Oluşan gündem üzerine “Tunceli-Hozat Bölgesinde Sarı Saltık Ocağı ve Bektaşilik (Tarih, İnanç ve Doktrin-Ritüel)” başlıklı tezin sahibi gazetemiz yazarı ve Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü akademik personeli Dr. Yalçın Çakmak ile gündem üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

İşte, o röportaj:

Sarı Saltık Kimdir?

                Sarı Saltık, 13. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış bir Türkmen babasıdır. Tabi o dönem için genel anlamda bu babaların toplulukları üzerinde dini bir fonksiyonu da vardı. Bu nedenle Sarı Saltık adının zikredildiği kaynaklarda “mücahit-gazi, gazi-derviş, alp-eren, mübarek zat” gibi sıfatlarla anılır.

Mücahit, gazi, alperen gibi sıfatlarla kastınız nedir?

                Bilindiği üzere Bektaşi geleneği özellikle de Balkanlar da Osmanlı Devleti’nin kolonizasyon sürecinde etkin bir rol oynamış ve bu nedenle de söz konusu geleneğe dahil edilen kişiler Balkanların Müslümanlaştırılmasında etkin bir rol edinmiştir. Bu da dini rollerinin yanı sıra gaza faaliyetlerinden ötürü kendilerinden mücahit, gazi ve alperen olarak da bahsedilmesine vesile olmuştur.

Bundan bahseden kaynaklar var mı?

Elbette! Sarı Saltık’ın yaşamından bahseden en teferruatlı eser olarak bilinen Ebu’l-Hayr-i Rumi tarafından kaleme alınmış Saltıkname’de bu içerikte ibarelere çok rastlanır.

Sarı Saltık’ın özellikle Balkanlarda önemli bir inanç önderi olduğu bilinmekte. Aynı şekilde tezinizde de bahsettiğiniz gibi Anadolu’da da…

Balkanlar için bu şüphe götürmeyecek bir gerçek. Hatta Sarı Saltık’ın Balkanlarda dâhil edildiği Bektaşi geleneği içerisinde Hacı Bektaş’tan daha popüler bir sima olduğu söylenebilir. Anadolu’da da adı etrafında inşa edilen bir kült söz konusu. Fakat bu daha çok Balkanlar ağırlıklı menkıbevi kimliği üzerinden Anadolu’ya entegre edilen epizotlar ya da olaylar üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Peki, Sarı Saltık nerede yaşadı ve Balkanlara gidişi nasıl oldu?

Sarı Saltık, 13. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu Selçukluları döneminde Anadolu’da yaşayan biridir. 15. yüzyılda Yazıcızade Ali tarafından tercümesi yapılan Tevârih-i Âl-i Selçuk başlıklı eserde, Sarı Saltık öncülüğünde Balkanlara gerçekleştirilen bir Türkmen göçünden bahsedilir ve kuvvetle muhtemel de Sarı Saltık’ın Balkanlara yerleşmesi de böyle başlar.

Ekseriyetle Balkanların neresine?

Dobruca ve Kırım gibi bölgelere.

Sarı Saltık’tan başka kimler bahseder?

14. yüzyılda yaşamış ünlü gezgin İbn-i Batutta Seyahatnamesi’nde ve 17. yüzyılda da Evliye Çelebi. Tabi Hacı Bektaş Veli’nin Velâyetnâmesi’ni de unutmamak lazım.

Hacı Bektaş demişken, adını zikrettiğiniz Velayetname’de Sarı Saltık’ın rolü nasıldır?

Burada bir koyun çobanı olarak resmedilen Saltık, Hacı Bektaş tarafından Ulu Abdal ve Kiçi Abdal ile birlikte Sinop üzerinden Gürcistan, Dobruca ve Kaligra’ya gönderilir. Eserde, bu seyahatleri esnasında bir takım kerametler gerçekleştirdiğini görürüz ki, bunlar da adeta genel anlamda derviş ve babalara özgü bahsedilen vaka-i adiye hikâyeler arasındadır.

Sosyal medya hesabınızdan yaptığınız açıklamalarda Sarı Saltık’tan uzun uzadıya bahseden Saltıkname’de Sarı Saltık’ın bir Sünni olduğunu, hatta Sünniliğin Hanefi kolu dışındaki diğer mezheplerine de mesafeli durduğunu ifade ettiniz. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? Bunun yanı sıra bize biraz da Saltıkname’den bahsedebilir misiniz?

