam edersek, 12 Eylül sonrası, Dersim’e vali olarak atanan Kenan Güven’in Dersim’den toplayıp Türkiye’nin çeşitli illerinde Kuran kurslarına gönderdiği çocuklara dair belgeler, fotoğraflar, ses kayıtlarını ilk biz yayımladık. Yine 1915 yılındaki Osmanlı-Rus Harbi’nde, Erzurum’da Ruslara esir düşen teğmenin günlüğü, anı defterleri, Rusya’da esirken bir Rus kadın tarafından kendisine hediye edilen keman ve yine 1916’da ailesine yazdığı mektuplar var.
Tabii bağışlanan birçok tablo da var. Değerli ressamımız Tülin Kaynak dışında, iş insanı ve sanatçı dostu olarak da bilinen Ahmet Şahin’in bağışladığı çok sayıda tablo var ve bu tablolar farklı ülkelerdeki ressamlara ait. Bunlar da kütüphanemize ait sergi salonumuzda sergilenecek. Yani ülkemiz için çok değerli bir kütüphane ve arşiv var elimizde. Bunu Dersim Belediyesi ile birlikte Dersim’de oluşturup herkese açık hale getiriyoruz.


En son Nâzım Hikmet’in kendi sesiyle Fransızca okuduğu şiirlerinin plağına eriştiniz… Mahsuru yoksa plağa erişim hikayenizden de bahseder misiniz?
Tabii ki… Bu plak, bize kütüphanesi bağışlanan Doç. Dr. Abidin Emre’nin arşivinden çıktı. Dersim Belediyesi'nin Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi ve Sergi Salonu’nda “Abidin Emre Arşivi’nde sergilenecek bu plak ve diğer bazı belgeler de.
Plağın kaydı 1959 yılında yapılmış. Türkiye kamuoyu plaktan, Fransız Ulusal Kitaplığı Arşivi’nde bulunmasıyla birlikte haberdar oluyor. Şimdi bu plağın orijinali bizim kütüphanemizdeki sergide yer alacak.
Nâzım Hikmet, plakta 13 şiirini Fransızca seslendiriyor. Burada ilginç olan “Kerem Gibi” şiirini iki kere okumasıdır. Plakta, “Kerem Gibi” şiirinin birinde “Türkiye versiyonu” notu var.
Tekrar çalışmalarınıza dönersek… Türkiye’de birçok yayınevi, yayın hayatları boyunca ciddi sıkıntılar yaşıyor. Üstelik çok ciddi işlere de imza atarak. Bu anlamda Kalan Yayınları’nın da başarılı çalışmalara imza attığı muhakkak. Acaba tüm bu süre zarfında beklediğiniz gibi bir teveccühle karşılaştığınızı düşünüyor musunuz?
Daha önce de ifade ettiğim gibi Kalan Yayınları’nı kurarken sadece para kazanalım, para kazandıracak kitaplar basalım niyetinde olmadık, hâlâ da değiliz. Önemli olan değerli kitaplar basmak ve yine önemli olan yeni genç insanlarımızın yazmalarını, üretmelerini sağlamaktır.
Bugün birçok arkadaşımız ve bilim insanımız çok değerli çalışmaları olduğu halde isim yapamadıkları için maalesef kitaplarını yayımlatamıyorlar. Çünkü yayınevleri, isim yapmış kişilerin eserlerini basmayı tercih ediyor. Eserinin içeriği bazen çok önemli olmuyor bu yayınevleri için. Kitap satar mı, ona bakıyorlar… Oysa isim yapmasalar da çalışmaları çok değerli olan insanlar bunlar. İşte biz bu arkadaşlarımızın eserlerini yayınlıyoruz. Basım maliyeti almıyoruz, hatta kimine telif bile veriyoruz. Teşvik etmek için, daha da iyi şeyleri ortaya çıkarabilmesi için, onu heyecanlandırmak için. Çünkü heyecan biterse, her şey biter…
Bunun için birilerinin bizi övmesi de gerekmiyor. Çünkü yapılması gereken budur ve bir kişi yapılması gerekeni yapıyorsa, bu övgüye değer de görülmemelidir! Maalesef ülkemizde işler öylesine karmaşık ki, işte aslında yapılması gerekeni yaptığınız için övgü bekliyorsunuz. İnsan olmanın sorumluluğu güzel şeyler yapmaktır, güzel şeyleri yapanları desteklemektir, paylaşmaktır. Biz de bunu yapıyoruz.
'VECİHİ TİMUROĞLU KÜTÜPHANESİ TÜRKİYE'NİN EN ÖNEMLİ ARŞİVİ KONUMUNA GELECEK'
Halihazırda Tunceli Belediyesi ile iş birliğiniz sonucu şehre yeni bir kütüphaneyi kazandırmış bulunmaktasınız. Okuma ve incelemenin kendi dışında bir amacı olmasa da, bu proje ile yakın ve uzun vadede neyi öngörüyorsunuz?
Şuna inanıyorum ki Tunceli Belediyesi ile birlikte oluşturduğumuz ve bugüne kadar bize bağışlanan kütüphanelerin, belgelerin, mektupların yer aldığı Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi daha da büyüyecektir. Ve öyle inanıyorum ki içeriği itibariyle de ülkemizin en önemli kütüphanesi ve arşivi konumuna gelecek.


Koşullarımız elverirse bu kütüphaneyi sadece Dersim’de bulunanlara değil, Türkiye’ye, Dünya’ya açacağız. Tümünü kendi içerisinde tasnif ederek, Dünya’nın neresinde olursa olsun bu kütüphanedeki, arşivdeki bilgiye, belgeye ulaşmasını sağlayacağız. Bunu yapabilirsem, insanlığa karşı sorumluluğumu yerine getirmiş sayacağım kendimi.
Bu vesile ile son soru olarak, kamuoyuna bir çağrınız var mıdır?
Evet… Öncelikle bize bağışlanacak kütüphaneleri, arşivleri, mektupları, fotoğrafları almaya hazırız. Ve elbette ki tümünü alıp buraya taşıyarak, bize bağışlayanın adıyla korumaya almak şartıyla.