HER GÜN BİR YANIMIZ KANIYOR

                Yüzümü Munzur’un karlı dağlarına çevirip haykırmak istiyorum. Varsın asi rüzgarlarına karışarak yankılansın haykırışlarım. Hasretim büyük, öfkem keskin bir bıçak gibi.  Zaman ise içimizde demlediğimiz kaçıştır, sorgusuz sığınırız gölgesine.

 

 

                Her gün bir yanımız kanıyor, silik bir hat çizerken zamana. İçimiz yanıyor, sözcükler saldırganlaşıyor dudaklarımızdan akarken boşluğa. İçinde yaşadığımız kentler büyüdükçe küçüldüğümüzün ve yabancılaştığımızın hepimiz farkındayız. İnkar etmeye kalkışsak da gerçekler hayata çarparak avuçlarımıza düşüyor. Yorgun düşeriz ve aslında gözlerimiz çektiklerimizin çıplaklığıdır. O yüzdendir ki; Hep kırıktır umutlarımızın kanadı. Bir yanımız eksik, yarım kalmış sevinçlerin aynalara yansımasıdır, rengimizdir hayat.

 

                Her geçen gün koşullar zorlaşıyor. Sevgi adına, aşk adına yaşamak adına zorlaşıyor. Doğrusu yaşamak bir sancı gibi göğsümüze saplanıyor. Gelecek gözlerimizde belirsizleşiyor ve gelecek adına yüreğimizde büyüttüğümüz güller soldu solacak. Etrafımızda olup bitenler kuş tüyü gibi hafif geliyor benliğimize. Kör olur, sağır oluruz. Gün ateş, içimiz yangın yeri iken ay tutulması yaşıyor yüreğimiz. Ve zamanın bıraktığı boşluğun sonrasıdır alışılmayan. Sonrası, hayatın siperinde bir kiraz ağacı yalnızlığında kendimizi zamanın limanına demirlemektir.

 

                Her türlü yabancılaşma ile boğulan, yaltaklanmanın insani değerlerin önünde set oluşturduğu bir sürecin yoğunluğunu yaşıyoruz. Bütün değerlerin alt-üst olduğu, gerçeklerin perdelendiği ve kısaca bir olumsuzluklar kuşatmasının altındayız. Sorunlar gittikçe iç içeleşiyor. Ve artık yaşam, bu zamansızlık sürecinde elimizle koymuş gibi yaşanmıyor. Eşkiyaların baskınına uğruyor, düşlerimiz. Varlığımız, inkarın tuzağına av oluyor. Ve bazılarının mutluluğu veya beklentileri, bu günümüzü ve geleceğimizi alıp zamanın derinliklerine sürüklüyor. Bu yüzden göğsümüzde kırılıyor gün ışığı. Ve dağılıp belirsizliklerde birikir bakışlarımız.

 

                Susmanın altın ve medet umulan yer olduğu bu süreçte, ötekinin çığlığı yoğun bir hasret gibi yürekleri teğet geçiyor. Zapt edilmeyen yanlarımız, bulutsuz bir gök maviliğinde iken, uslanmak bilmez yangınlar ülkesine dönüştürüldü yüreklerimiz. Hem aydınlık, hem asi olmanın zorluğunu bir tarihe sığdıramamanın acısıdır, zehir tadındaki ayrılıklarımız. Ve gerçekler ezgisini hatırlayamadığımız bir türkünün sözleri gibi yavan kalıyor bu süreçte. Zihinsel bir gaflet yaşanıyor, zihin iğfali yaratan kirli ilişkilerde. Yaşanılan bu düşünsel kulluğun yarattığı olumsuzlukların tapıcılığından kurtulmak mümkün olsa gerek.

 

                 Yine de içimizdeki aşka merhaba diyelim. İnsan olmaya, insan kalmaya ve haksızlığın kalesini sözümüz ve yüreğimizle yıkmaya çalışan güzelliklere dost olalım. Kötülüklere karşı, yılışık ilişkilere, ruhsal çöküşlere karşı ayakta kalmak için gönül hanemizle yakınlaşıp yoldaş olalım. Güzelliklerin budandığı bu son süreçte sevgi bizim dalgakıranımız olacaktır.

 

                                                                                                     Hüseyin KAYA