                Evet. Tam olarak böyle dedim. Daha doğrusu Saltıkname’de böyle anlatılıyor. Burada namazını kılan, Kuran’dan dualar okuyan ve çoğu zaman da Ortodoks İslam’ın referansları ile hareket eden bir Saltık söz konusu. Öyle ki Saltık’ın, 12 İmam inancına mensup Acem/İranlılara karşı büyük bir düşmanlık duyduğu ve hatta Hz. Ali’yi tanrılaştıranlara karşı sık sık “rafızi”  nitelendirmesini kullandığı görülür…

Saltıkname’den kısaca bahsedecek olursak, adından da belli olduğu gibi Sarı Saltık’tan bahseden bir kaynaktır. Eser, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın isteği üzerine Ebu’l-Hayr-i Rumi tarafından 1473-1480 aralığında kaleme alındı. Burada özet olarak Saltık’ın Rumeli, Balkanlar, Kaf Dağı, Habeş, Mısır, Hindistan, Türkistan, Maşrık, Mağrip ve Kâbe’nin de arasında bulunduğu birçok yere gerçekleştirdiği faaliyetler ışığında Müslümanlaştırma faaliyetleri ve bu faaliyetler esnasında gösterdiği kerametlerden söz edilir.

Peki, nasıl olur da Sarı Saltık bu özellikleriyle büyük bir Alevi ve Bektaşi dervişi olur?

                Tabi Sarı Saltık’ın mutlak suretle tamamen Saltıkname’de anlatıldığı gibi olduğunu ifade edemeyiz. Zira yukarıda da bahsettiğim gibi bu eser ondan takribi olarak 200 yıl sonra kaleme alındı. Bu da aradan geçen süre zarfında söz konusu çalışmayı kaleme alan kişinin bakış açısıyla birlikte, Sarı Saltık inancına sahip topluluğun yaşamış olduğu değişim ve dönüşümü de göz önünde bulundurmamızı gerekli kılmakta.

Diğer yandan mesele inanç olunca her türlü eklektizmi görebiliriz. Ama tarihçinin böyle bir lüksü yoktur ve belgeyi anakronizme düşmeden teferruatlı bir şekilde ele alması gerekir. O nedenle kimileyin ifade ettiklerimiz Alevi ve Bektaşi camiasında tepkiyle karşılanabilir. Fakat malumunuz olduğu üzere bilim bu şekilde yürümüyor. Bir kişinin tarihsel şahsiyetini ele almak başka bir şey, adı etrafında oluşturulan kahramanlık hikâyeleri (menkıbe) ve kerametleri üzerinden oluşturulan kimliği ele almak başka bir şey. Tabi bilimin bu kimlik inşasını da incelemek gibi bir derdi var ki o da ayrı bir tartışma konusu.

O halde tam da son cümlenizden devam ederek, Sarı Saltık adı etrafında nasıl bir kimlik inşa edildiğine gelelim. Bu nasıl mümkün oldu?

Bakınız Sarı Saltık’ın adı etrafında Balkanlarda çok güçlü bir kült olduğunu söyledim. Hatta yakın bir zaman önce bizzat buralarda bunu da gözlemledim. Misal, Balkan Bektaşileri ve Müslümanları Sarı Saltık’ı büyük bir Bektaşi ve Müslüman evliyası olarak görürken, burada yaşayan Hıristiyanlar da onu bir Hıristiyan azizi olarak görüp, türbe ve makamlarını ziyaret ediyor. Bunun nedeni nedir diye sorduğumuzda, karşımıza daha çok Bektaşiliğin Balkanlardaki yayılması esnasında bölgedeki Hıristiyan kültleri absorbe ederek, onun üzerine kendi kültünü inşa etmesi şeklinde açıklayabiliriz. Zira benzer bir durum 19. ve 20. yüzyılların başında kaleme alınan Batılı kaynaklarda Hacı Bektaş için de söylenir ki, Hıristiyanlar onun Aziz Haralambos olduğuna inanırlar. Hıristiyanlık ile Alevi ve Bektaşi inancı arasında yer yer bu tür karşılaştırma ve geçişkenliklerin olduğunu söyleyebiliriz. Misal Dersim’deki Aziz Sarkis inancının bugün de bölgede devam ettirilen Hızır inancı ve orucundan ne farkı var? Hakeza Hızır ile Hıristiyan azizleri arasındaki ilişkiye sadece Dersim’de de değil Anadolu’nun birçok yerinde rast gelmekteyiz.

