Seyyid Sevıx’ın gözyaşları bembeyaz sakallarından aşağı süzülürken, etrafına toplanan taliplerine Pir İmam Hüseyin’in Kerbela da ki acısını buğulu sesi ile şöyle anlatıyordu: “ Taliplerim, ciğeramın bugün Pir İmam Hüseyin’in günüdür. Bu gün Ana Fatma’nın ciğer yarasının günüdür. Bugün Zülfikar’ın sır olduğu gündür. Bugün yer göğün yassıdır. Bugün Cebrail’in ve cümle meleklerin ah deyip ağlayıp da arşı inlettiği gündür. Ciğerim, hele bak şu dünyaya ki Pir Hüseyin’in feryadı ile yanar döner. O an evde bulunan herkes ağlamaya başladı. Seyyid Sevıx, taliplerine hep ciğeramın yani ciğerim diye seslenirdi. Bu feryatlar ve ağlayışlar içinde Seyyid Sevıx, Konuşmasına devam ederdi: ciğerim, bir gün Hz. Muhammet ile Hz. Ali,  Safa dağına doğru yürürken ( Bu dağ Kabe’nin doğusunda, Mescid-i Haramın yanında yer alan tepenin adıdır.) bakarlar ki bir ağlama sesi gelir. Ama öyle içten ve derin bir ağlama ki. Şah-ı Merdan ve Muhammet Mustafa sesin geldiği yöne doğru giderler. Bakarlar ki bir beyaz kuş hem ağlar hem de feryat eder. Şah-ı Merdan Süleyman’ın sırrına vakıftı yani hayvanların dilinden de anlardı. Kuşun yanına giden Şah-ı Merdan kuşa sorar. Ey kuş, sen kimsin adın nedir? Kuş seslenir: Ey yiğit benim adım Düra dır. Ben kırk bin yıldır ki bu topraklarda hem ağlar hem öterim. Şah-ı Merdan kuşa sorar ey kuş niye ağlarsın. Kuş cevap verir ey yiğit: Ben Şah-ı Merdan’ın oğlu, Fatımat’ül Zehra’nın ciğeri iki cihanın ser veri Muhammet Mustafa’nın göz bebeği olan Pir imam Hüseyin’in acısına ağlarım. Şah-ı Merdan sorar ey kuş, Ne olacak ki Hüseyin’e. Ey yiğit Pir İmam Hüseyin’in Kerbela da yezit zalimi tarafından acımasızca ve suya hasret şehit edilecek. Ondandır ki ben su içmem Ah Hüseyin derim onun aşkı ile gözümden dökülen su ile beslenir onun acısını aleme duyururum. Şah-ı Merdan, ey kuş,  ben Şah-ı meradan Aliyim. Bu da Muhammet Mustafa dır. O anda kuş bir çığlık atar ve alem bu sesle sallanır. Kuş o anda öyle bir kanat çırpar ki tozu dumana katar ve Şah-ı Merdana der ki: “ Ey Şah-ı Merdan hattaki kıyamet kopar ve Hz. Hüseyin’in davası için ulu divan kurulur o zaman kadar Hüseyin’in acısıyla uçarım der ve kuş kaybolur.” Seyyid Sevıx ardında taliplerine döner: “ Ciğeram bir kuş,  kuş iken Pir Hüseyin’e ağlayıp onun acısını tutarken. Biz nasıl yanmayalım. Bir kuş kadar olamayacak mıyız?”

Evet, benim Kerbela ile Pir İmam Hüseyin ile tanışmam Seyyid Sevıx’ın, On İki İmamlar orucunda ( Biz de pek Muharrem orucu denmezdi. Rozé  Des u Dı imamun yani on iki imamların günü derlerdi.)  bizlere anlattığı bu sohbetle tanıdım. Günümüzde Muharrem orucu ve Kerbela ile ilgili birçok kaynak bulunmakta. Belki de hiç biri bana benim ilk tanışmama sebep olan Seyyid Sevıx’ın muhabbetindeki sıcaklığı ve sadeliği veremedi. Ama tarihin gerçekliğinin ortaya çıkmasında ki zenginleşen bilgiler, bizi Kerbela’nın toprağıyla mayalanıp bir Anka Kuşu misali küllerimizden yeniden kendimizi var etmemize vesile oldu. Peki, ne idi bu tarihi gerçekler? Ne idi yüzyılları aşarak, Dersim’in ücra bir köşesinde muhabbetlerde gözyaşları döktüren aşk? Seyyid Sevıx pirin deyimi ile: “ Ciğeramın aşk,  gerçeğe olan ikrardır.” Peki, gerçek ne idi ve bu gerçeğe tutulan orucun manası ne idi? Bu sorulara doğru cevap bulabilmemiz için öncelikle konu ile ilgili bazı kavramlara ve bu kavramların tarihi, inançsal ve sosyolojik karşılığına bakmamız gerekmektedir.

