Yeni yılın ikinci günüydü. Hava yarım açıktı. Yazdan kalma bir gün gibi sıcaktı. Muhabbet Hanımla, SEVGİSİNE DOYAMADIĞIMIZ, oğlumuza, gitmenin heyecanı içindeydik. Bizi, sevenlerini, bırakıp gittiği 9 yıl olmuştu. Ona, olan özlemimiz, hiç azalmamıştı. Giderek artmıştı.
    Muhabbet Hanım, sabahtan beri, YANINDAYMIŞ. Kendisini duyuyormuş, gibi onunla ağlayarak ,konuşuyordu. ‘Acelen neydi. Niye bizi bırakıp gittin. DENİZİ, niye Öksüz bıraktın. Niye bize bu acıyı yaşattın. ’ Diyordu. Çeri şaşkınca, kuyruk sallayıp, etrafında dönüyordu.
    Yılbaşı, hafta sonu, tatili nedeniyle, ülke kapanmıştı. Sokaklar bomboştu. Sokakların sakinleri kediler, Köpekler, sahipsiz kalmış. Gibi sokaklarda koşturuyorlardı.
   Gazete dağıtımı bitmişti. Arabayı alarak, benim gibi onunda izin belgesi olan Muhabbet Hanımla, büyük bir özlemle, heyecanla, yola koyulduk. Sürekli gidip geldiğimiz mesafe, bitmek bilmiyordu. Daha önceleri hızlı gittiğimde, beni uyaran Muhabbet Hanım, susuyordu.
   SEVGİSİNE DOYAMADIĞIMIZIN, büyük Babası ile Büyük annesinin yanı başında, sonsuza dek konakladığı, BEYLERMEZRASI köyüne varmıştık. Bir an önce ona kavuşmak için etrafımıza bakmıyorduk. Köyde sanki kimseler yoktu.
    Arabayı park edip koşarcasına yola koyulduk. Annesinin oğluyla buluşması, sarmaş dolaş olması, yürekleri burkacak kadar hazin bir tabloydu. Kavuşmanın sevinci, hasreti ile olacak, Muhabbet Hanımın, gözlerinden yaşlar, sel gibi akıyordu. Sıkı, sıkı birbirlerine sarılmışlardı. Onları birbirinden ayırmak zordu.
    Büyük Anneyle, Büyük Baba, iki adım ötede, bu acıklı buluşmayı seyrediyorlardı. Onlarda geçmişte bu acıları yaşamışlardı.
   Hasret buluşması bitmiyordu. Muhabbet Hanımın, oğluyla sohbeti bitmiyordu. Bazen kavga edercesine Muhabbet Hanım, sesini yükseltiyordu. Hatta bağırıyordu. Sen, niye bunu, bize yaptın. Niye bize bu acıyı çektirdin. Diyordu. Bazen de iki elini gökyüzüne açarak, birine, sesleniyordu. Ona da, ’Niye bu acıyı, bize verdin. Biz sana karşı ne suç işledik. Bizi bağışlamadın. Hani sen BAĞIŞLAYICIYDIN. Diyordu. Ya Sen, DÜZGÜN BABA, her zaman sana darda kalanlara, yardım etmen için yalvarıyordum. Hani, darda kalanların yardımına koşuyordun. Benim oğlum için niye koşmadın. Bizim günahımız, neydi.’ Diye kızarcasına söyleniyordu.
   Yanı başımızdaki elma ağacına konmuş serçe kuşu, daldan dala atlıyor. Sanki bizi izliyordu.
   Sevenlerinin getirdikleri, üstüne serpiştirdikleri kuruyan çiçekleri, yeşertmek için, onları okşuyor. Gözyaşları ile suluyordu. Çevreye Yayılan, yükselen, mumların dumanları, güneşin ışınlarıyla buluşuyordu.
    Ayrılmak, ayrılık saati, bir türlü gelmiyordu. Hasret, özlem çok büyüktü. Muhabbet Hanımı, sarıldığı oğlundan ayırmak zordu. Yıllarını gazeteye, gazeteciliğe, vermiş oğluna, gazete getirmişti. ‘Sana gazete getirdim. Çok seviyordun. Al oku .’Diyordu.
    Gazetelerin, iğneden ipliğe promosyon verdiği, henüz internetin, dokunmatik telefonların, olmadığı yıllarda, Yıllarca, Tunceli’ye, ilçelerine, gazete, promosyon, dağıttı. Başbayi idi. Bütün Tunceli halkı tanırdı. Sokağın renkli simalarının, yakın dostuydu. Onların adeta koruyucusuydu. Doğanın hayranıydı. Munzur, Pülümür vadileri, onun ikinci mekânıydı. Tanıyıp ta sevmeyeni yoktu. Onun için son yolculuğunda, bütün Tunceli halkı oradaydı.
    Muhabbet Hanımın, Gözyaşları dinmiyordu. Oğlundan Ayırmak zordu.
     Güneş bulutların arkasına saklanmıştı.Sevgisine doyamadığımıza, el sallayarak ayrıldık.