Gelelim Tunceli’de Sarı Saltık inancı ve Ocağına. Malumunuz geçtiğimiz günlerde Dersim’de bir “Uluslararası Sarı Saltık Ocağı Sempozyumu” düzenlendi. Türkiye ve yurt dışından birçok yabancı konuk geldi. Fakat bu durum bizzat Türkiye ve Avrupa’daki Dersimlilerin tepkisiyle karşılandı. YÖK tez sitesinden tarattığımızda bölgedeki Sarı Saltık Ocağı üzerine sadece siz ve bir başka bilim insanının tez çalışması yaptığını görüyoruz. Siz bu çalıştaya katıldınız mı?

Hayır!

Peki neden?

Benim şahsıma böyle bir davet gelmedi.

Bu konuda bir davet gelseydi katılır mıydınız?

Ben bir bilim insanıyım. Madem bir çalıştay düzenlenmiş evvela amaç ve kapsamına dair düzenleyicilerden bilgi talep ederdim. Bu hususta bir bilimsel etkinlik kanaati oluşsaydı elbette katılır, düşüncelerimi ifade ederdim. Ama ifade ettiğim gibi çalıştay olması hasebiyle bilimsel hassasiyete önem verirdim. Zira birçok insan gibi ben de bu çalıştayın işleyiş ve tartışma konularını merak ediyorum. Umarım çalıştayın kitapçığı yayınlanır ve bu hususta kamuoyunun meseleye dair hassasiyetine yönelik bilimsel bir titizlikle tüm veriler ortaya konulur. 

Kamuoyunun politik eleştirilerinden bağımsız olarak böyle bir çalıştayın gerçekleştirilmesini olumlu buluyor musunuz?

Dersim tarihi ve kültürüne dair her türlü bilimsel çalışma önemlidir. Hele ki Alevilik açısından önemli bir inanç merkezi olan bu coğrafyaya dair bu tür incelemelerin gerçekleştirilmesi ziyadesiyle elzem. Ama bunun için uygun bir tartışma platformunun oluşturularak, gerekli bilimsel güvencelerin verilmesi şart. Ben de her insan gibi sosyal medyadan çalıştaya katılan katılımcının takdim konuşmalarını dinledim. Açık olmak gerekirse bir konuşmacının bazı ifadelerini ziyadesiyle diskriminalize edici ve bilimsellik dışı buldum. Bir bilim insanının Dersim gibi tarihsel ve inançsal açıdan hassasiyetleri bulunan bir coğrafyada bunları ifade etmesi büyük bir talihsizlik. Zira hiç kimse sizin gibi inanmak zorunda olmadığı gibi, sizin de bunları pejore etmeniz doğru değil. Tabi bu sadece Dersim değil, bütün her yer için geçerli. Malumunuz Hipokrat’ın da ifade ettiği gibi niyetiniz fayda sağlamaksa “ilk önce zarar vermeyeceksiniz”!

Mesele Sarı Saltık ve Dersim olunca eksenimizi biraz da tarih ve inanca kaydıralım. Sarı Saltık Ocağı bölgenin önde gelen ocaklarından biri. Bu ocağın bölgedeki tarihine dair ne söylemek istersiniz? Çünkü yukarıda ifade ettiklerinizden anlaşıldığı kadarıyla Sarı Saltık’ın Balkanlarda popüler olduğunu görüyoruz. O halde Dersim’de yer edinmesinin tarihi nasıl olabilir?

                Sizin de ifade ettiğiniz gibi Sarı Saltık Ocağı Dersim’deki diğer ocaklarla birlikte önemli bir yer işgal etmekte. Hozat’taki ocağın tarihi ve bölgeye ne zaman geldiğine dair elimizde pek fazla bir belge yok. Ama bu gelecekte olmayacağı anlamına gelmez! Bunun için uzun uzadıya ciddi bir araştırmaya ihtiyaç var. Tabi benzer durum diğer ocaklar için de geçerli. Bunun için başta Munzur Üniversitesi Alevilik Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne çok iş düşüyor.