ORUÇ NEDİR?( Rozé)

Orucun, Arapça da ki kelime anlamı, “ Savm ve Siyam “ olarak geçer. Savm; hareketsiz kalmak, susmak anlamındadır. Hz. Meryem Ananın orucudur bu oruç. İslam Ansiklopedisi, Kur’an da, Meryem suresinde İlahi bir sesin Meryem Anaya; “ Ben acıyana savm adadım, bugün kimseyle konuşmam.” (Meryem suresi, Ayet 26) diye seslenerek ona oruç tutmasını emreder.  Bu da Kur’an da savm kelimesinin oruç tutmak ve susmak anlamında iki şekilde kullanıldığına işaret eder. Bununla birlikte Orucun tarihi sürecine vurgu yapan ayetlerde mevcuttur.

“ Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizin de üzerinize Farz kılındı. Bu sayede korunmanız umulmaktadır” ( Bakara Suresi, Ayet 183)

Ayetten anlaşılacağı gibi, Kur’an inmeden önce de oruç tutulmakta idi. Tarihi belgeler bize oruç, sadece tek tanrılı dinlerde değil, diğer din ve inançlarda da oruç veya oruca benzer inancaların olduğu göstermektedir. Bu konuyu başka bir zaman erteleyerek konumuza devam edelim.

Oruç ile ilgili Kur’an da birçok ayet mevcuttur, ama en önemlisi de orucun amacını ortaya koyan ayettir. Bu ayete göre; “ Oruçların en hayırlısı yalan, hile ve haksızlığı terk etmektir.” (Bakara Suresi, Ayet 184) Ayette de görüldüğü gibi oruçtan amaç kötülüklerden korunmak, nefsi terbiye etmek, iyi ahlaklı insan olmaktır. Yani, insan-ı kamil olmaktır.

Hz. Ali Şah-ı Merdan’ın dediği gibi; “ Bedenin orucu, irade ve ihtiyatla azaptan korkup sevaba girmeyi, ecre nail olmayı dilerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, beş duyguyu öbür suçlardan çekmek, kalbide bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu dilin orucundan, dilin orucu ise, midenin orucundan hayırlıdır.”  Alevi- Kızılbaş inancında oruç iki yönü vardır; Zahir ve Batın.

Zahiri yönü;  Gündüzleri yemek içmekten kesilmektir. Allah’a şükretmek, ola ki nefis aç kalınca yoksul, yetim, çaresiz ve sağlığı kendisini geçindirmeye yetmeyen insanların çaresizliklerini ve sıkıntılarını hissedip, merhametli olup, vicdan muhakemesini çalıştırıp bu çaresiz insanlara yardım elini uzatmaktır. Yani anlamaya, düşünmeye ve yardıma yöneliktir.

Batini yönü;  Gerçek erin orucu 365 gündür ilkesiyle mana bulur. Bu kişi yaşamı boyunca halk için çalışır, paylaşmayı hedef alır. Komşusu aç iken yatan değildir. Sadece bedenin değil kalbin ve aklın sadeleştirip kendinde ki gizli mihmanı ortaya çıkarmayı hedefler. Bu oruç, ömür boyu devam eder. Gece gündüz, bütün azalarını kötü duygulardan muhafaza eder. Gıybet etmez, kimseye zulüm etmez, dövmez, sövmez, duygularını kötüye kullanmaz. İnsanlığın ve doğanın yararına hizmet eder. Bu oruçta bedenin her bir parçasının orucu vardır;

Elin orucu; yani,  Can incitilmez. Hiçbir vesile ile harama el uzatılmaz.

Dilin orucu; oruçlu olan kimse hiçbir vesile ile yalan, küfür, dedikodu ve gıybette bulunmamalıdır.

Belin orucu; oruçlu olan bir kimse, zinadan ve şehvetten uzak durmalıdır.

Gözün orucu; oruçlu olan bir kimse, hiçbir şeye kötü gözle bakmamalıdır. Gafletten uzak durmalıdır.

Kulağın orucu; oruçlu olan bir kimse, tüm kötü fiillere kulağını kapamalı, yasaklanmış olan şeyleri duymamalıdır.

Nefsin orucu; yani, tüm nefsanî duygulardan uzak durulmalıdır, şehvetten kendisini korumalıdır.

Kalbin orucu; yani, her an Allah’la beraber olduğunu bilmeli, hiçbir vesile ile Allah’tan uzak olmamalıdır.

