Mevsim sonbahar. Ne çabuk geçti sıcak yaz günleri. Ve aslında güz mevsimi bir elvedadır, ayrılıktır ve hüzündür. Doğanın suskunluğa bürünmesidir. Umutları mevsimin emanetine bırakmak gibidir. Yağmalanmış telaşları paslı bir yalnızlık gibi bağışlamaktır doğaya. Veya umuda yatmaktır, özlemlerimizi bize getirsin diye...

 

         Ülke gündemi  hainlik yağmurunda ıslanmış adeta. Kirlenmelerin yormalarında olmalıdır ki, yüreklerimiz bir bağ bozumu ve suskunluklarımız da adeta mevsimin kuytuluklarında renksizliğe bürünmüş gibi. Kurduğumuz bütün cümleler küf bağlamış birer itiraftan öte gitmiyor. Sorduğumuz bütün soruların muhatabı yine  kendimizin olduğunu sözcüklerin anlamsızlıklarında saklamaya çalışıyoruz. Oysa yabancılaşma gece karanlığındaki kurt ulumaları gibi içimizde düştü bir kez. Yetim ve öksüz kalan bir inancın üstüne sinen korkunun kokusu geçmemişken, tarihi mezarlık olarak görme inadında vazgeçemiyoruz. Tarihin, yaşanmış bütün olumsuzlukları kucaklayarak bize geri getireceğini bilmeden. Sadece içimizdeki gidişlerin, hiç bir dille anlatılamaması kadar acı,bir ağıt kadar hüzünlere yolculuk gibi..

 

         Güz mevsimi bir yolculuktur. Yanılgılarımızdan gerçeğe doğru bir yolculuk. Bir hesaplaşmadır. Bu mevsimde yaşam çalıkuşu telaşında da olsa, kendimizi yeniden bulmuş gibi mevsime sığınmaktır. Bütün bahanelerimize ve karşı çıkışlarımıza karşın, zaman fırtınalı ve adeta lanetin uğultusunda geçiyor gibi. Karanlık tabloların ressamları, yeryüzünün bütün mutluluğunu savaşta arayanlar, elinde silahla felsefe üretenler, yaşamları kendi tortularında boğmak telaşındadırlar. Suriye'de yaşanılanların görüntüsü dünyanın bütün kayaları gibi göksümüze çökmemişse, aslında içimizde öldürüyoruz yaşamları. Umutla bakmak istediğimiz sabahları karanlığın köhne dehlizlerine gömmek gibi...

 

         Güz mevsimi paslı bir yalnızlıktır. Bir coğrafyada yıkıntılar arasında çocukluğunu aramaktır. Koyun keser gibi insan kesenlerin korkusunda mateme hazırlanmaktır. Kanayan topraklarda insan olarak kalmaya çalışmaktır. Mutluluk ve özlemin kalleşçe ölümlerin pençesinde sona ermesidir. Veya karanlıkta yıldız kaymasıdır yalnızlık. Korkusunu dahi seslendirememektir aslında. Özlemenin ölüm olduğunu bilmektir. Umutları toprağa gömmek ve yaşama üşümektir.

 

         Mevsimin bütün tükenişleri, dilimizde düşmeyen bir türkü gibi ötekileştirirken bizleri, kimliksiz, sade ve sıradan bir yaşamın acısına elveda demeye çalışıyoruz. Mutluluk ve sevinçlerimizi mevsimden gizleyerek, içimizdeki nehirlere set olmaya çalışıyoruz. Ağaçların sararan yaprakları örtüyorken yalnızlıklarımızı, biz bir çöl yalnızlığıyla dağların kuytuluklarına çekiliyoruz sanki. Yüreklerdeki mevsimin isyanını dillendirememenin, durgun bakışlarıdır gözlerimizdeki korkular.

 

         Şimdi bu mevsimde, eskiyen yanlarımızı ayrılığa yolcularken,  sararan yapraklar, yağmur taneleri gibi dökülüyor gözlerimizden. Ayrılık vaktidir. Biz mevsime değil, mevsim bize geliyor olsa da, asimilasyonların, yasakların, yok saymaların, hükmetmelerin, açlıkların, acıları çoğaltmaya çalışanların, yok edici zihniyetlerin bize bir cehennem hazırladıklarını unutmamalıyız.

 

 

Hüseyin KAYA