                Dile getirdiğim gibi Sarı Saltık Ocağı’nın Dersim’e nasıl geldiği yahut tersinden sorarsak, buradan diğer yerlere nasıl dağıldığına dair elimizde pek bir yazılı malumat yok. Fakat hali hazırda elimizde bulunan tarihsel veriler büyük bir olasılıkla bahse konu ocağın Dersim’e dışarıdan geldiğine işaret ediyor. Buradan yayılma meselesiyle ilgili söylediğim tamamen bölgedeki inançtan kaynaklı. Zira yerel inanca göre Hacı Bektaş’ın Dersim’de 12 büyük ocağı kurduğu ve halifelerini de buradan Anadolu ve Balkanlara yolladığına dair bir inanç söz konusu. Fakat bu tarihsel verilerle desteklenmeyen ve daha çok kimlik odaklı “biriciklik” ekseninde inşa edilmiş bir inanç. Bunu sadece Sarı saltık Ocağı için değil, Anadolu’daki birçok ocağın anlatısında da görüyoruz. Çoğu “kök” ve “kurucu” merkezin yaşadıkları muhit olduğunu ileri sürmekte…

                Bu minvalde Sarı Saltık Ocağı’nın Dersim’deki hikayesini de bir hipotez dâhilinde düşünebiliriz. Bu da Ocağın 17. yüzyıldan sonra bölgeye yerleştiği yönünde. Malumunuz olduğu üzere, Bektaşi babalarının özellikle de Balkanların Müslümanlaştırılmasında etkin bir rolü oldu. Bunu Ömer Lütfi Barkan Kolonizatör Türk Dervişleri başlıklı öncü çalışmasında tematik olarak işlemiştir.  Benzer bir durumun Anadolu için de söz konusu olduğunu düşünebiliriz. Öyle ki Sarı Saltık’ın Dersim’in yanı sıra Anadolu’nun birçok yerinde de makam ve türbeleri bulunmakta. İstanbul Rumeli Feneri, İznik Lefke Kapısı, Niğde Bor ve Diyarbakır Urfa Kapı bunların arasında geliyor.

                Peki, o halde Sarı Saltık kültü ve ocağı Dersim bölgesine nasıl geldi?

 Dediğim gibi bununla ilgili çeşitli hipotezler söz konusu. Sarı Saltık ile ilgili en müstakil çalışmanın sahibi olan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’a göre ocağın doğuya doğru genişlemesi 16. yüzyılda başladı. Hoca bunu da iki şekilde ifade etmekte: İlki, külte bağlı bir dede ailesinin 16. yüzyılda Balkanlardan gelip buraya yerleşmesiyken, diğeri, yine aynı yüzyılda Bektaşiliğin doğuya doğru genişlemesi ile kültün buraya taşınmış olabileceği ihtimalidir. Bu önemli bir bilgi. Zira sizin de bildiğiniz gibi 16. yüzyıl Osmanlı-Safevi ilişkilerinin gerilim olarak peak yaptığı bir dönem. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin gerek Bektaşiliğin kurumsallaşması, gerekse Bektaşiliği Safevi Devleti’nin Anadolu’daki Kızılbaş topluluklar üzerindeki etkinliğini kırmak için araçsallaştırdığını biliyoruz. Balkanlardaki kolonizasyon tecrübeleri de göz önünde bulundurulduğunda bu ihtimal güçlenmekte. Fakat benim hoca ile birlikte yaptığım master tezinde şöyle bir hipotezim vardı:

                17. yüzyılın ünlü seyyahı Evliya Çelebi’nin, hacimli seyahatnamesinde yer yer Sarı Saltık’tan bahsettiği ve özellikle de Balkanlardaki gezilerinde Sarı Saltık’a ait türbelerden söz ettiğine tanık olunur. Fakat nedense Sarı Saltık’ı yakından tanıyan aynı Evliya Çelebi’nin Dersim’e gelmesine rağmen ne Sarı Saltık’tan ne de Hozat’ta bulunan mezarından bahsettiği görülür. Bu da iki ihtimali ön plana getirir: Ya Evliya Çelebi bölgeye geldiğinde burada henüz Sarı Saltık Ocağı ve mezarı yoktu ya da ona buradan bahsedilmedi. Sonuç olarak her halükarda Sarı Saltık Kültü’nün Dersim’e olan intikalinin 16. yüzyıl ve sonrasına tekabül ettiğini düşünebiliriz.