İradenin orucu; Cenabı Hakk’ın, ahseni takvim üzere, yani en mükemmel olarak yarattığı insana, diğer varlıklardan fazla olarak “irade sıfatı” vermiştir. Oruç tutabilen bir kimse, iradesine hâkim kimsedir. Nefsimiz bizden pek çok şey isteyebilir. Eğer biz, nefsimizin her istediğini ona verecek olursak, onun tutsağı oluruz. O vakit irademiz elimizden gitmiş, onun tutsağı sayılırız. Ama acıktığı zaman yemek, susadığı zaman su vermezsek, herhangi bir kötülüğe sebep olabilecek fiili yerine getirmezsek, o vakit biz irade sahibi sayılırız ki, bu da bizi kemalete ulaştırır.

Ruhun orucu; Cenabı Allah’ın kendi öz cevherinden ve tertemiz olarak bize verdiği ruhumuzu, manevi duygularla beslemeliyiz.  Tüm ibadet ve taatlerimiz ruhun gıdasıdır. Kısacası oruç, insandaki irade sıfatının imtihanlarından biridir. Oruçta kıble cümle alemdir. Her yerde amaç, gerçek kamalete ulaşmaktır.

MUHARREM AYI VE ORUCUNA DAİR

Muharrem, haram olan haram kılınan anlamına gelir. Muharrem, hicri takvimin birinci ayı yani yılbaşı olan ayın adıdır. Aynı zamanda Muharrem ayı, kutsal bir aydır. Bu ay, haram aylardandır. Bu aylarda savaş yapmayı Kur’an yasaklamıştır. Çünkü haram aydır. Haram aylar ile ilgili Kur’an da şöyle ifade edilmektedir: Kur’an’da Haram aylarla ilgili ayeti inceleyelim: “Sana haram ayı, yani onda savaşmayı sorarlar. De ki: O ayda savaşmak büyük günahtır. İnsanları Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir günahtır.” (Bakara, 217)

Arap Yarımadası’nın her yerinde özellikle Hicaz’da çok eskiden beri yılın dört ayı haram (yasak) sayılır ve bu aylarda savaş yapılmaz, kan dökülmezdi. Bu aylar, yılın son iki ayı ile gelecek yılın ilk ayıdır, yani Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Ve bir de yılın yedinci ayı olan Recep ayıdır. Recep ayı ortada ve tek ay sayıldığından buna, Recep’ül-feda, yani yalnız Recep denirdi. Bu aylarda oymaklar arasında savaşlara ve çatışmalara son verilir, halk her yerden Kâbe’yi ziyaret için Mekke’ye gelir ve panayırlarda alışveriş ederlerdi. Ayrıca bugünlerde aralarındaki anlaşmazlıkları, hakem kurulu katında uzlaşmaya çalışırlardı. Yukarıda verdiğim Kur’an ayetinden de anlaşılacağı gibi, bu aylara saygı dışı davranışlar en büyük günah sayılırdı.

Hz. Muhammed döneminde de Araplar, istedikleri zaman savaşabilmek ve avlanabilmek için bir yıl “muharrem” ayını haram saymışlar, bir yıl da muharremden sonra gelen “sefer” ayını haram saymaya başlamışlardı. Bu hileye başvuran Araplar, böylece savaş yapılması yasak olan bu ayı, başka bir ay sayarak savaşa giriyorlardı. İşte bu kasıtlı ve hileli yöntem, Hicretin 8. yılında şu ayetle kaldırıldı: “Haram ayları ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah’ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O’nun haram kıldığını helal kılmak için “haram ayını”, bir yıl helal sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. Böylece onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah. Kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez”(Tövbe, 37)

Muharrem ayı, kurban bayramının ilk gününden sayılmaya başlanılır ve 21.günü oruç tutulur. Muharrem ayı her yıl kaymaktadır, bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz: Eski Kameri aylar; Muharrem, Sefer, Rebiyülevvel, Rebiyülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce’dir. Bu on iki ayın toplam gün sayısı, 355’tir. Oysaki güneşin ilkbahar ılım noktasından iki geçişi arasındaki zaman birimi olan gerçek yıl 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 46 saniyedir. Demek ki miladi takvim ile kameri takvim arasındaki fark, 10 gündür. Dolayısıyla Arabî aylar ve Muharrem ayı her yıl 10 günlük bir kaymayla, yaklaşık 36 yılda bir dönüşünü tamamlar ve aynı yere gelir. Cumhuriyete kadar ülkemizde kullanılan takvim, Arabî (Kamerî) takvimdir. Bütün dünya gerçek yıla en yakın takvim sayılan “Gregoriyen” takvimine geçmiştir. Bu takvime göre her 3 yıldan sonra gelen Şubat ayı, 28 yerine 29 gün kabul edilerek, gerçek yıldaki 5 saat 48 dakika, 46 saniyelik küsuratı tamamlamaya çalışılır.

