ROŞVER, kapıdan içeri fırtına gibi girdi. Sevinçten yüzünde güller açmıştı. Heyecandan kekeleyerek,"Büyük baba karne aldım. Annem baktı. Zayıfım yokmuş. Hepsi, pekiyi" dedi. Heyecandan, sevinçten yerinde duramıyordu. Kucakladım. Öptüm. "Tebrik ederim" dedim. Belki de ilk kez tebrik ediliyordu. Şaşkındı. Anlamını çözmeye çalışıyordu.
   İlkokul birinci sınıftaydı. Birinci yarıyılda, okumayı çözmüştü. Okuyordu. Beraberimde götürdüğüm gazetelerin başlıklarını okuyarak, okumayı çözdüğünü bize gösteriyordu.
   Akşam öğretmen olan annesi, babası ile katıldığı kutlama gecesinde öğretmeni ile dans etmişti. Sevinçten o gece uyuyamamıştı.
   Bizim ona, onun yaşama doyamadığımız, sevgili oğlumuzun bize bıraktığı emaneti DENİZ DE, gittiği anaokulunda karne almıştı. O da koşarak geldi. Kucağıma atladı. "Benim karnem, ROŞVERİN, karnesinden daha güzelmiş. Büyükbaba"  dedi. Onu da, tebrik ettim. Babasının kokusunu alırım diye kokladım. Öptüm. Ödül olarak,  babasından kalma işyerimizde, dergi ve oyuncaklardan istediğini almasını söyledim. Babası çocukluğunda her gördüğü eşyayı araba yapar sürerdi. Denizde, robot tutkunu,"robot istiyorum" dedi.
   Otuz yıl, küçüklerin dünyasında, onlarla karne sevincini paylaştım. Şimdilerde, torunlarımla bu sevinci paylaşırken, otuz yılın filmini izler gibiyim.
   Almanya'da, eğitim gören, Alman okulunun birinci sınıfında okuyan RONYAY’LA zaman, zaman orayı, oradaki, eğitimi konuşuruz. "Büyük Baba burada ödev vermek yok. Burası daha kolay, eğlenceli" diyordu.
   Haklıydı. ROŞVER,  Roşveri, sevmeye gittiğimde, ROŞVERİ hep ödev yaparken görürdüm. Sevmemize zaman ayırmazdı. Üstelik annesi, başında,"şunu şöyle yap. Şunu böyle yap" diye söylenir durur.
   Öğretmenlik yaptığımız yıllarda, hepimizin, bütün öğretmenlerin, hala şimdiki öğretmenlerin, yaptığı gibi, örgencilere evlerinde, sevenlerine, anne babalarına, kardeşlerine zaman ayırmalarına, ödev vererek, o, küçücük dünyalarını, yaşamalarına izin vermezdik. Sınıfta da, "sen ödevini yaptın. Sen yapmadın diye teşhir eder, yapanı ödüllendirir. Yapmayanı, cezalandırırdık.
   İsterdik ki, biz zahmet etmeden, onlar, kendi kendilerine, annelerinin, babalarının, yardımı ile öğrensinler. Öğretmenlere fazla iş kalmasın.
   Adı üstünde, Yarı Yıl Dinlenme Tatilinde, bile dinlenmelerine izin vermez. Bizim eğitim sistemi. Yasaklansa bile, öğretmeni, "şunu okuyun bunu okuyun" diye çaktırmadan ödevlendirir. Dinlenmelerine izin vermez.
  Bu eğitim sistemi, Uygar ülkelerin, eğitim sistemi değil. Bu eğitim sistemi, olsa, olsa uygar olmayan üçüncü dünya ülkelerinin eğitim sistemidir.
  Biz eskinin öğretmenleri, bu uygar, çağdaş olmayan eğitim sistemini uyguladığımıza pişmanız.
    Sizler, bugünün öğretmenleri, artık bu çağdaş olmayan eğitim sisteminden vazgeçin. Bırakın çocuklar, özgürce baskısız bir ortamda çocukluklarını yaşasınlar. Şekillensinler. Onlar, kendileri değil, siz onlara, öğretin.
   Bayram törenlerine, hazırlık olsun diye, ilkokul birinci sınıf öğrencilerini bile, asker gibi, toz toprak içinde, günlerce yürütür, bayrama hazırlık yapardık. Saatlerce bayram alanında ince giysileriyle soğukta, titrerlerdi. Uygun adım yürümeyen örgencilerin, okul müdürleri, Valilik tarafından uyarılırdı.
  Bu utanç verici eğitim ayıbı kaldırıldı.
  Umarız, onun gibi uygar bir eğitim sisteminde olmayan, ÖDEV,sistemine, baskısına, hatta işkencesine, de son verilerek,çocuğun çocukluğunu yaşamasına izin verilir.
 Çocukların çocukluklarını yaşamalarına izin verilir.

Fikri TAŞ