Burada tabi şuna da dikkat çekilmesi gerekir ki, o da Dersim gibi ocak-aşiret ilişkilerinin çok güçlü olduğu bir bölgede bugüne değin talibi bulunmayan Sarı Saltık Ocağı’nın burada nasıl tutunduğu!

Sarı Saltık Ocağı’nın Dersim’de talipleri yok mu?

Evet, yok. Bu dedeler genelde Dersim dışındaki taliplerini ziyarete gidiyor. Erzincan, Gümüşhane gibi.

Bu gerçekten de ilginç! Peki, sonraki yüzyıllarda Dersim’deki Sarı Saltık Ocağı’nın rolünden ve devlet ile olan ilişkilerinden nasıl söz edebiliriz?

Doktora sürecinde gerçekleştirdiğim araştırma konum kapsamında arşiv araştırmalarında ocak ile ilgili bazı belgelere eriştim. Bunlardan ilki, 1890 tarihli bir arşiv vesikasıydı. Burada, aralarında Sarı Saltıklı Seyit Kasım’ın da bulunduğu Bahtiyar, Şam Uşağı ve Rutan aşiretlerinden 100 kişinin devlete bağlılıklarını bildirdikleri için 5. rütbeden Mecidi Nişanı ve kapıcıbaşılık gibi rütbeler ile onurlandırıldıklarından bahsedilmekte.

Diğer bir belge de, 1892 yılında kurulan Aşiret Mektepleri’ne gönderilen Dersimli çocuklarla ilgili. Bunlardan ilk olarak gidenler Karaballı Aşireti’ne mensup aşiret ağalarının çocukları. Toplamda da en çok Karaballılar çocuklarını gönderir. Mekteplerin amacı devletin her bölgedeki güçlü aşiretlerin çocuklarını yetiştirip, bu aşiretlerin devlete tabi olmasını sağlamaktır. Tabi bunun ne denli hayat bulduğu ayrı bir tartışma konusu. Zira bu okullarda okuyan çocukların (misal Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey gibi) sonradan devlet aleyhine faaliyetlerde bulundukları iddiasıyla öldürüldüklerini de biliyoruz.

Sarı Saltıklılar da çocuklarını bu mekteplerde okutmak istedikleri için onları Karaballı Aşireti’nden göstererek gönderiyor. Bunun da devletin güçlü aşiretlere öncelik vermesinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu çocuklar arasında Sarı Saltıklı Ali Haydar ve Mehmed Şükrü Efendi gelmektedir.

Son olarak, İstanbul Nakibûleşraflık kurumuna gönderilen 1913 tarihli bir diğer belgede ise Sarı Saltık Ocağı mensuplarının ellerinde bulunan şecerenin bölge mahkemesince teftiş edildiğinden bahsedilip, Nakibûleşraflığa takdim edildiğini görürüz.

Son olarak, bugün bölgeye yönelik bir “Türkçülük” ve “Türkleştirme” faaliyetinden bahsedilmekte. Bunlar arasında özelde Sarı Saltık Ocağı’nın ismi ön plana getirilerek yürütülen bir takım tartışmalar söz konusu. Buna dair kanaatiniz nedir?