MUHARREM ORUCUNUN YASAKLARI

Muharrem orucunun yasakları ile ilgili birçok tartışma yaşanmaktadır. Sanki oruç tutulmasın diye her türlü zorluk karşımıza yasak olarak konulmuştur. Bu çok doğru değil. Önemeli olan bu orucun maneviyatını tam ve doğru anlatıp insanlarımızın kalbine ve ruhuna işlemektir. Bunu başarabilirsek zaten bu maneviyatta olan biri bugünlerde her türlü incitmeden kaçınır. Aslında geçmiş dönemlere baktığımızda bu yasakların tartışmaya açılmadan büyük bir itigat ile yapıldığını görmekteyiz. Çünkü bu aşk ve mana ruha işlemişti. Bir Pirimizin dediği gibi: “ Oğul, bugün cümle alem Hüseyin olmuştur. Olmaya ki bir canı incitesin. Sakın ha oğul o canda Hüseyin vardır.” Burada ki can, mazlum ve insani değerlerin cem olduğu yerdir. Yoksa zalim ve zulumkardan can olmaz. Alevi-Kızılbaşlar bu günlerde ağaç kesmezler, kesici aletler kullanılmaz, kurban kesilmez, kan akıtılmaz, et yenmez, mümkün olduğunca sebze yemekleri tercih edilir. Düğün-dernek yapılmaz. Su kana kana içilmez.  Eskiden on iki gün boyunca hiç su içilmezdi. Fakat can incinmesin, can Hüseyin dir. Diyerek kişinin sağlığı tehlikeye koymamakla birlikte, Pir İmam Hüseyin ve ailesinin acılarını birazda olsa yürekte hissede bilmek için su fazla içilmez. Muharrem bir matemdir. Bir yastır. Bundan dolayıdır ki bugünlerde her türlü zevk veren duygu ve hareketlerden uzak durulur.

                On iki gün boyunca oruç tutulduktan sonra Aşura yapılır. Dersim bölgesinde orucu ister tam tutsun ister farklı gün sayısınca tutsun isterse de hiç tutmasın, mutlaka Aşura yaparlar ve dağıtırlar. Aşura bizim inancımızda önemli bir yere sahiptir. Herhangi bir yemek türü ile özdeşleştirilmez. Onun yeri ayrı ve özeldir. O, kurtuluşa ve berekete verilen ikrarın tadıdır. O, Kerbela’nın gözyaşları ile pişirilmiş Ana Fatma’nın aşıdır. O, Nuh’un alemi selden kurtuluşun simgesidir. O, On İki İmama olan bağlılıktır. O, mazlumların ve yoksulların nimetidir. O, kardeşliğin ve barışın adıdır. Evet, bizim inancımızda Aşura (Aşure), bir tatlıdan öte bir kimliğin damaklarda ki adıdır.

Ey Nuri çeşm-i Ahmet-i Muhtar ya İmam Hüseyin / Ve yadigarı Haydar-ı Kerrar Ya imam Hüseyin

Ey canü dil seririne sultan ya İmam Hüseyin/ Vay Kerbela’da Şah-ı Şehidan Ya imam Hüseyin

Ruşen yüzünde sure-i veşşemsü vedduha/ Şanında nazil, Ayet-i Kuran Ya imam Hüseyin

 

Ol dem ki seni ettiler kurban ya İmam Hüseyin / Elem keder koptu çü tufan Ya imam Hüseyin (…)

Ah Ker bu bela, Ah şehid-i Şüheda, Ah nida-i Şah-ı Merdan, Ah ciğer-i Fatime, Ah aşk-ı Cebrail Ah Nur-u Kamer…

Adı Kerbela, beladır insana; beladır mazluma; beladır aşka; beladır adalete, özgürlüğe ve eşitliğe.

Adı Kerbela, direniştir insana, yeniden doğuştur insanlığa, mazlumun sancağının ilelebet dalgalanışıdır Kerbela . İnadına mazlumun, zalime karşı duruşunun sönmez ateşidir Kerbela, İnsanlık onurunun sönmez meşalesidir Kerbela, İmam Hüseyin’in zulume haykırışıdır Kerbela, Zeynep Ana’nın İmam Zeynel Abidin ile yeniden Hüseyin’i var edişidir kerbela (…)

Ah Kerbela...

Pir İmam Hüseyin’in, Kerbelada zalimlere haykırdığı gibi  : “ Ben Göz Yaşlarının şehidiyim.”

Kadir Bulut