Bu sorunuz biraz politik saikler ve kimlik tartışmalarına giriyor. Dersimlilerin tarihi ve kimliğine yönelik yürütülen tartışmaların özellikle de son dönemlerde arttığına tanık oluyoruz. Düşününki bir ailede her bir kardeşten biri kendisini farklı kimliklerle ifade ediyor. Hakeza kardeşlerden biri kendisinin Kürt olduğunu dile getirirken diğerlerinin Zaza, Ermeni veya Türk olduklarına yönelik bir takım iddiaları söz konusu. Bu mümkün mü? Tabi ki mümkün! Zira siz Dersim gibi tarihinde birçok topluluk ve inanca ev sahipliği yapan bir bölgeden bahsediyorsanız, buradaki insanların elbette ki konumlandıkları politik pozisyon ve reflekslerinden ötürü farklı kimlik iddiaları ortaya çıkar. Antropoloji ve sosyoloji eksenli son dönem gerçekleştirilen kimlik tartışmaları ve araştırmalarından da anlaşılacağı gibi kimlik denen şeyin kendisi zaten işlevsel ve de akışkan. Yani değişken bir ruha sahip. Tabi kimlik inşasında tarihin nasıl kullanıldığı da burada önemli bir moment. Dersim özelindeki Türklük iddialarına gelince bunların Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren ekseriyetle ve genel anlamda Alevilik kimliğine sindirilen yahut sirayet ettirilen bir yanı söz konusu. Dersim’deki insanların da bundan etkilenmemesi düşünülemez. Bu nedenle ortaya Alevilik üst çatı olmak üzere Kürt, Zaza, Türk ve hatta Ermenilik gibi alt bileşenler de ön plana gelmekte. Buna kimlik temsiliyetinde “tarihin şuan ki duruma bükülmesi” dediğimiz bir anlatı da eşlik edince ortaya gerçekten de birçok çeşitlilik çıkıyor. Bu kötü bir şey mi? Değil! Hele ki Alevilik gibi 73 millete aynı mesafede durduğunu ileri süren bir inanç için.

Sarı Saltık Ocağı ve “Türkleştirme” eksenli dile getirilen iddialara gelince bunun çok genel bir değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Sarı Saltıklıların kendilerini Türk olarak görmesi ve böyle nitelendirmesi de doğal bir durum. Kendilerini öyle görüyorlarsa ve hele ki günümüzdeki kimlik refleksleri de bunda çok etkiliyse buna kim ne diyebilir? Fakat burada hepsinin böyle bir iddia sahibi olmadığını da özellikle belirtmek gerek. Anladığım kadarıyla asıl mesele, ocak içerisinden bazılarının kendi iddialarını bütün bir Dersim halkı için de dile getirmelerinden kaynaklanıyor. İşte bu da hali hazırda ve haklı olarak bir takım tepkilerin oluşmasına neden olabilir.

Sarı Saltıklılar ve Türklük meselesine dair bir örnek daha vereyim. Bildiğiniz üzere Nuri Dersimi Hatıratım ve Kürdistan Tarihinde Dersim başlıklı çalışmalarında Sarı Saltıklılar üzerine de bir takım değerlendirmelerde bulunur. Ona göre de Sarı Saltıklılar, Dersim’den farlı yerlere göç eden Alevi Kürtleri kendilerine mürit olarak kabul etmiş bir ocağın mensubudur. Bunun da yanı sıra aynı yazar, ocak mensuplarının Türkçenin yanı sıra Kürtçenin Kurmanc ve Zaza lehçelerini de mükemmel bir şekilde konuştuklarını ve bundan ötürü Kürtlük duygularının çok güçlü olduğunu belirtmiştir. Öyle ki ocak üyelerinden Miralay Halit Bey’in Kürt Teali Cemiyeti üyesi olmakla birlikte, diğer bir ocak mensubu olarak Molla Hıdır’ın da Kürdistan Muhibban Cemiyeti üyesi olduğunu öne sürer. Buradan da anlaşılacağı gibi bir de böyle bir tarih ve iddialar var!

Genel olarak Cumhuriyet döneminden de bahsedecek olursak, bölgeye geziler düzenleyen araştırmacı ve askeri personelin de Sarı Saltıklılar ile görüştüklerini ve kanaatlerini bildirdiklerini görüyoruz.  Hafızam beni yanıltmıyorsa bunlardan biri de Nazmi Sevgen. Fakat Cumhuriyetin bu dönemde genel itibarıyla Dersim ve Alevilere olan bakışının pozitivist ve de pek olumlu olmadığı söylenebilir ki bundan Sarı Saltıklılar da “nasibini” almıştır. Öyle ki 1938’de bu ocağa mensup 32 kişi de katledilmiş ve bugün hali hazırda mevcut olan toplu bir mezarda defnedilmişlerdir. Üstelik bunlardan biri de yüzbaşı olan Haydar Saltık’tır. 

Bu uzun söyleşiden ötürü teşekkür ederiz.

Ben de size çok teşekkür eder, kolaylıklar dilerim.